17 Şubat 2024 Cumartesi

KERVAN YOLCUSU


 

Men bir gönlü kırık kervan yolcusu.

Menzilim İlah’dır hedefim gızıl alma,

Niyetim paktır sen yolda goma,

Pusulamı doğru tut, Ya kadir Mevla,

Ben bir gönlü kırık kervan yolcusu.

 

Yola koyulduk pak niyet bilen.

Kervanbaşımız atamdı, hem inem.

Ha doğru ha yanlış, bunda ben bilmem.

Ben bir kırık kervan yolcusu.

 

Issız vahanın içinde kaldık.

Kimimiz susuz, kimimiz nansız.

Kervan başımız gomadı yolsuz.

Men bir gönlü kırık kervan yolcusu.

 

Pusula kalmadı işlemez oldu.

Her birimiz ıssız meydanda kaldık.

Kimi doğru kimi yanlış na belli.

Men bir gönlü kırık kervan yolcusu.

 

Yolunu şaşırdı evlatlarınız.

Doğruyu yanlışı bilmez oldular.

Kimisi ayal ıyzında, kimisi mama,

Halımız aylandır, kör hem ama oldular.

 

Yok mu bize yol gösteren ak sakal.

Kette, kiçi, hormat edep yolunda.

İl önünde, oba saçak yolunda.

Men bir gönlü kırık kervan yolcusu. 

(M.Osman Mahdum)

31.05.2022


SORDUM SARI ÇİÇEĞE, 
ANNEN BABAN VARMIDIR?
ÇİÇEK EYDUR DERVİŞ BABA, 
ANAM TOPRAK BABAM SU 


 

12 Haziran 2023 Pazartesi

 

ÇİLE İLE YOĞRULAN BİR MİLLET; AFGANİSTAN TÜRKMENLERİ

Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Kunduz, Mezar-ı Şerif ve Cevizcan vilayetlerinde en çok yaşayan Afganistan Türkmenleri, adeta atalarının yaptıkları gibi hala doğayla, insanlarla, yönetimle, aklınıza ne gelirse hepsi ile mücadele ederek yaşıyorlar.

Hayata karşı mücadele etmek doğa ile mücadele etmek artık onlar için bir yaşam felsefesi olmuş durumda.

Hepsini olduğu gibi kabullenmiş ve hepsine karşı da mücadelesinin atalarının yaptıkları gibi yüzlerce yıl aynı sürdürüyorlar.

Hayatı boyunca farklı bir alternatif görmedikleri için bu çileli hayatlarını kabullenmiş ve aynı şekilde nesilden nesle sürdürmekteler.

Oysa tarih boyunca bu toprakların hâkimi olmuş Türkmenler, son 40-45 yıl en mahrum bırakılmış ve en alt tabakada görünen halk durumuna düşürülmüştür.  


SU TEMİNİ İÇİN ARIK KAZI ÇALIŞMASI

Yıllardır kuraklıkla mücadele eden Türkmenler, evlerine su temin edebilmek için imece usulü, arıklar yani kanallar açarak su getirmektedirler.

Bu kanallarla getirdikleri suları köyün merkezlerinde açtıkları havuzları dolduruyor ve buradan su temin etmeye çalışıyorlar. Açtıkları bu havuzları da her iki üç yılda bir kazarak içindeki kum birikintilerini temizlemek zorunda kalıyorlar.  


Bazen kazdıkları kanallardan sel geliyor, bir yıl boyunca kullanmayı yeğledikleri kanal bir günde kum basıyor,  sel dedikleri kremsi çamur tabakası ile bataklık haline dönüşüveriyor. Her yıl imece usulü kazıdıkları kanal yeniden hiç kazılmamış gibi oluveriyor.

Burada yaşayan halkın, ahalinin çileli hayat yolculuğu hep böyle devam ediyor. Bu hayata alışacaksın, alışamasan hayatta da kalamıyorsun. 

