31 Aralık 2011 Cumartesi

BAŞKENT KABİL'DE TÜRKMEN ÖĞRENCİ YURDU AÇILDI




Afganistan'ın başkenti Kabil'de Türkmen öğrenciler için yurt açıldı.
Abdulhakim ve Mustafa Kemal Mahdum'un büyük girişemleri sonucu açılan öğrenci yurdundan başkent Kabil'de yüksekokullarda eğitim alan Türkmen öğrenciler yararlanabilecekler.
Aralık ayı başlarında Kabil'de açılan öğrenci yurdu yanı sıra, Afagnaistan Türkmenleri'nin resmi kurumlarından Encümeni Ferhengi'nin girişimiyle küzeyde Şibirgan ve Mezar'i Şerif vilayetlerinde yurtlar açıldı.
Öğrenci yurtlarını küzey vilayetlerinde bulunan ihtiyaç sahibi Türk öğrencileri yararlanabilmeleri amaçlanıyor.
(Kaynaklar)





23 Aralık 2011 Cuma

CENABI ALLAH'IN SEÇKİN ORDUSU

(TÜRK ASKERLERİ)
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar.




İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Maide Süresi 54. ayet)




Birgün Yavuz Sultan Selîm Han, sırdaşı Hasan Can’ı, huzûruna çağırttı. Sohbet esnâsında ona:
“–Anlat bakayım Hasan, bu gece nasıl bir rü’yâ gördün?” diye sordu.
Hasan Can, anlatmağa değer bir rü’yâ görmediğini söyleyince Yavuz:
“–İnsan bütün bir gece uyur da hiç rü’yâ görmez mi? Herhalde bir rü’yâ görmüşsündür..” diye ısrar etti.
Birşey hatırlayamayan Hasan Can, mahcûb oldu. Daha sonra bir vesile ile rü’yâyı Kapıağası Hasan Ağa’nın gördüğünü öğrendi ve kendisine anlattırdı. Ağa şöyle dedi:
“–Bu gece Harem dâiresi nûr yüzlü kimselerle doldu. Sultanın kapısı önünde de ellerinde birer sancak bulunan dört kişi duruyordu. En öndeki zâtın elinde Sultanımız’ın sancağı vardı. O zât bana dedi ki:
«–Biz neye geldik, bilir misin?»
Ben de:
«–Buyurun!» dedim.
Bunun üzerine:
«–Şu gördüğün mübârek kişiler, Rasûlullâh -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ashâbıdır. Hepimizi Rasûl-i Ekrem Efendimiz gönderip Sultan Selîm Han’a selâm söyledi ve buyurdu ki: “Harameyn’in (Mekke-i Mükerreme ve Medîne-i Münevvere’nin) hizmeti kendisine verildi, kalkıp gelsin!..”
Bu gördüğün dört kimsenin birisi Ebû Bekr-i Sıddîk, diğeri Ömeru’l-Fârûk, bir diğeri de Osmân-ı Zinnûreyn’dir. Ben de, Alî bin Ebî Tâlib’im. Bunu var Sultan Selîm Han’a müjdele!..» dedi ve âniden hep birlikte gâib oldular.”
Hasan Can, Hasan Ağa’nın rü’yâsını Sultan’a aynen nakletti. Pâdişâhın mübârek yüzü kızardı ve gözlerinden sevinç yaşları boşanarak:
“–Ey Hasan Can! Sana demez miyiz ki, biz, bir tarafa me’mûr olunmadıkça hareket etmeyiz. Ecdâdımızdan her biri evliyâlıkdan nasîbini almışlardır. Her birinin nice kerâmetleri vardır…” dedi.
Meğer ki Sultan da, o gece aynı rü’yâyı görmüş!
Bu mânevî işâretlerle takviye edilen Yavuz:
“–Hasan Ağa da dîvânda bulunsun! Tez Mısır seferi hazırlıklarına başlansın!” dedi ve 1516’da Mısır seferine çıktı.
Yavuz, Mısır Memlükleri’nden, daha önce İran’a yardım etmeyeceklerine dâir ahid almıştı. Onlar, bu ahdi nakzettiklerinden üzerlerine yürüdü. Memlûk ordusu ile Mercidabık Ovası’nda karşılaştı. Onları, kesin bir şekilde mağlûb etti.
Ancak, bu zaferin ikmâli için Mısır’a ulaşması stratejik bir zarûretti. Bunun içinse korkunç Sînâ Çölü’nü geçmek gerekiyordu. O, bu güç işi, hiçbir zâyiat vermeden, herhangi bir ikmâl güçlüğü çekmeden onüç günde başardı. Büyük bir askerî dehâ sayılan Napolyon bile, Yavuz’dan üçyüz yıl sonra bu işi başaramamış ve Fransız askerleri susuzluktan çıldırarak birbirlerini vurmuşlardır. Birinci Cihân Harbi’nde, yeni tekniğin verdiği imkânlarla bile bu çölün, ancak onbir günde geçilebilmiş olması düşünülürse, Yavuz’un yaptığı işin azameti daha iyi anlaşılır.
Paşalar ve askerde bu çölün nasıl geçilebileceğine dâir büyük tereddüdler vardı. Bu amansız çöl, sanki gündüz cehennem; gece ise, bir buz diyârı idi. Artı 50 ile, eksi 20 arasında değişen bir iklîme sahipdi. O sanki kumdan bir denizdi.
Lâkin Yavuz’un azmi ve kat’î kararı ile çöle girildi. Bir müddet sonra Yavuz, atından indi, yürümeye başladı. Askerî erkân, hayret ve dehşet içinde idi. «Atların bile kanının kaynadığı, zor yürüdüğü bu çölde Sultan, niye atından indi, yürümeye başladı?» diye fısıltılar başladı.
Bu dehşet içinde askerî erkân da, atlarından inip yürümeye başladı. Paşalar, Yavuz Han’ın can-ciğer arkadaşı Hasan Can’a:
“–Ne olur Hünkâr’a sor. Bu acep ne işdir?” dediler.
Hasan Can, Yavuz’a merakla, bu hâlin neyin nesi olduğunu sorunca, Yavuz:
“–Hasan görmüyor musun; önümüzde Allâh’ın Rasûlü Fahr-i Kâinât -sallâllâhü aleyhi ve sellem- Efendimiz yürüyor?!. O Âlemler Sultanı yaya yürürken biz nasıl at üzerinde olabiliriz?..” dedi.
Yavuz’un aşağıdaki şiiri de, O’nun, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’e karşı olan hürmet ve muhabbetini ne güzel ifâde eder:
Ey kerem kânı Rasûl-i Kibriyâ
Kemterindir bu Selîm-i pür-hatâ
Dergehinden ilticâ eyler atâ
El-meded vey ma’den-i nûr-i Hudâ
İşte bu büyük muhabbet ve hürmetin bir bereketidir ki, Yavuz ve ordusu, girmiş oldukları korkunç Sînâ Çölü’nü, bir bulutun altında, Allâh Rasûlü -sallâllâhü aleyhi ve sellem-’in rûhâniyetleri ile onüç günde geçtiler. Mısır’ı fethettiler.

29 Kasım 2011 Salı

KABE'DE OSMANLI ESERİ REVARKLAR
Mescid-i Haram'da, Kabe'i muazzamayı adeta bir inci gibi süsleyen Osmanlı eseri Revarklardan rahatsızlık duyan Sudi yetkililerini anlamak mümkün değil.
Planını Mimar Sinan'ın hazırladığı revarklar, hicretin on yedinci ve yirmi altıncı yıllarında etraftaki evler yıktırılarak Kâbe'nin avlusu genişletilerek yapılmıştır.
Bir Osmanlı eseri olan Revarklar, mukaddes emanetleri İstanbul'a getiren İslam dinini payedarlığın yapan Yavuz Sultan Selah Han'ın torunu Kanuni Sultan Süleyman'ın emri ile Mimar Sinan'ın hazırladığı plan çerçevesinde 1590'da Mimar Mehmed Ağa tarafından tahta kemerler taş ve tuğlaya çevrilerek Türk mimarisinde beş yüz küçük kubbe şeklinde yapıldı.
Şimdi son günlerde bu revarkların kaldırılacağı söyleniyor. Şayet kaldırılacaksa revarkların tek bir taşı dahi ziyan edilmeden Anadolu'ya getirileceği söz konusu.
Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay şunları kaydetti:
''Revakların yıkılması söz konusu olduğunda, bunu ülkemize getirecek olan sponsor bir firma da buldum ve anlaştım. Yani Türkiye'ye herhangi bir maddi külfet getirmeksizin bir Türk girişimci eliyle ülkemize getireceğiz. Kültür ve Turizm Bakanı olarak bunu taahhüt ediyorum'' dedi.
Revakların taşınması durumunda, Türkiye'de nereye getirileceği sorusuna Bakan Günay şu yanıtı verdi:
''Ankara Hacı Bayram-ı Veli Camisi taleplerden birisiydi. Ama Sayın Başbakan İstanbul'da yeni bir cami yapılmasını ve onun çevresine revaklara uygun bir düzenleme gerçekleştirilmesini öneriyor. Ki bu da makbul bir düşüncedir.''
(Derleyen: Osman Mahdum)




18 Kasım 2011 Cuma




AFGANİSTAN'DA LOYCİRGE TOPLANTISI


Afganistan Devlet Başkanı Hamit Karzai, Kabil’de dört gün sürecek Loya Jirga toplantılarının açılışında yaptığı konuşmada, Amerikan askerlerinin Afganistan’da kalmasına olanak tanıyan stratejik ortaklık çerçevesinde gece baskınlarının sona erdirilmesini ve Afganistan’ın bağımsızlığını istediklerini söyledi.
Karzai, hükümetinin yanında başka kurumlar oluşturulmasını istemediğini söyledi.

Afganistan’ın 2014 yılından sonra Amerika’nın ülkede askeri üs açmasına izin verebileceğini, bunun ülkeye gelir, Afgan güçlerine de eğitim sağlamak anlamına geleceğini belirten Karzai, ''İran, Pakistan bizim birer komşu ülkelerimiz. Onların bize göstermiş olduğu yardımları asla unutamayız. İşgal döneminde bize kucak açarak sofrasındaki ekmeği paylaşan kardeşlerimizi asla unutamayız. Biz nankörlük eden biri değiliz aslada olamayacağız. Terör sorunu devam ettikçe huzurda olmaz. Evde huzursuzluk devam ettikçe mahallede, mahallede devam ettikçe şehirde, şehirde devam ettikçe ülkede ve ülkede devam ettikçe de komşu ülkelerde de huzursuzluk devam edecektir.
ABD ile ilişkilerimiz bağımsız olacaktır. ABD bizden zengin olabilir, nüfusu çok olabilir bizden ekonomik olarak güçlü olabilir amma bir şeyi unutmasınlar 'biz arslanız' arslanları yuvasında huzursuz edersen, başına iş açarsın. Yavrularını huzursuz edersen başına iş açarsın'' diye konuştu.

Afganistan Halk Meclisi ve Barış Komisyonu Başkanı Sıbğatullah Müceddedi'de toplantıda yaptığı konuşmasında, son 30 yıl içersinde Afganistan'da 2 milyon 500 bine yakın kişinin şehit olduğunu belirterek, ''Yabancılar emniyeti sağlayacağını bahane ederek, masum halkı öldürüyorlar. Günahsız masum halkın ölümlerine sebep oluyorlar. Bizi silahlandırın, kendi emniyetimizi kendimiz sağlıyalım'' dedi.

Taliban’ın tehdidi üzerine sıkı güvenlik önlemleri altında yapılan Loyacirge toplantısına 2 binden fazla Afgan siyasetçi, aşiret ve toplum lideri katılıyor.

(Ajanslardan)

11 Kasım 2011 Cuma

TÜRKMEN DÜĞÜNÜ



Kıymetli kardeşim Abdull Fettah Noor, Türkmen düğünü ile ilgili güzel bir çalışma gerçekleştirmiş. Bu çalışmasını benim blogumu izleyen arkadaşlarımla paylaşmak istedim.


Düğünler tarihin derinliklerinden günümüze uzanan bir gelenektir. Oyunlar oynanır, yemekler yenir, gönüller şenlenir. Damat tarafının sevinç gözyaşları oyunlarına tempo tutar. Gelin tarafının sevinçli fakat buruk halleri gelin çıkarılırken gözyaşlarında billurlaşır. Şükür çocuğumuzu yüz akıyla mürüvvet alemine yolcu ettik. Bu mutluluk her iki ailede yaşanır. Gelinle-damadın kavuşma arzusu, kalp atışlarında kendini gösterir. Kan hızlı pompalanır. Yüzleri halk tabiriyle kırmızı gül kesilir. Çünkü heyecan zirvededir. Genç çiftin buluşması gül ve bülbülün kavuşma anına benzer . Bu buluşmadan ocak tutar. Tutulan ocak devlettir. Yeni bir hayat ve hayat sahipleri doğar, ev şenlenir, misafir gelir, ağırlanır ve yolcu edilir.

Bu ilk insan Hazreti Adem ve Havva ebeveynimizle başlamış. Yol yol, tel tel oluk olmuş, tarihin derinliklerinden günümüze akmıştır. Biz bir köprü oluşturuyoruz bu güzel gelenek için. Geçmişle gelecek arasında kültür köprüsü. Kültür kavramının kapsadığı manada çok örf ve adetler vardır, gelenekler vardır bu kavramın baş köşesinde. Düğünlerimiz bu geleneklerin içinde boy gösterir. Bir çiçek gibi sümbül verir. Çünkü düğünle iki sevgi, iki sevgili, iki can yoldaşı, yeni hayatın ve ailenin iki temel taşı bir araya gelir.

Türklerde bir söz vardır. “Askerlik yapmayana kız verilmez.” Türkmenlerde de buna benzer bir söz vardır. “Ocak kuramayan erkeğe kız verilmez.” Bu iki kardeş söz, toplum içinde ciddî bir sosyal gerçekliği dile getirmekteler. Ocak aile sembolüdür. Ocağı tutturamayan kişi ailesini de geçindiremez kanaati hakimdir. Türk toplumlarında ocak evin bereketidir, ocak devlettir. Ocak tütecek, aş pişecek. “Pişen aştan kurdun, kuşun nasibi vardır.” diye bir söz vardır. Kurdun yeri belli değildir, kuş uçup gider. Yeri belli olmayan ve konup göçenlik bu sözde vurgulanıyor. Bu vurgulanmada misafir kastediliyor. Misafir tüten bacaya yani yanan ocağa gelir. Türkmen, ocağım şenlensin diye düğün (toy) yapar. Alacağı gelinin ölçüsü bellidir. “Gelin devletli bir aileden mi? (misafir ağırlayan soydan, bir aileden mi?)” sorusuna müspet cevap alırsa, düğün yapılır. Toydan sonra genelde genç çifti ayırırlar. Evlerini kursunlar. Ocak tuttursunlar. Bir an önce tecrübe kazansınlar. Sağlam bir aile yuvasına sahip olsunlar. Çocukları olunca da “Yahşi Ulu” dedikleri soyun, ailenin büyüğü ad koyar. Geçmişten günümüze dek, her şeyde olduğu gibi, Türkmen düğünleri de, zaman, zemin ve yörelere göre farklılık arz etmektedir. Farklılıklar olmasına rağmen, neticede iki kişi bir araya gelip yuva kurmaktadır. Oğlan evlenme çağına gelince uygun kız bulunur. Oğlan kızın obasına (köyüne) veya beldesine gider, kızı araştırır. İyi istihbaratı alınca da yengesine veya başka bir aracıya “Bana uygun görülen kız, bence de uygundur.” der. Oğlan tarafı gelin adayının evine gidip isteklerini açıklarlar. Anne tarafından kıza duyurulur. Kız hemen cevap vermez. İki üç gün sonra yine oğlan tarafı gelin adayının evinin yolunu tutarlar. O zamana kadar kız da gerekli istihbaratı almıştır. Sonuç iyi ise “Oğlanla konuşmak istiyorum.” der. Belirlenen vakitte yeni yuvanın genç adayları buluşur, konuşur, birbirlerini beğenirlerse, “Evet, biz büyüklerimizin münasip gördüğü bu evlenmeye evet diyoruz.” derler. Tabi bunu ulu orta söylemezler. Örf âdete göre kız dışarıya çıkarılır ve sorulur. Kız da annesine “Eğer senin ve babamın rızası varsa, ben de razıyım.” der. Bundan sonra artık iş büyüklere kalır. Kısa bir tarih belirlenir. Çünkü Peygamber Efendimiz (S.A.V.) “Hayırlı işlerde acele ediniz.” buyuruyor.

Türkmen halkı bu buyruğu başına taç yapmıştır. Düğünden önce kızın ailesi başlık ve kız için gerekli çeyizi ister. İki aile bunu belirler. Düğüne bir hafta kaldığında, oğlan tarafı haftanın Çarşamba günü kıza takı takmaya giderler. Takılar takılır. Kız evinde oyunlar oynanır. Yemekler yenir. Bu esnada kız evine bir araba odun, iki koyun, bir çuval un, 10 kg. şeker, 10 kg. sıvı yağ, 5 kg. çay, 25 metre kumaş hediyelik getirilir. Cuma günü kız evinde düğün olur. Oyunlar oynanır, masalar atılıp, yemekler yenir. Kız saçlarını iki örük yapıp öne salar. Oğlan tarafını bekler. Bu beklemede sırtında gurba vardır. Gelin ve damat çiçeklerle süslenmiş özel yerlerine otururlar. Yemekler yenir. Oyunlar oynanır. Getirilen hediyeler gelin ve damada verilir, tebrik edilir. Cumartesi günü öğle vakitlerinde gelin alınıp damat evine götürülür.