 Bu çileli hayata alışkın olan buranın halkı düğünleri, etkinlikleri panayır usulünde kutluyorlar. Güreş bir taraftan, koşu yarışı ve ip çekme bir taraftan eğlenmesini de biliyorlar.

Artık hayatları o denli rutinleşmiş ki, atalarının yüz yıllarca verdikleri aynı mücadeleler onlar için bir alışkanlık haline gelmiş. Hayatlarından hiçbir zaman şikâyet eden kimse de yok. Adeta burada insan doğaya karşı yenilmiş, doğa ve tabiat ile barışık yaşamaya alışmış durumdalar.




KUM TEPELERİ VE YOL DURUMU

Öte yandan rüzgâr; kuzeyde, Pamir dağlarının soğuk havası ile güneyde, Karakum çölünün başladığı bölge üzerinde olduğu için sıcak ve soğuk havanın çakıştığı yer. Bu bölgede Allah gün verirse her gün şiddetli rüzgâr ile karşı karşıya kalınıyor.  

Rüzgâr da bazen haftalarca sürebiliyor. Bazen günlerce, artık insanlar dışarı çıkmaktan mustarip durumda kalıyorlar.

Bu rüzgârların günlerce devam etmesinden dolayı yolları ve bazen evleri dahi kum fırtınası yüzünden kum altına kalarak gömülebiliyor.  


Zaten özellikle Türkmen ahalisinin en yoğun olarak yaşadıkları Cevizcan vilayetine bağlı Hamiyap ilçesi, Garkın ilçesi ve Garaadik ile Çopbaş obalarında doğru düzgün bir yol bile yok. Kaderleri ile baş başa bırakılan Türkmen halkı, hayatla mücadelesi bir yana, doğa ve yönetimle mücadele ediyorlar. Yani Türkmen ahalisinin hayatı, dünyaya gelmesinden, ta ölene kadar mücadele ile geçiyor.  

Yolların olmadığı yerlerde, atalarının yaptıkları atlı eşekli yolculukları şimdi arabalar ile yapıyorlar. Hala yüzlerce yıl ataları nasıl bir zorlukla karşı karşıya kaldıysa, şimdi çocukları ve torunları da aynı zorlukları yaşıyorlar.


Eskiden atla, develerle yolculuk yapıyorlardı. Ancak şimdi arabalarla, dört çeker araçlarla yapıyorlar. Buna rağmen, bazen yol diye bir şey kalmıyor. Hayat mücadelesi ile baş başa kalıveriyorsun. Bir gün önce yol diye geçtiğin yerin tamamen kum yığını ile dağ gibi kum tepecikleri ile kesildiğine şahit oluyorsun.

Araçlarda kazma, kürek ve keçe veya örtü eksik edilmiyor. Bazen çölün ortasında; erzak veya tedarikli olmazsan aç veya susuz kalma ihtimalini hiç gözden uzak tutmamalısın.

 


 TOPRAK EREZYONU

Bunca eziyeti ve çileyi çekerek kum sahasından geçerek çöl ortasında vaha görüntüsü veren ağaçlık alana ve suya kavuştuğunu zannediyorsun, bu sefer Amu derya, yani Ceyhun nehrinin hışmına uğruyor, hırçın sularına karşı mücadele etmek zorunda kalıyorsun.

Diyorum ya Türkmen ahalisi burada anadan doğma çile ile dünyaya geliyor, çile ile hayatına devam ediyor.

Bu sefer suya kavuştuğuna sevinemeden hırçın nehrin toprak erozyonu ile karşı karşıyasın. Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan sınırı ile karşı karşıya yaşayan Türkmen ahalisi, bu sefer toprak erozyonu ile mücadele etmek zorunda kalıyor.

Karşı taraftan Afganistan topraklarına yaklaşık 30 kilometre içeri kaydığı belirtiliyor. Komşu ülkelerde bu durum işine geldiği için hiç bir müdahalede de bulmuyorlar.

Hatta toprak işgal etmeye çalışıyorlar. Onların, yani kardeş ülkelerin bu tutumuna karşı mücadele vermek zorunda kalan Türkmen ahalisi, aynı zamanda doğaya karşı da mücadele vermek zorunda kalıyorlar.


İnsani güç ile kum torbaları doldurarak nehir etraflarına önlemler almaya çalışılsa da nafile bir türlü olmuyor.

Bir köyün üç defa yer değiştirildiği bu bölgede, köy halkı birkaç yıl içerisinde bir camiinin üç defa farklı yerlerde inşa edildiğini anlatıyorlar.  

Tabiatı gereği, coğrafi yapısı gereği bu bölgelerin mahrum bırakıldığı düşünülebilir, ancak şurası bir gerçek ki Türkmenlerin olduğu ve Türkmen halkının yaşadığı tüm bölge mahrum bırakılmış durumda. Doğal hayat ve tabiat gereği bu kadar mı tesadüf olur?

Burada hâkimiyet kurmuş şahıslar yıllarca bu bölge halkının çocuklarını asker ve polis yaparak köle gibi kullandılar. Ancak hiç bu bölgeye yatırım yapmadılar. Etinden, suyundan ve kanından beslendiler, lakin hiçbir yatırım yapılmadı. Ancak nüfus olarak hesaba katıldı. Hiçbir zaman insanca yaşamalarına izin verilmedi.


KARINCANIN MÜCADELESİ 

Hadi doğal olarak insanlar bu durumda ve bu hayata alıştılar, bölgenin hayvanları bile çile ile doğuyor çile ile ölüyorlar.

Şu karıncanın hayat için çektiği mücadeleye bir bakın.

Kaptığı yiyeceği, yani kendi ağırlığının on katı ağırlığındaki yiyeceği düz yoldan götürmüyor da duvara tırmanarak götürmeye çalışıyor.

Bu bölgede yaşayan halkın vermiş olduğu mücadelenin en kısa ve en bariz bir şekilde açık ve net örneğini sergilemiş oluyor.

Burada yaşayan halkın hayatını merak ediyorsanız, bu karıncanın görüntüsünü görmeniz yeterli.

Halk buralarda hastalanmamaya çalışıyor. Şayet doğum veya bir hasta durumu yaşanırsa, o zaman çile ve eziyet iki katına çıkmaktadır.

Allahtan ömrün uzun, hayat pınarın kapanmamışsa, bir sebeptir şehirlere, hastanelere yetişebiliyorsun. Olmazsa yolda tabiatla mücadele ettiğin yetmiyormuş gibi, yol, kum ve sıcaklık ile de mücadele edeceksin.

Bu topraklarda yaşamak güç ister, mücadele ister. Çileye karşı direnmek için de mangal gibi yürek ister.

Vesselam.

Hacı Muhammet Osman Mahdum.


9 Mart 2023 Perşembe

 31 YIL ARADAN 

Güzelim ülkem canım memleketim, bir sürü badireler atlatmaya alışkın yüce Türk halkı ciğerim Türkiyem.

Yine büyük bir felaketi yani asrın felaketini göğüslemek zorunda kaldın. Biz Türklerde ''Yiğidin başı belada olur'' derler. Güzelim memleketim canım vatanım yine sen asrın felaketi ile mücadele etmek zorunda kaldın. 6 Şubat gece 04.17 sıraları Kahramanmaraş merkezli 7.6 şiddetinde meydana gelen deprem sonucu binlerce evin yıkılması sonucu on binlerce canı kurtarmak için seferber oldun. 

Deprem yaşandığı zaman bir saat sonra Malatya'da askerlik yapan oğlum bizi aradı, sağlığı ile ilgili bilgi verdi durumu iyi olduğunu söyledi. 

Depremden çok etkilendiği aşikardı. Zavallı oğlum aynı 1992 yılında Erzincan'da benimde başıma gelen 6,8 şiddetindeki deprem anımı yaşıyordu. 

Gece meydana gelen depremin ardından tamda gündüz tekrar bir haber almak için oğlum Abdulkerim'i aradığımda telefonla konuşurken yine oğlumun ''Ata yine deprem oluyor'' sesi ile kalbimin atması bir kat daha artmıştı. 