Oğlan evinde de yemek masaları kuruludur. Masada çok şey vardır. Yemekten sonra oyunlar oynanır, kekler yenir, damat ile geline hediyeler verilip, tebrik edilir. Pazar günü büyük bir konvoyla gelin, baba evinden alınır. Kızın yengesi, gelinin sağ ayağına, sağ eline ve başına yağlık bağlar. Damat gelir, gelin çıkarılır. Düğün alayı oğlan evine gelince, damda görevli kişi, aşağıya bir paket oyuncak saçar. Çocuklar bu oyuncakları kapışırlar. Gelinin bindiği taşıttan indirilmesi için, kayınpeder şoföre para olarak bahşiş verir. Kayınpeder ve kayın valide gelinlerini alnından öpüp, “üzerlik” denilen otu nazar değmesin diye yakarlar. Gelin eve girmeden önce, yollarına iki tabak konulmuştur. Bu tabakların birincisi damada, ikincisi geline kırdırılır. Bu onların mutluluklarının sembolüdür. Gelin sağ ayağı ile eve girer. Gelinin oturacağı yere yengesi oturmuştur. Çünkü bahşiş alacaktır. Damat ve gelin tebrik edilerek mutluluk dileklerinden sonra düğün alayı dağılır. Akşam kuşak çözme oyunu vardır. Damadın arkadaşları damadın beline büyük bir yağlık açılmayacak şekilde kör düğüm atarak bağlarlar. Ayağına çizme veya bot giydirirler. Bu haliyle gelinin önüne oturturlar. Hep birlikte “Haydi gelinin gücünü görelim.” diye bağırırlar. Gelin ve yanında duran kızlar bunu çözerler. Damadın arkadaşları damadın bir düğmesini koparıp “Gelin dikebilir mi?” derler. Gelin bunu diker. Damat bundan sonra belinden çözülen kuşakla herkesi kovar. Gelinle başbaşa kalır. Anne onlara yemek getirir. Gerdeğe girilir. Bazı yörelerde bir hafta, bazı yörelerde de kırk gün sonra gelin baba evine el öpmeye gönderilir. Biz de onlara mutluluklar dileriz.
(Hazirlayan: Abdul Fettah NOOR)

5 Kasım 2011 Cumartesi






KURBAN BAYRAMINIZI EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLAR, YÜCE TÜRK MİLLETİNE VE İSLAM ALEMİNE HAYIRLARA VESİLE OLMASINI TEMENNİ EDERİM



26 Ekim 2011 Çarşamba

SANDALİY



Orta Asya bölgesinde kaybolmayı yüz tutmuş geleneklerden biri de ''Sandaliy'' geleneğidir.
Özellikle kış aylarının geldeği şu günlerde içimizi ısıtacak Sandalı geleneğini bir hatırlatmak istedim. Orda Asya'da yapılan evlerin özel bir köşesi olurdu. Bu evlerin en kuytu ve rüzgarın cereyan yapmayacağı bir bölgesi seçilerek orada genişçiği 1,5 metre karelik bir çukur kazılır. Merdiven şeklinde içeriye doğru iki basamaklı bir şekilde yapılan çukur sağlam bir çamurla sıva yapılırdı. Bu çukurun derinliği de yaklaşık yarım metre yara bir metreyi bulmazdı.
Şimdi çukurun üzerine tam oturacak şekilde ahşaptan yapılan kışlık ve yazlık olmak üzere iki ayrı kapağı olur. Biri dört ayaklı masa şeklinde olur bu kış için bir diğeri de yazlık olur oda çukuru tam kapatacak kapak şeklinde yapılırdı.
Kışın için kullanılan masa şeklindeki kapağa Sandalı denir. Sandalı kare şeklinde çukura uygun bir şekilde masa gibi üzerine konulur. Bu bu masanın üzerine özel olarak diktirilmiş yorgan örtülür. Kışın kullanılan bu sandalı köşesinin çukuruna mangallarda köz yerleştirilir. Üzeri yorganla örtülen masanın etrafından ayaklarını masanın içinde olacak şekilde oturulur.
Evde soba yakılmadığı için ısınma işini bu sandalı maması ile sağlarsınız. Bu kış ayı boyunca böyle devam eder. Sabahleyin yerleştirilen közler öğlene kadar devam eder. Akşama doğru yeniden temizlenerek tekrar köz bırakılır ertesi sabaha kadar sıcaklık muhafaza edilir.
Özellikle çocukların rağbet gösterdiği bu sandalı geleneği, hastaların tedavisinde de bire bir yararlı bir uygulama. Ayakların sürekli olarak ısınması ve beline kadar örtülen yorganla muhafaza edilen sıcaklık vücudun tüm organlarına erişir.
Kış aylarında sürekli olarak tekrarlanan bu gelenek bahar aylarının başlamasıyla sandalı masası kaldırılır. Yerine yerle aynı hizada olan tahta döşeme yerleştirilir.
Sandali en çok çocukların sevdiği bir köşe olur. Çünkü burada derin sohbetlerin yapıldığı, bilmeceler ve çeşitli oyunların oynandığı bir köşe olur. Hatta ders çalışmak isteyen çocuklar için de bire birdir. Ayaklarını sımsıcak bir şekilde muhafaza ederek ders çalışmak kadar zevkli bir şey olamaz. Hele hele bu kış aylarında olursa.
(Osman Mahdum)


25 Ekim 2011 Salı





YAVUZ SULTAN SELİM

Yavuz Sultan Selam, Şah İsmail'i yener.
Ardından şu meşhur şiirini yazar.

Sanma şahım, Herkesi sen, Sadık hane yar olur.
Herkesi sen, dost mu sandın, belki ol ağyar olur.
Sadıkhane belki ol alemde serdar olur.
Yar olur, ağyar olur, serdar olur dildar olur.

Yavuz Yultan Selih Han

4 Eylül 2011 Pazar

TÜRKMEN GAZETECİ, YAZAR VE ŞAİR ABDULMECİT TURAN, HAKKIN RAHMETİNE KAVUŞMUŞTUR


Güney Türkistan (Afganistan’da) Türk dilinin ve Türklüğün yeniden canlanmasında kalemiyle ve fiili gayretleriyle önemli rol oynamış şahsiyetlerden biri olan Abdülmecit Turan, yakalanmış olduğu hastalığından kurtulamayarak Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Ömrünün en verimli çağında aramızdan ayrılıp Hakk’a yürüyen Türkçü düşünce ve eylem insanı, milletimizin Türkmen evladı Abdülmecit Turan’a Allah’tan rahmet diliyoruz.

ABDÜLMECİD TURAN

Şahim İşanoğlu Elhac Muhammed torunu Abdülmecid “Turan”, 1339/1960 yılında Andköy’ün Altı Bölek köyünde dünyaya gelmiştir. Bu köyde büyüyüp 1970’te başladığı Karamkul ortaokulunu bitirdikten sonra, Ebu Müslim Horasani lisesine başladı. 1980 yılında liseyi üstün derece ile tamamladıktan sonra, Kabil Üniversitesinin Gazetecilik Fakültesine girdi. 1989 yılında askerlik görevini yerine getirdikten sonra Afganistan Cumhuriyeti Riyaset defterinde memuriyete başladı. Önce memur, sonra şube müdürü olarak uzun yıllar vazife yaptı. Aynı zamanda Afganistan radyo ve televizyonunun Türkmence programında, program müdürü, program hazırlayıcısı, sunucusu ve tercüman olarak da çalıştı.
Çocukluğundan beri ilime bilgiye, özellikle dile, edebiyata ve hatipliğe yatkınlığı ve ilgisi çok olduğundan dolayı, yazıları ve şiirleri ülkenin çeşitli gazete ve dergilerinde bu cümleden Enis, Hivad gazeteleri, Güreş Dergisi, Teavün-i Hemvatan, Milliyetha-yi Birader adlı dergilerde yayınlanıp okuyuculara ulaştırıldı. Ülkede kargaşanın devam etmesi sebebiyle 1986 yılında komşu Pakistan’da yaşamak zorunda kaldı. Gurbet günlerinde Mahdumkulı Firagi adındaki Ferhengi Encümeni kurup ve Güneş Dergisinin alt yapısını oluşturdu. Fiilen halkın kültür işlerini yerine yetirmek için işe soyundu. Ülke matbuatında yayınlanmış pek çok makale ve yazıları vardır. Türkmen çocukları için hazırladığı “Kızıl Gül”ve “Gonça Gül adlı eserleri ile “Köngül Sözleri” adlı şiir kitabı bu ferhengi encümen tarafından yayınladı. Ayrıca geçmişten günümüze kadar Türkmen şair ve bagşılarının yer aldığı “Köngüller Sedası” adlı iki ciltlik kitabının yanı sıra Türkmen halkının geçmiş büyük şahsiyetleri ve eserlerine ait hazırlayıp yayınladığı şu kitapları da vardır:
1. Divan-ı Mahdumkulı Firagı 2.Divan-ı Muhammed Bayramhan Türkmen, 3. Divan-ı Molla Nefes 4. Divan-ı Hoca Nefes 5. Divan-ı Muhammed Veli Kemine 6. Divan-ı Kurban Derdi Zelili 7. Divan-ı Devlet Muhammed Bal Kızıl 8. Dastan-ı Zühre ve Tahir 9. Dastan-ı İbrahim Edhem 10. Dastan-ı Zeynel Arab 11. Dastan-ı Huyrlika Hemrah.
“Sada vü sima-yı hem-vatan” idaresinin (Türkmen, Özbek, Beluci, Paşayi ve Nuristani) amiri olarak çalışmıştı. Güneş Dergisinin kurucusu ve müdürü, Hem-vatan dergisinin yazı kurulu üyesi, Afganistan Türkmenlerinin Mahdumkulı Firagi Ferhengi Encümeninin yönetim kurulu üyesi, Encümen kalemi ile Afganistan Gazeteciler Birliğinin yönetim kurulu üyesi olarak çalışıyordu.
A. Turan, Afganistan Türkmencesinin yazılı eserler vermesinde, özellikle Türkmen yazar ve şairlerinin eserlerinin yayınlanmasında önemli katkıları, hizmetleri olmuştur.
Kaynak: Afganistanlı Türkmen Şairleri Anatolojisi
Konya 2010, s.125-135 kaynağından alınmıştır.
Ridvan Öztürk

MİLLETİM
Vatanıma bahar çağı gelince,
Yağmur yağıp sular dolup akınca,
Genç çocuklar kahkaha atıp gülünce,
Oynayıp gülüp yaşar onda milletim.
Gönüllerden gamlar, kederler gidince,
Muhabbet püskülü gönle erişince,
Kaygılar uzaklaşıp matem yitince,
Oynayıp, gülüp yaşar onda milletim.
Kinler yok olup küsüşler gitse,
Matemin yerini muhabbet tutsa,
Düşmanlar mat olup dostlarımız gülse,
Onda oynar güler elim, milletim.
Turan’ın başından bulut gitmedi.
Allah’ım bu ne bela, millet gülmedi.
Başka halklar gibi dinç olmadı.
Ağlayıp biter oldu elim, milletim

BERİ GEL
Ey periler yüzlü, viran haneme bir lahza gel,
Kıpır kıpır gül gibi açılıp, deli gönlümü almaya gel.
Gece gündüz sen diye ağlayıp geçirdim yılları,
Boyu dik selvi gibi, taze fidanım beri gel.
Dudakların kand u şeker, sözlerin bal misali,
Saçları sümbül olan, fıstık dudaklı beri gel.
Görmedim senin gibi güzel, göz açılalı bu cihanda,
İki cihan serverimsin, dolun ayım beri gel.
Sallanıp evden çıkınca, canım çıkıp aklım gider,
Gerdanı ak, ay yüzlü gecelerin kandili beri gel.
Göğsündeki elman narın, canımı alıp hançer sokar.
Dilleri Türkçe olan tatlı sözlüm beri gel.
Olmaz Mecid’in takatı, her an seni görmezse,
Bütün cihan gerek değildir, sen kendin beri gel.