Telefonu kapattı bir ara sonra yeniden arayarak kendisinden haber aldık. Meğerse ikinci deprem Yine 7.7 şiddetindeydi. Tekrar oğlumu aradım bir sorunun olmadığını söyledi, rahat bir nefes aldık. 

Tabi ben ülkemin ordusuna sonsuza kadar güvendiğimiz için binalarına bir şey olmasa başına hiçbir şeyin gelmeyeceğini adım gibi emindim. Emniyetlerini almışlar güvenliklerini sağlamışlar tabi 31 yıl önce aynı benim yaptığım gibi enkaz altından canlı kurtarmak için koşuşturmaya başlamış.


İkinci günü tekrar sordum, yanına geleyim mi? diye. ''Baba ben iyiyim sen halka koş'' deyince, AFAD'a gönüllü olarak deprem bölgesine gitmek istediğimi söyledim. Tabi başta bir iki gün AFAD'dan telefon bekledim, arayan olmayınca bizzat kendim merkeze vararak tesadüfen Hatay'a gidecek listeye adımı yazdırdım. Gerçi AFAD gönüllüsü sertifikam da vardı. 

Hatay'a öğlen saatlerinde hareket ettik, gece saat 11.00 civarları oradaydık. Trafik tamamen kilitlenmişti. 20 dakikalık bir mesafeyi ancak iki saatte alabiliyorduk. Şehirden çıkanlar biryana birde şehre bizim gibi yardıma gelenler bir taraftan trafik tamamen kilitlenmişti. 

Yorucu bir yolculuğun sonunda Hatay AFAD Koordinasyon Merkezine vardık. Hemen çantalarımızı küçük bir çadıra yerleştirdikten sonra deprem bölgesine hareket ettik. 
Antakya ilçesinde bir mahalleye girdik. Gördüğüm manzara tanıdık bir manzaraydı. Hiç de yadırgamadım. Enkaz, moloz kokuları, yanık kokuları iş makinalar ve insanların enkaz başında arama çalışmalarına yardım etmek için bekledikleri ile karşı karşıya idim. 

Bu manzara 1992 yılında Erzincan'da aynı gördüğüm manzaraydı. İçim ürpermedi sakinliğimi koruyordum. Ta ki bizim çalışma yapacağımız adresi aramaya başlayana kadar. 

Mahalleyi gezdikçe, dolaştıkça olaya neden ''Asrın felaketi'' dediklerini insan anlıyor. Ben olaya felaket demiyorum, naçizane görüşüm manzara vahim bir durumdaydı. Bende Erzincan'da moloz yığınlarından ceset çıkardım, moloz yıkıntılarından canlı çıkardım. Bu manzaraya alışkındım. Ancak koca bir mahallede ancak üç dört bina yıkılmıştı. Onlara asker olarak koşmuştuk. Buradaki manzara ise bir mahalleyi tümden yıkık görünce olayın vahametini hissedebiliyor insan. 

Neyse ki Türk milletinin azmi ve dirayeti bu durumları da atlatacağını her yerde gördük. Millet herkes bir şeyler yapabilmek için seferber durumdaydı. 

Her taraftan yardımlar geliyor. Türk halkının böyle bir ağır imtihandan da alın akıyla çıkacağı aşikardır. 

Halkın yardım etmek için çırpındığını görünce gözlerim yaşardı. Tüm çalıştığım yerde ağladığımı hissettirmemek için elimden gelen çabayı gösterdim. 

Enkaz çalışmaları sırasında bir binanın molozundan ceset bulundu. yıkıntıların içine teşhis için oğlunu çağırdılar. Annesinin halini gören genç sessizce ağlıyordu. Yanına gittim, biliyordum ki sarılacak biri arıyordu. Gence sarıldım, saçlarını okşadım, birlikte sarılarak ağladık. 