30 Ağustos 2011 Salı

MÜBAREK RAMAZAN BAYRAMINIZI VE 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMINIZI EN İÇTEN DİLEKLERİMLE KUTLARIM

BİZ TÜRKMENLER'DE ''GOŞA BAYRAM'' DENİLİYOR, CENABI ALLAH, YÜCE TÜRK MİLLETİNE, HER DAİM GOŞA BAYRAM ''ÇİFTE BAYRAM''LAR VESİLE ETSİN

16 Ağustos 2011 Salı



30 YIL ÖNCE TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN HİMAYESİNDE ANADOLUNUN DÖRT BİR KÖŞESİNE YERLEŞTİRİLEN MUTLA TÜRK ASILLI AFGAN GÖÇMENLERİ


7.Cumhurbaşkanı Kenan Evren tarafından 1982 yılında Rusya'nın Afganistan'ı işgali sırasında, Pakistan üzerinden Türkiye'ye getirilen ve değişik kentlere yerleştirilen aileler, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmanın gururunu yaşıyor.
Afganistan Türklerinin Lideri Abdülkerim Mahdum, AA muhabirine yaptığı açıklamada, 29 yıl önce Türkiye'ye ayak bastığı günü ömrünün son anına kadar unutmayacağını söyledi.
Bülent Ulusu'nun Başbakanlığı döneminde Ankara'ya geldiğini Türk kökenli Afganlıların Türkiye'ye gelmesi için çeşitli girişimlerde bulunduğunu kaydeden Mahdum, daha sonra 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in Pakistan ziyareti sırasında müjdeli haberi verdiğini kaydetti.
Cumhurbaşkanı Evren'in Pakistan'daki Türkiye Büyükelçiliği'nde Afgan kökenli ailelerin Türkiye'ye kabulüne ilişkin belgeyi imzaladığını ifade eden Mahdum, ilk olarak askeri uçaklarla aralarında çocuk ve kadınlarında bulunduğu 400 kişinin Pakistan'dan Adana Havalimanı'na gittiğini anlattı.
İlk uçakta kendisinin de bulunduğunu belirten Abdülkerim Mahdum, kendilerini dönemin İçişleri Bakanı Selahattin Çetiner ile öteki yetkililerin karşıladığını dile getirerek, ''Uçaktan inip toprağı öptük. Vatan toprağına bizleri kavuşturduğu için şükürler olsun dedik. O gece bizi İmam Hatip Lisesi'nde yerleştirdiler. Bir iki gün sonra Tokat'a gitmek üzere yola çıktık'' dedi.
Mahdum, yıl sonuna kadar Türkiye'ye gelen Türk kökenli ailelerin sayısının 5 bine ulaştığını vurguladı.
Halen Afganistan'da yaşadığını ve ülkedeki Türk kökenli Afganlıların liderliğini yaptığını belirten Abdülkerim Mahdum, aynı zamanda Burhaneddin Rabbani başkanlığındaki Afganistan Yüksek Barış Konseyi'nin de üyesi olduğunu bildirdi.

-AFGAN GÖÇMENLERİN İLK DURAĞI TOKAT-

Türkiye'ye gelen ilk kafile Adana'dan yola çıkarak Tokat'a ulaştı. Tokat'ın Artova ilçesinde yerleştirilen göçmenler daha sonra Büyük Beybağı Mahallesi ve Yeşilyurt ilçesinde kendileri için yaptırılan konutlara yerleştirildi.
Afganistan topraklarında yaşadıkları acıları içlerine atarak, yarınlara umutla bakakan göçmenler halen kent merkezinde yaşayan 80, Yeşilyurt ilçesinde ise 110 aile o günden beri birbirlerine sıkı sıkıya bağlanarak hayata tutundular. Yıllar içerisinde Tokatlılar ile kaynaşana Afgan kökenli aileler, kız alıp vererek yerli vatandaşlar ile akrabalık ilişkileri de kurdu.
Afgan göçmenlerinin yeni kuşağı Türkiye'deki eğitimlerinin ardından devlet yönetiminin çeşitli kademelerinde ve her çeşit meslekte yer aldı.

-O GÜN KÜÇÜK BİR ÇOCUKTU ŞİMDİ KAYMAKAM OLDU-

Kendisi de Afganistan göçmeni olan ve eğitiminin bir bölümünü Tokat'ta tamamlayan Aksaray'ın Ortaköy ilçesi Kaymakamı Hüdayar Mete Buhara, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Türkiye'nin tarihi geçmişi ve bugünkü güçlü yapısı ile Anadolu'dan yükselen ve gölgesi kendi sınırlarını aşan ulu bir çınar olduğunu belirterek, ''Bu ulu çınar geçmişte birçok soydaşların ortak sığınma noktası oldu'' dedi.
Tarih boyunca dışarıda yaşayan her bir soydaşın ne zaman başı sıkışsa, ne zaman kendini darda hissetse başını çevirip umutla baktığı yerin Anadolu olduğunu ifade eden Buhara, ailesiyle birlikte Afganistan'dan göç hikayesini de şöyle anlattı:
''1982 yılında devletimiz tarafından uçaklarla Adana'ya getirildiğimizde ben küçük bir çocuktum. Adana'da bize gösterilen misafirperverlik sonrasında sürekli kalacağımız Tokat iline otobüslerle gelirken yollarda geçtiğimiz muhitlerdeki vatandaşlar tarafından bize gösterilen ilgi ve alaka hala hafızamda önemli bir yer tutar. Gerek o yıllarda, gerekse de sonrasında bizler burada en üst düzeyde kabul ve güler yüz gördük. Devletimize ve aziz Türk Milleti'ne ne kadar teşekkür etsek azdır. Bu husustaki minnettarlığımız sonsuzdur.
O yıllarda göçmen bir Türkmen ailenin ferdi olarak bu devletin bir kaymakamı olarak görev yapacağımı asla düşünemezdim. Devletimi temsilen devletime ve milletimize hizmet ediyor olmaktan son derece gururluyum bu anlamda. Yaklaşık 14 yıldır mülki idare amiri olarak değişik illerde kaymakamlık ve vali yardımcılıkları görevlerinde bulundum. Bu süre içerisinde layıkıyla hizmet etmeye çalıştım. Ayrıca her zaman bizlerle beraber gelen ya da daha sonra Türkiye'ye gelip yerleşmiş hemşehrilerimle olan bağımı asla koparmadım. Özellikle çocukların ve gençlerin okumaları noktasında hep gayret içerisinde oldum. Türkiye'nin gelecek güzel günlerinde bizlerin de katkısı olsun istiyorum.''

-ABDÜLKERİM MAHDUM'A VE KENAN EVREN'E TEŞEKKÜR-

1982 yılında Afganistan'dan göç eden Türkmenlerden Atamurat Özaydın ise 29 yıl önce Pakistan'dan uçakla Türkiye'ye geldiklerini hatırlattı.
İlk önce Adana'ya geldiklerini belirten Özaydın, ''Oradan da bazılarımız Tokat'ın Artova, Kırşehir'in Çiçekdağı, Sivas'ın Ulaş, Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçelerine yerleşti. Bizim Türkiye'ye gelmemizde Abdülkerim Mahdum beyin büyük katkısı oldu. Mahdum bey Pakistan'da yaşayan Türk kökenli vatandaşların hepsini Türkiye'ye getirtti. Mahdum bey herkese önder oldu. Türkmenler olarak onun hakkını ödeyemeyiz. Bizleri Türkiye'ye kabul eden Kenan Evren paşaya da teşekkür ediyoruz'' diye konuştu.
Türkiye'de bulunmaktan dolayı mutlu olduklarını anlatan Özaydın, şunları kaydetti:
''29 yıldır Türkiye'de yaşıyoruz. Türkiye Cumhuriyeti gelen her aileden bir kişiyi devlet işine yerleştirdi. Bu bakımdan bütün Türkmenler olarak Türkiye'ye minnettarız. Bize Türk halkı da her türlü yardımcı oldu. Türkiye'de yaşamaktan dolayı çok mutluyuz. Buraya ilk geldiğimizde ailelerimiz deri mont işi ile uğraştı. Tokat ve Yeşilyurt ilçesinde yaşayan bazı aileler büyük şehirlere özellikle İstanbul Zeytinburnu'na taşındı.
Türkiye'ye geldiğimizde çocuk olanlar okuyarak meslek sahibi oldular. Tokat ve Yeşilyurt'tan aralarında kaymakam, savcı, doktor, müfettiş, pilot, polis, uzman çavuş, öğretmen, muhabir, hemşire, memur, avukat ve gardiyan olan birçok gencimiz var. Benim de bir çocuğum Vakıflar Genel Müdürlüğü'nde müfettiş. Çocuklarımdan birisi avukat, diğeri de hemşire olacak. Tokat ve Yeşilyurt'taki toplam 190 aile Afganistan'daki yemek kültürlerimizi, geleneklerimizi de yaşatıyoruz. Buradaki tüm Türkmenlerden herkes Türkiye'de yaşamaktan dolayı mutlu. Tokat halkı da bize kucak açtı herhangi bir zorluk çıkarmadılar. Herkes burada özgürce ve huzur içinde yaşıyor.''

-CEYLANPINAR'DAKİ AFGANİSTAN GÖÇMENLERİ-

Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesine gelen Özbek asıllı Afganlılar ise Evren Paşa Köyü'nde inşa edilen 214 konuta yerleştirildi.
Her bir aileye 20'şer dönüm tarla, 45 aileye bir traktör ve büyükbaş hayvan verilirken, zaman içinde nüfusu artan köy Ceylanpınar'ın bir mahallesi konumuna geldi. Afgan gençlerin bir kısmı ilçedeki inşaatlarda işçi olarak çalışırken bir kısmı da Türkiye'nin en büyük tarım işletmesi konumundaki Ceylanpınar Tarım İşletmesi, İlçe Özel İdare Müdürlüğü ve Karayolları Bölge Müdürlüğünde işe girdi.
Ceylanpınar'a geldikleri yıllarda sadece dericilikle uğraşan Afganlar'ın bir kısmı, işlerini geliştirince İstanbul'da Zeytinburnu'na yerleşerek, deri sektöründe faaliyet göstermeye başladı. Ceylanpınar'da kalan aileler ise tarımsal üretimle yaşamlarını sürdürdü.
İlçedeki nüfusları 3 bine ulaşan Afgan göçmenler, her fırsatta kendilerine huzurlu bir ortam sağlayan Türkiye'ye minnettarlıklarını dile getiriyor.

-SICAK BİR YUVAYA VE RAHAT BİR ORTAMA KAVUŞTULAR-

Evren Paşa Köyü Muhtarı Sefer Muhammed Erdem (61), 29 yıl önceki zorlu göç yolculuğunun izlerini hala yüreğinde taşıyor.
Türkiye'nin sağladığı imkanlar sayesinde sıcak bir yuvaya ve rahat bir ortama kavuştuklarını dile getiren Erdem, Afganistan'da başlayıp, Pakistan'ın Karaçi bölgesine uzanan, uçakla getirildikleri Türkiye'de önce Adana ve Diyarbakır'a ardından şu anda yaşadıkları Şanlıurfa'nın Ceylanpınar ilçesine getirildiklerini belirtti.
Bu çerçevede 1986 yılında Ceylanpınar'da yapılan konutlara yerleştirildiklerini ve her aileye 20'şer dönüm tarla verildiğini anlatan erdem, ''Su olmadığı için ilk yıllarda sıkıntı yaşasak da 3 yıl sonra su kanallarının döşenmesiyle sulu tarıma başladık. Burada sebze yetiştirip, satarak yaşamımızı sürdürmeye çalışıyoruz. Ceylanpınar halkıyla iyi ilişkiler içinde yaşıyoruz. İlk geldiğimiz yıl nüfusumuz bin 250 idi. Şu anda 40 civarında aile diğer illere göç etmesine rağmen nüfusumuz yaklaşık 3 bine ulaştı. İşimiz iyi, Allah'a şükür. Bazı ailelerin hala büyükbaş hayvanı var. Çoğunluk kendi tarlalarında çiftçilik yapıyor, yetiştirdikleri sebze çeşitlerini çoğunlukla köyün dışında Viranşehir yoluna kurdukları geçici pazar yerinde satışa sunarak, geçimini sağlıyor'' dedi.

-AFGANİSTAN'DAN GÖÇ'ÜN CANLI TANIĞI-

29 yıl önceki zorlu göçü yaşayan ve şu anda 64 yaşında olan Zeynel Abidin Erol, Afganistan ile Rusya arasında savaş çıktıktan sonra yasa dışı yollardan Pakistan sınırını aşarak Karaçi kenti yakınlarında kurdukları çadırlarda yaşamlarını sürdürdüklerini anlattı.
Yaklaşık 2 yıl boyunca zor şartlar altında yaşam mücadelesi verdiklerini dile getiren Erol, o yıllarda Almanların kendilerini ülkelerine davet ettiğini ancak Türk kökenli oldukları için Türkiye'ye gelmeyi tercih ettiklerini söyledi.
Ceylanpınar halkının kendilerini kardeş gibi karşıladığını da ifade eden Erol, 29 yıldır birlik beraberlik içinde mutlu bir yaşam sürdürdüklerini dile getirdi.

-PAMİR YAYLASI'NDAN ULUPAMİR'E-

Aynı tarihte Van'ın Erciş ilçesinde oluşturulan Ulupamir köyüne yerleştirilen Kırgız kökenli Afganlılar da yaşadıkları coğrafya ve yaşam biçimleri değişse de 30 yıldır Türkiye'de yaşamanın mutluluğunu, Türk vatandaşı kabul edilmenin gururunu yaşıyor.
Sovyetler Birliği'nin 1950 yılında ülkelerini işgal etmesiyle Afganistan'ın kuzeyindeki Pamir Yaylası'na göç eden Hacı Rahmankul Kul liderliğindeki Kırgız Türkleri, 1979 yılında yeniden işgal tehdidiyle karşılaşınca bu kez Pakistan'a göç etti.
Yayla yaşantısına ve soğuk havaya alışık olmaları nedeniyle Pakistan'ın sıcak iklimine uyum sağlayamayan, çeşitli hastalıklar yüzünden çok sayıda kayıp veren Kırgızlar, yaşlılardan oluşan Aksakal Meclisi'nin aldığı kararla Pakistan'ın Türkiye Büyükelçiliğine müracaat ederek 1982 yılında Türkiye'ye sığınma talebinde bulundu.
3 Ağustos 1982'de Pakistan'dan uçaklarla Türkiye'ye getirilen 1150 Kırgız'ın yarısı Malatya'ya, diğer yarısı da Van'ın Erçek beldesine bağlı Karagündüz köyünde yaşamaya başladı.
5 yıl süren ayrılıktan sonra yetkililere bir arada yaşamak istediklerini bildiren Kırgızlar, Başbakan Turgut Özal tarafından 1987 yılında Van'ın Erciş ilçesine 32 kilometre uzaklıktaki Altındere bölgesinde yaptırılan Ulupamir köyüne yerleştirildi.
Göçebe hayatı geride bırakıp kendileri için inşa edilen iki katlı tek tip konutlara yerleştirilen Kırgızlar, yaşadıkları coğrafya ve yaşam biçimleri değişse de 30 yıldır Türkiye'de yaşamanın mutluluğunu, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı kabul edilmenin gururunu yaşıyor.
Erkeklerin geçici köy koruculuğu görevi üstlendiği köyde, geçimlerini tarım ve hayvancılıkla sürdüren Kırgızlar, bin 950'si Ulupamir köyünde olmak üzere 3 bin dolayındaki nüfuslarıyla Türkiye'nin çeşitli illerinde yaşantılarına devam ediyor.
Aradan uzun yıllar geçmesine rağmen göçebe hayatın etkisinden kurtulamayan ve alacakları kararlarda Aksakal Meclisi'ne danışan Kırgızlar, her yıl geleneksel olarak düzenledikleri şenliklerle de kültürlerini tanıtmanın ve gelecek nesillere aktarmanın çabasını gösteriyor.

-''TÜRK BAYRAĞI ALTINDA YAŞADIĞIMIZ İÇİN ÇOK MUTLUYUZ''-

Köyün 42 yaşındaki muhtarı Kasımbek Varol, Türkiye'ye gelişlerinin yıl dönümünde, Pamir Yaylası ve Kırgızistan'dan gelen akrabalarıyla buluşmanın mutluluğunu yaşadıklarını söyledi.
''Bu buluşma hem bizi hem de uzun yıllardır görmediğimiz akrabalarımızı çok mutlu etti'' diyen Varol, büyüklerinden dinlediği göç hikayesini şöyle anlattı:
''Afganistan'dan Pakistan'a göçümüz deve ve at sırtında aylarca sürmüş. Pamir Yaylası eksi 50 derece soğukken, Pakistan'ın 50 dereceyi bulan sıcağına alışık olmayan akrabalarımızdan çoğu, burada yaşamını yitirmiş. Bunun üzerine liderimiz Hacı Rahmankul, Aksakal Meclisi'ni toplayarak Türkiye'ye ya da ABD'ye göç etmemiz konusunu gündeme getirmiş. Aksakal Meclisi de Türkiye'ye göç etmemizin hem inancımız hem de kültürümüz açısından daha uygun olacağını belirtmiş. Daha sonra Pakistan'ın Türkiye Büyükelçiliği'ne müracaat edilmesi üzerine talebimiz kısa sürede kabul edilerek Türkiye'ye getirilmişiz.''
Uçaklarla getirildikleri Adana'da ikiye bölünerek belirli bir süre Van ve Malatya'da yaşadıklarını vurgulayan Varol, 1987 yılından itibaren Ulupamir köyüne yerleştirildiklerini ifade etti.
Varol, asırlarca göçebe hayat sürdükleri için yaşlıların halen 'acaba buradan da mı göçeceğiz?' düşüncesiyle hareket ettiğine değinerek, ''Ama genç nesil artık Türkiye'ye ve Ulupamir köyüne uyum sağlamış durumda. Burası bizim vatanımız oldu ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarında, Türk bayrağı altında yaşadığımız için çok mutluyuz'' dedi.
Hayat şartlarından dolayı bazı akrabalarının Malatya ve İstanbul gibi illerde yaşamlarına devam ettiğini bildiren Varol, 1150 kişiyle geldikleri Türkiye'de nüfuslarının şu anda 3 bin dolayında olduğunu ve bunlar arasında devletin çeşitli kademelerinde görev alan kişilerin bulunduğunu dile getirdi.
Varol, Türkiye'de yaşadıkları tek sıkıntının, Kırgızistan ve Pamir Yaylası'nda bıraktıkları akrabalarına duyulan özlem olduğunu belirterek, devlet yetkililerinin de desteğiyle yıl içerisinde akrabalarıyla buluştuklarını söyledi.
Ulupamir köyü Aksakallılarından 78 yaşındaki Abdülbaki Bahadır ise deve ve at sırtında süren zorlu yolculuğun ardından geldikleri Pakistan'da sıcaklardan dolayı çok sayıda kayıp verdiklerini bildirerek, ''Şimdi burada rahat bir şekilde yaşıyoruz. Burada olduğumuz için çok mutluyuz ve Türkiye devletinden çok memnunuz'' şeklinde konuştu.
Kırgızlı kadınlardan Mihman Özçetin ise küçük yaşlarda geldiği Türkiye'yi kendi memleketi olarak benimsediğine dikkati çekerek, şöyle konuştu:
''Anne ve babamın anlattığına göre çok zor şartlarda buralara gelmişiz. Buraya geldiğim için çok memnunum. Hiçbir sıkıntı çekmedik. Burası kendi dilimizden, kendi kanımızdan bir ülke. Ayrı kaldığımız akrabalarımızla da ilgili makamlar sayesinde görüşüyoruz. Onlar da Türkiye'yi, bizim yaşadığımız yerleri gördüklerinde memnuniyetlerini dile getiriyor. Ben de oradaki akrabalarımı gidip ziyaret etmek istiyorum fakat oralara dönmek istemiyorum. Burada çok mutluyum.''