Biliyorum benim elimden bir şey gelmiyordu. O an ona ne dersem de boştu. Ona ta Ankara'dan geldiğimi, yaralarını, acılarını, paylaşmaya geldiğimi söyledim. Bilmem ona bir teselli olur mu? Bilmem bir nebze de olsa acısını paylaştığımızı hissettirebildim mi bilemem.   

Olay çok büyük bir felaket ötesi bir şeydi. Asrın felaketi idi yani. Gece sabaha kadar enkaz altında canlı çıkarmak için çalışan Polis Arama Kurtarma ve Özel Harekat Arama Kurtarma çalışmalarına yardım ettik. 
Ertesi gün öğlene kadar çalıştık. Merkeze dönerek bir gece istirahat ettikten sonra yine başka bir arama kurtarma çalışmalarına koşturduk.  

Ulaşım imkanları kesilen, yolları bozulan köylere erzak götürdük. Yani yaklaşık bir haftadan fazla AFAD gönüllüsü olarak ülkeme, milletime ve devletime yararlı olabildiysem ne mutlu bana.

Türk halkının gücünü, yardım severliğini, hoş görüsünü, böyle bir felaket karşısında sabır ve takatini gördükçe de içim ısındı doğrusu. 

Ülkenin dört bir tarafından gelen yardımlar mı dersin, devletimizin canla başla çalışmaları koordine etmek için vermiş olduğu çabalar mı dersin, hangi birini sayayım. 

Biz Allah'ın sevdiği kullarız. 

Acılarımızı içimize atarız. Allah'tan sabır bekleriz. Nice acılar çekmiş, ne trajedi içerisinde olmasına rağmen, dirayetini koruyarak dimdik ayakta duran bacılarımızı mı dersin yiğitlerimizi mi dersin. Yardım malzemeleri uzattığımızda, ''ben aldım o köye götür, olmayanlara, ihtiyacı olanlara götür'' diyorlardı. 

Gıda yardımı olsun veya giyecek yardımı olsun fazladan vermek istediğimizde ''ben aldım olmayanlara götür'' diyerek geri çeviren yiğitlerimize şahit oldum. 

Gözü tok, gönlü tok dünya kadar gönlü geniş insanlarla tanıştım. 

Biz Allah'ın sabırlı kullarıyız. Cenabı Allah bu imtihandan da başarı ile çıkacağımızı bildiği için böyle bir badireye tabi tuttuğuna inanıyorum. 

Allah tüm yardım edenlerden, yurt dışında ve yurt içinde emeğe geçenlerden razı olsun. Yardım gönderen tüm memleketlerden de Allah razı olsun.

Bu millet, bu imtihanından da alnı ak bir şekilde çıkacaktır. 
Allah vatanımızı, milletimize ve devletimize gönlü pak Allah rızası için çalışan yöneticilerimize de zeval vermesin.  

Devletimiz her kurumu ile halkın yanında, derdine derman olmaya çalışmıştır ve olmaktadır da. Durumu anlamayanlar, her türlü şeyler söylemeye ve uydurmaya çalışmışlardır. Ancak sahadan gelen biri olarak ve aynı zamanda deprem felaketini görmüş biri olarak devletimiz her imkanını seferber ettiğine şahit oldum. Dil uzatmaya çalışanları da Allah'a havale ediyorum. 

Ne Mutlu Türk'üm Diyene 

Muhammet Osman Mahdum            

21 Ocak 2023 Cumartesi

 

BOLŞEVİKLERDEN ELDE EDİLEN GANİMET İLE DİRENİŞ

Halife Kızılayak Bolşeviklere karşı yapılan mücadelede, Bolşeviklere ait iki gemiyi Amuderya nehrine batıracaktır. Bu batırdıkları gemilerden elde ettikleri silah ve mühimmat ganimetleri ile Bolşeviklerin kendilerine karşı direnişe geçecektir.

Gemilerden elde edilen mühimmat ile Bolşeviklere karşı direnişe geçilmesi hadisesi her zaman üstü kapatılan bir gerçek hikâyedir.

Bu konuda anlatılan hikayelere birde ek olarak ispat maiyetinde gemi penceresinin fotoğrafını paylaşmak istiyorum. 