-GAZİANTEP'TE YAŞAYAN AFGAN TÜRKLERİ-

Türkiye'ye getirilen 4 bin 500 Türk asıllı Afgan göçmenden biri olan Esat Güvener, 1982'de Türkiye'ye ayak basında Gaziantep'e gönderilen aileler arasında bulunduğunu söyledi.
Afganistan'da Japonya'dan beyaz eşya getiren bir şirket için tamircilik yaptığını, Türkiye'de ise sınava girerek Devlet Demir Yolları'nda işçi olduğunu bildiren Güvener, ''1995'e kadar çalıştım. Askerliğimi de saydırdıktan sonra yaştan emekli oldum'' dedi.
Güvener, 8 çocuğu olduğunu ve çocuklarının çoğunun yurt dışında bulunduğunu ifade ederek, şunları kaydetti:
''Ecdadımızın toprağına ayak bastığımızdan beri bir acayip his doğdu içimize. O damlacık, değersiz ve güçsüz su, kükremiş bir sele dönüştü, hala kendimizi öyle hissediyoruz. Artık biz de Mehmet Akif'in dediği gibi 'kükremiş sel gibiyim bendimi çiğner aşarım, yırtarım dağları enginlere sığmam taşarım' diyoruz. O hissiyatı, o gücü bizlere veren siz kardeşlerimiz oldunuz. Allah sizden razı olsun. Hiçbir sıkıntı çekmedik burada.'
Afganistan'dan göç edenlerden Yusuf Özberk ise Türkiye'ye gelmek için ilk isim yazdıranlardan olduklarını söyledi.
5 çocuğu olduğunu ve hepsini okuttuğunu dile getiren Özberk, ''Afganistan'da devlet memuruydum. Buraya geldiğimizde başka bir iş bilemedik. Eşim sırma işiyle uğraşıyordu, onunla uğraştık. Şimdi deri işiyle uğraşıyoruz. Deri mont, ceket tamiratı yapıyoruz. Bir dükkanım var evin yanında. Allah'a şükürler olsun çok memnunuz'' diye konuştu.

-''DEVLET ARAZİ VERDİ, GÜL GİBİ GEÇİNİP GİDİYORUZ''-

Antakya'nın merkeze bağlı Ovakent beldesine yerleştirilen Özbek asıllı Afgan göçmenleri ise 29 yıldan bu yana geçimlerini tarım ve hayvancılığın yanı sıra tekstil işi yaparak sağlıyorlar.
Ovakent Beldesi Belediye Başkan Yardımcısı Mahmut Öztürk, Özbek kökenliler olarak Türkiye'de yaşamaktan dolayı çok mutlu olduklarını söyledi.
Öztürk, ''3 Ağustos 1982 yılında 7. Cumhurbaşkanı Kenan Evren'in desteğiyle savaştan kaçarak Türkiye'ye getirildik. Türkiye'ye sığınanların sayısı 5 bin civarındaydı. Tokot, Gaziantep, Şanlıurfa, Van, İstanbul Zeytinburnu ve Hatay'a yerleştirildik. Sadece Hatay'a gelenlerin sayısı ise 171 hane ve yaklaşık 600 kişiydi. 29 yıl içinde 4 kuşaktır nüfusumuz 10 bini buldu'' dedi.
Türkiye'nin kendilerine kucak açmasının yanı sıra 10'ar dönüm de arazi verdiğini, gül gibi geçinip gittiklerini belirten Öztürk, ''ABD ya da Avrupa'nın en iyi ülkesine gitmiş olsak böyle mutlu olmazdık'' diye konuştu.
Öztürk, belediye başkanı ve meclis üyeleri dahil tüm yerel yöneticilerin Afganistan'dan gelen Özbeklerden oluştuğunu, beldelerine en iyi hizmeti getirmek için büyük çaba harcadıklarını anlattı.
AA

2 Ağustos 2011 Salı

TARİHİ NAMAZGAH

Türkiye'nin en güzel turizm kenti olan Gelibolu ilçesindeki açık hava camisi (Namazgah) muhteşem görüntüsüyle herkesi büyülüyor.
1407 yılında İskender Bey tarafından sefere çıkan denizci askerleri Azepler için yaptırılan Namazgah'ta Ramazan aylarında akşam namazı ve Teravih namazı kılınırdı.
Yaz aylarında büyük bir huşi ile teravih namazının kılındığı Namazgah adeta eski günlerini arar gibi duruyor.
Görkemi ve duruşu ile adete gelini andıran, taze bir gelen gibi bekleyen namazgahı görüp de etkilenmemek ve onun bu duruşundan ve ihtişamından feyiz almamak ve atalarımızın inançları için neleri yaptığını görmemek mümkün mü?
1407 yılında yapılan Azepler Namazgahı, Osmanlı mimarisinde namazgâhların en görkemlilerinden biridir. 12.50x10.00 m. ölçüsünde olan Gelibolu Namazgahının avlusu duvarla çevrili. İki minberi bulunnan ve bu minberlerden birinin üzeri külahlı, diğeri açık olan Namazgahın minberlerin ortasında yer alan mermer mihrap stalaktitlidir ve iki yanında da birer dikdörtgen çerçeveli penceresi bulunmaktadır.
Ayrıca mihrabın iki yanında duvara bitişik birer sütun bulunan Namazgâhın dikdörtgen söveli giriş kapısı üzerinde üçgen şeklindeki kitabesinde bu kapının Ladikli Süleyman Oğlu Aşık tarafından yaptırıldığı yazılıdır.
Kitabenin çevresi rûmi ve palmetlerle süslenen Namazgahı, Gelibolu Turizm Derneği ve Gelibolu Müftülüğünce temelden onarılarak bugünkü durumuna getirilmiştir.
Namazgahın batı tarafından Bayraklı Baba türbesi ve dört yüz metre sağ tarafından da evliyaların izdivaya çekildiği Çile Hane bulunyor. Buraya Vatandaşların yoğun ilgisi olduğu için muhafaza eden şahıslar görev alıyor.


(Derleyen Osman Mahdum)
BİR ÇAY İÇİMİNDE TÜRKMENİSTAN
Türkistan aşığı, değerli ağabeyim Ahmet Kömeçoğlu'nun hazırlayıp sunduğu Bir Çay İçiminde Türkmenistan kitabı çıktı.
Değerli büyüğüm Ahmet Kömeçoğlu, Türkmenistan'ın başkenti Aşkabat'ta TRT' de çalışırken kendisi ile üç sene yan yana çalışma fırsatı bulmuştum. Örnek devranışı ve beyefendi duruşu ile bana öncü bir ağabeyliği yapan Kömeçoğlu'nun değerli fikrinden yararlanma imkanı buldum. Hayata bakışı ve sağlam bir inançlı duruşu ile kendisinden daime feyiz almamı sağlayan Ahmet Kömeçoğlunun hazırlamış olduğu bu eseri büyük bir heyecanla okuduğum. Türkminlerin yakın tarih ile şimdiki hayatını harmanlayarak kaleme alınan Bir Çay İçiminde Türkmenistan eserini her Türk severin büyük bir beğeni ile okuyacağından eminim.
Bir Çay İçiminde Türkmenistan, uçan ilk Türk’ün vatanı, Köroğlu’nun ana yurdu, çöle gizlenmiş hayatların ülkesi Türkmenistan’ı ve Türkmenleri, ortak geçmişin izlerinden yola çıkarak anlatıyor. Türkiye’ye olan uzaklığına ve o uzaklığı daha da aşılmaz kılan engellere karşın hâlâ Türkiye Türkleriyle aynı ağıtı dillendiren, aynı türküleri söyleyen; eğlenceleri, toyları benzeş, yer yurt adlarından yemeklerine kadar kardeş insanların yurdu Türkmenistan’ın, dünü ve bu günü, sözlü anlatım geleneğinden izlerle sunulan Bir Çay İçiminde Türkmenistan 20 Haziran 2011 tarihinden itibaren tüm kitap satış noktalarında okuyucuya sunuluyor.


BİR ÇAY İÇİMİNDE TÜRKMENİSTAN KİTABINDAN
Zor günler, devirler geçiren Türkmen halkı için ekmek, nimettir ve adı da Çörek’tir. Aşkabat’ta ve öteki Türkmen şehirlerinde, Gızgın Çörek yazılı araçlarla dağıtılan ve yine Gızgın Çörek fırınlarında üretilen, sadece ekmektir. Türkiye’deki tava ekmeğine benzeyen şekliyle, kalıplarda şekillendirilen ve gazlı fırınlarda pişirilen bu ekmek Sovyet Ekmeği’dir, Türkmen Çöreği değildir.
Ekmeğin, Türkmen çöreği olabilmesi için, ağzı dualı Türkmen kadınının, maharetli eli değmelidir. Bir başka ifadeyle, hamuru Türkmen gelinince yoğrulup dinlendirilen, ekmek tahtasının üzerinde elle açılıp, üzerine nokta nokta Türkmen motifi işlenen, Bismilla diyerek saksavul çalısıyla kızdırılmış tandırın iç duvarına yapıştırılıp, nar gibi kızartılan ekmek, Türkmen Çöreği’dir

Bu neslin Türkmenleriyle başlayan, arakla duyguların ve tepkilerin törpülenmesi süreci, sonraki dönemlerde de artarak devam etti. Düzene uyum sağlayanlar keyiften, uyumsuzlar ise kederden içtiler ve Sovyet Türkmenlerinin sofrası votkasız olmaz hale geldi. Özellikle toylarda su gibi arak içmek, bir Türkmen geleneği haline geldi. Türkmen’in toysuz günü geçmediğinden, araksız günü de geçmez oldu. İşte bağımsızlık tam da bu günlerden birinde çıkageldi.

Rivayete göre Çoban Ata, iki erkek ve bir kız kardeşin en büyüğüdür. Günlerden bir gün, kız kardeşlerinin nasibi açılır. Çoban Ata ve iki erkek kardeşi, gözlerinin nuru bacılarını, Türkmen geleneklerine göre gelin etmek ister. Toy kurulur, yemekler yapılır, oyunlar oynanır. Sıra, kız çıkarmaya yani gelini oğlan evine, yeni yuvasına götürmeye gelir. Gümüş takılarla, işlemeli örtülerle süslenmiş develer sıra sıra dizilir. Çeyiz yüklü develerin en görkemlisi gelin için ayrılmıştır. Gözünden gayrı her yeri işlemeli kıyafetle örtülü Türkmen Gelin, ağabeyleri tarafından deveye bindirilir. Ağlaşmalar, gülüşmeler, türlü türlü maniler ve dualar eşliğinde kervan yola düzülür. Ahalteke Atların üzerine gururla kurulan Çoban Ata ve kardeşleri, arı ve namusuyla evden çıkan, geline eşlik eder.

Akla gelmeyen başa gelir ve düğün alayına, eşkıyalar saldırır. Çoban Ata kardeşlerine kaçmalarını ve kız kardeşlerini kurtarmalarını söyler. Kendisi geride kalır. Eşkıyalarla vuruşur. Böylece kardeşlerinin uzaklaşmalarını sağlamaya çalışır.


BİR ÇAY İÇİMİNDE TÜRKMENİSTAN
EDE YAYINCILIK, Türk Gezginleri Dizisi
ISBN:978-605-62207-1-5
Yazar: Ahmet KÖMEÇOĞLU
Kapak Tasarımı ve iç resimler: Semiha ŞAHBAZ
224 sayfa, Karton Kapak

26 Temmuz 2011 Salı



TİKA ŞİBİRGAN'IN KASABASI KIZILAYAK'TA POLİKİLİNİK AÇIYOR

Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) Afganistan'ın küzey vilayetlerinden Şibirgan'a bağlı Kızılayak kasabasında 17 yatak kapesteli polikiliniğin imarının temelini attı.
Kadın doğum hastalıkları ve doğum esnasında çocuk ölümlürinin en yoğun olarak görüldüğü bölgede büyük bir eksiklik kapanmış oluyor. TİKA tarafından yaptırılacak olan polikiliniğin çevre köyler için de çok yarallı olacağı düşünülüyor.
Gelecek bahar ayına yetiştirilmesi düşünülün Polikiniğin, Şibirgan ile söz konusu köyler arasındaki tali yol ve toprak yol olduğu için hastaların çoğu hastalıkları yanısıra yol eziyetinden de kurtulmuş olacaklar. Toz toprağa maruz kaldıkları ve bazen hamile bayanların doğum sancısı ile yola koyulduğunda Şibirgan'daki hastahaneye ulaşamadan yolda doğum yapmaları gibi büyük bir zorluktan kurtaracak olan Polikiliniğin halk için ve bölge için de büyük yarar sağlayacak. Hatta ölüm riski taşıyan hastaların zor şartlarda Şibirgan'a ulaştırılması gibi bir meziyetten de kurtarmış olacak.
Şibirgan'da Afgan Türk Dostluk Hastahanesinin giderleri ve ilaç masrafları dahil tüm giderlerinin sorumluğunu üslenen TİKA, yılda, bir ya da iki defa Türkiye'den gönüllü Türk doktorları toplayarak Afganistan genelinde sağlık taramasından geçiriyor. Aynı zamanda gerekli tıbbi malzemeler ve ilaç yardımında bulunuyor.
Afganistan'da sağlık konusunda büyük organizasyonlar gerçekleştiren TİKA, Afganistan'ın çeşitli yerlerinde yol köprü ve okulların imarı konusunda da büyük desteklere imza atıyor.
(Derleyen Osman Mahdum)

23 Temmuz 2011 Cumartesi

ÇİLLEHANE
Gelibolu’nun Feneraltı Mevkiinde dik bir kayanın altında bulunan oyuk, küçük bir oda haline getirilmiştir. Yazıcızade Mehmet Efendi ünlü Muhammediye isimli eserini yedi yıl burada inzivaya çekilerek yazmıştır. Günümüzde bu oyukta bir seccade ile abdest almak için ibrik bulunmaktadır.
Bu oyuğun önüne sonraki dönemlerde yuvarlak kemerli kaba yontma taştan bir giriş eklenmiştir. Gelibolu'nun en önemli ziyaretlerinden biri olarak bilinen çilehanenin bazı kaynaklardan öğrenilen bilgilere göre, Yazıcızade Mehmet Efendi Ankara'da doğup Gelibolu'da yaşadığıdır.
Gelibolu'ya nereden geldiği bilinmeyen Yazıcızade kardeşler ve babaları yazıcı Salih Efendi, ömürleri boyunca Gelibolu'da kalmışlardır.Gelibolu'ya yerleşmesinin bir nedeni Gelibolu'da bulunan vezir Mahmut Paşa'ya duyduğu derin sevgi ve saygıdır. Yazıcızade Mehmet Efendinin mezarı Hamzakoya giden Keşan Caddesi üzerinde, kendi adıyla anılan Yazıcızade mezarlığının içinde ve mescidin bitişiğindedir. Kardeşi Ahmeti Bican'ın mezarı ise elli metre kadar aşağıda ve iki cadde arasındaki ağaçlık içinde ve yazıcızade çeşmesinin üzerindedir. Babaları Devlet hizmetinde çalışan, bilgili, katip olarak çalışmış, lakapları babalarından gelmektedir. İlk hocaları babalarıdır. Ancak Yazıcızade kardeşlerin yetişmesinde Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin payı büyüktür. Mehmet ve Ahmeti Bican Ankara'ya giderek Hacı Bayram-ı Veli'nin öğrencisi olurlar. Mehmet efendi, Muhammediye ve diger eserlerinde şeyhinden hep saygı ile bahseder.
"Cihanın kutbu mahı Hacı Bayram Cıhanın Şeyhi Şahı Hacı Bayram" Der. Yazıcı Mehmet efendi, 1451 yılında 2.Murat'ın kendisine Türkçe eserler yazması için emir verdiği sıralarda Gelibolu'da ölür. Yazıcızade Mehmet efendi, "MUHAMMEDİYE" adlı eserinden önce arapça olarak "Megaribü-üzzaman" ve Serhür-i Füsüsü-Hiken" adında iki eser yazmıştır. Muhammediye adlı ünlü eserini 1449 yılında tamamlamıştır. Bu ünlü eserini bugünde ziyaretgah olarak kullanılan ÇİLEHANEDE yedi yılda yazdığı kaydedilir.
Yazıcızade Mehmet Efendi'nin el yazması asıl nüshası olan bu kitap 1449 yılında Gelibolu'da yazılmış olup, 326+4 sahife 25.4x16.1 cm. boyutlarında kahverengi meşin ciltlidir. Kitabın 242 b ve 323 b sahifelerinin bir kısmının yanık olduğu görülmektedir. Bu yanıkların Yazıcızade Mehmet efendinin Allah ve Resulallah aşkına çektiği bir "AH" ile bu sahifelerin yandığı söylenir.Kitabın 121. Sahifesinin daha da yanık olduğu görülmektedir. Bu sahifede "Kaside-i Hazertünnebi" kayıtlıdır. Kitab-ı Muhammediye bugün Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv ve Neşriyat Müdürlüğünde bulunmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Gelibolu'nun stratejik durumu bahane edilerek Vakıflar Genel Müdürlüğünce. Gelibolu'da Yazıcızade Mehmet Efendinin türbe ve mescidinde bir abanoz kutu içersinde saklanmakta bulunan bu değerli el yazması kitap yerinden alınarak Ankara'ya götürülmüştür. Gelibolu'da binlerce kişi tarafından ziyaret edilen mezarı, gelen ziyaretciler bu kitabıda görmek istemektedirler, bunca ziyaretci gözardı edilerekAnkara'ya götürülen bu eserin baş tarafına "mu'tad haricinde menzilinden (Gelibolu) çıkarılmasın" diye yazmıştır Yazıcızade Mehmet efendi. Bu değğerli insan kitabının baş sahifesine yazarak katabının türbesinde ziyaretciler tarafından görülmesini istemiştir.