Bu parçayı Halife Kızılayak'ın askerleri Afgan topraklarına kadar getirmiş ve ellerinde bir kanıt olarak taşımışlardır.

Konuya gelirse 1919-1941 Lebap vilayetinde Halife Kızılayak önderliğinde, Afganistan'a kadar uzanan büyük bir direnişe geçerler. Çok dağınık vaziyette yaşayan ve hatta bazıları göçebe olarak yaşayan Türkmen halkını, Rus ordusuna karşı direnişe çağırmak, onları bu konuda bilgilendirmek, elbette zor olacaktır.

Ama yine de bunu başaran Halife Kızılayak, özellikle Aşkabat dolaylarında bulunan Göktepe kalesinin Rus birlikleri tarafından alınması sonucu ciddi bir direnişin beklediğinin farkındadır.

Halife Kızılayak, Kızıl Ordu’nun bölgesine gelmemesi için tüm ileri gelenlerini toplayarak savaşa elverişli gençleri silahlandırmaya ve onlara silah ve savaş hakkında olabildiğince bilgi verilmeye çalışılmıştır.

Rusların Orta Asya’yı işgali döneminde bölgede varlığını koruyan ve hâkimiyet davası güden Buhara Emirliği, Türkmenlerin Ruslara karşı verdiği bağımsızlık hareketinde, Türkmenlere destek vermesi bir yana Amu Derya’dan üzerinden gemilerle Rus askerlerine silah taşıyan gemilere göz yummuştur.

Neyse ki Halife Kızılayak Kerki'den Tirmiz'e kadar olan Amu-Derya bölgesini denetleyen ve aynı zamanda bölgede isyancılarla çatışan birlikleri takviye eden  Amu-Derya donanmasına bağlı iki gemiyi batırmayı başarırlar. Amu Derya’da batırdıkları bu gemiden elde ettikleri silah ve mühimmatla iyice güçlenen Halife Kızılayak kuracağı ordusu için de büyük bir lojistik güç sağlamıştı.

Oysa söz konusu filonun görevi, bölgeyi gözetleyecekler düşman güçlerinin hareket etmesine izin vermemek ve ateş açarak düşmanın her türlü manevrasını engellemekti. Aynı zamanda Kerki yahut Tirmiz hisarlarına saldırılması halinde, ateş açarak basmacı direnişçilerin güçlerinin ortadan kaldırılmasına yardımcı olmaktı.

Kime niyet, kime kısmet. Halife Kızılayak işgalci Rus ordusunu kendi silahı ile vurmayı başarmıştır.

Bu gemilerden elde ettiği silahlarla güçlenen Halife Kızılayak 1919 Lebap vilayetinde de iki ayrı büyük cephe kurar.

Bunlardan birinci cephesi Alim Han Mahdum başkanlığında, Kemal Serdar, Çoyan Serdar, Rüstem Serdar, Gavdar Serdar, Gurban Ganocak Serdar, Çari Gorruk Serdar, Molla Hudaynazar, Nurcan Memet, Gılıç Mergen ve Aman Serdar’dan oluşuyordu.

Aynı zamanda, Göktepe’de mağlup olan akrabalarına yardım amacıyla Aziz Mahdum ve Yunus Mahdum başkanlığında Karakum Çölün’e askerler göndermiştir.

İkinci cephe ise Pelverd bölgesinde Hacı İşan Baba başkanlığında binlerce askerlerden oluşan cephedir.

(Kay) 1919 Aralık sonu: Basmacılar, direnişçiler, Fergana Vadisi'nde Madamin Şir Muhammed, Nur Muhammed Ergaş ve Hal Hoca'nın, Amu-Derya'da Cüneyd, Balabay, Han Mahsum'un ve Zarafşan Vadisi'nde ise Sultan Bek'in komutası altındaydılar.

Kaynaklar: Basmacılar sayfa: 122 

Üstadın Duası Türkistan Ereni Halife Kızılayak

(Derleyen: Muhammat Osman Mahdum)