16 Temmuz 2011 Cumartesi

AFGANİSTAN TÜRKMEN ŞURASI YÖNETİM KURULU BAŞKANLIĞINA HACI EMİN KANİ GETİRİLDİ

Afganistan Türkmenleri'nin siyasi, sosyal ve kültürel kuruluşu olan Türkmen Şurası Yönetim Kurulu Başkanlığı seçimi yapıldı.
Geçen hafta başkent Kabil'de gerçekleştirilen Türkmen Şurası Yönetim Kurulu Başkan ve yardımcılarını belirliyen seçime 850 kişilik delege katıldı.
Afganistan'ın değişik vilayetlerinin yanı sıra ABD, Almanya, S.Arabistan, Pakistan ve İran gibi çeşitli ülkelerde yaşayan Türkmen ileri gelenleri ve aksakkallarının katıldığı seçime, yaşulular arasından 242 kişilik merkez şurası üyesi siçimi yapıldı. Sözkonusu 242 kişilik üyenin 177'si Türkmen Şurası başkan ve başkan yardımcısı seçimi için sandık başına gittiler.
Kunduz Vilayeti eski parlementerlerden Hacı Emin Kani ve Şibirgan eski Valisi Rozmuhammet Nur'un aday gösterildiği başkanlık seçiminde, Hacı Emin Kani 94 oy alarak başkan seçildi.
Rozmuhammed Nur ise 80 oy alarak başkanlıktan elendi.
Başkan yardımcılığına ise Mezar-ı Şerif'ten Mevlevi Nimetullah, Meymene'den Kurbanmurat ve Şibirgan'dan Ömer Mahdum seçildi.
(Derleyen: Osman Mahdum)


13 Temmuz 2011 Çarşamba




BAYRAKLI BABA TÜRBESİ

Çanakkale’nin Gelibolu ilçesinde, birçok İslam büyüğünün türbe ve mezarı bulunuyor. Bunların arasında en tanınmışı ise “Bayraklı Baba” olarak bilinen Karacabey’in türbesi.
Özellikle Ramazan ayında, türbe, dua edip bayrak asmak için gelen ziyaretçilerle doluyor. Türkiye ve dünyanın birçok yerinden gelenler binlerce Türk bayrağının bulunduğu türbeyi ziyaret ederek, dua ediyor ve dilekte bulunuyorlar. Bayraklı Baba olarak bilinen Karacabey, Gelibolu’nun Hamzabey koyuna bakan yönünde astsubay gazinosunun bitişiğinden inen beton dar bir yolun altında bayraklarla donatılmış, küçük bir bahçenin içinde bulunan mermer bir mezarda yatmaktadır.


RİVAYET
Asıl adı Karacabey olan Bayraklı Baba, Osmanlı ordusundabayraktarlık yapmıştır. 1410 yılında Karacabey, düşman tarafından sarılır, kimi şehit kimi tutsak olur. Direnen Karacabey kurtuluşu olmadığını fark eder. Ya şehit olacak, yada düşmana esir düşecektir. Her iki ihtimalde de, taşıdığı bayrak, düşmanın eline geçecek. Ancak bayrağı “Namus” olarak nitelendiren Karacabey bayrağı küçük parçalara böler ve yutar. Bu sırada takviye kuvvetler gelir ve düşman püskürtülür. Yaralı olarak bulunan Karacabey’e, sancağın ne olduğunu sorarlar, düşmana teslim etmemek için yuttuğunu söyler. Komutan, bu sözlere inanmaz. Dürüst ve yiğit biri olan Karacabey, bunu ispat etmek için keskin palası ile karnını yarar ve yuttuğu bayrak parçaları karnından dışarıya kanlarla beraber çıkar. Yaptığı işin gururuyla son nefesini veren Karacabey’in son sözleri, “Benim mezarımı buraya kazın ve hiçbir zaman bayrak eksik etmeyin” olur. Bir başka hikaye ise şöyledir; Karacabey donanmada bayraktarlık yapan bir denizcidir. Marmara Yassıada açıklarında, Bizans donanması ile yapılan savaşta, elinde sancağı ile beraber şehit düşmüştür. Donanmanın merkezi olan Gelibolu’da sahile yakın bir yere gömülmüş ve vasiyeti üzerine mezarı bayraklarla donatılmıştır. Rivayet nasıl olursa olsun, Bayraklı Baba’nın mezarı, bayraklarla dua etmeye gelen vatandaşlarla dolup taşıyor. Bazıları dua ederken, bazıları da, Bayraklı Baba’dan dilek diliyor. Eğer dilek kabul edilirse, dilek sahibi minnettarlığını göstermek için bir bayrak getirip türbeye asıyor. Dışarıdan gelip dilek dileyenler ise sipariş vererek bayrak astırıyor.

11 Temmuz 2011 Pazartesi

OSMAN GAZİ'NİN TÜRBESİ'NE ZİYARET
Osmanlı İmparatorluğu'nun kuruluşu ve ilk temel taşlarının atıldığı bu toprakları ziyaret etmek ve atalarımın, ejdadımın türbelerini ziyaret etmek bizim için en büyük bir şeref ve en büyük bir kıvançtı. Hatta geç bile kalmıştım bu ziyaret için.
Osman Gazi'nin huzuruna vardığımda, onun için hatim duası okurken gözlerimin yaşlarını tutamadım. Aklımdan şu sözleri geçereyordum ''Cihan padişahı olacak evlatların atası'' olan Osman Gazi'nin istirahatgahının huzurundaydım.
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (SAV)'in müjdelediği ''ne güzel komutan'' olacak Fatih'in soy ağacının temelinin karşısındaydım.
Cenabı Allah'ın emri ile Mısır'a fethe çıkacak Yavuz Sultan Selim Han'ın, Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Han'ın soy ağacının yanı başındaydım.
Sen ne güzel bir insansın. Sen ne büyük bir insansın. İki Cihan Serveri Hz. Muhammed (SAV) in müjdeleyeceği evlatların olacak. Sana müjdeler olsun ki senin evletların Cenabı Allah'ın emri ile sefere çıkacak. İslam sancaktarı olacak, sen ne büyük atam, ne büyük ceddimsin.
Bunlar aklıma geldikce ve aynı zamanda benim yaşadığım topraklardan Orta Asya'dan ta buralara yani Anadolu'ya kadar gelerek mesken tutan atalarımın huzurundaydım.
Bunları görüp duygulanmamak elde mi. Sizin ihtişamınızı görüp de duygulanmamak, göz yaşlarınızı tutabilmek mümkün mü.
Selam olsun sizlere, selam olsun evlatlarına, selam olsun mukaddes orduna, selam olsun Oğuz Han'dan buyana ve kıyamete kadar ebedi olarak parlayacak Türk bayrağını dik tutan erlerine, mert yiğitlerine selam olsun.

OSMAN GAZİ

Oğuzların Kayı boyundan, Türkiye Selçuklularının uç beyi ErtuğrulGazi’ nin oğlu olup, 1258 senesinde Söğüt’ te doğdu. Küçük yaştan itibaren İslam ilimlerini öğrenen Osman Gazi, ayrıca mükemmel bir askeri talim ve terbiye gördü. 1277′de Anadolu‘ nun İslamlaştırılıp, Türkleşmesi faaliyetine katılan gönül sultanlarından ve ahilerden biri olan Şeyh Edebeli’ nin kızı ile evlendi. Babası ErtuğrulGazi’ nin 1281′de vefatı üzerine bey seçilip iradeyi ele aldı.
Osman Beyi Kayıların başına geçince Söğüt’ ü kendisine merkez yaparak Akçakoca, Gazi Abdurrahman, Aykut Alp ve Konur Alp gibi beylerle Bizans’ a karşı fetihlere girişti. 1285′ de Kulaca Hisar’ ı feth edildi. 1288′ de İnegöl ve Karacahisar tekfurlarının kuvvetlerini Ekizce’ de bozguna uğrattı. Bu savaşta Osman Gazi‘ nin kardeşi Saru Batu şehid oldu.
Osmanlıların daha sonra Karacahisari Taraklı ve Göynük’ ü elde etmesi üzerine, bölge tekfurları ittifak ederek Osman Gazi‘ yi bir düğün münasebetiyle öldürmek istediler. Dostui Harmankaya hakimi Köse Mihal (ki daha sonra İslamiyet’i kabul ederek Mihal Gazi adını almıştır)’ in haber vermesi ile vaziyeti öğrenen Osamn Gazi sür’atle harekete geçerek Bilecik ve Yarhisar’ ı ele geçirdi.
1299′ da Türkiye Selçuklu sultanlığındaki iktidar boşluğundan faydalanan Osman Gazi istiklalini ilan etti. 1301′ de Yenişehir’ i alarak İznik ve Bursa'nın fethinin yolunu açtı. Bursa, Kite ve Atranos tekfurlarının kuvvetlerini Koyunhisar mevkiinde bozguna uğrattı. Bu zaferden sonra Kestel, Kite ve Ulubat kaleleri Osmanlıların eline geçti.

OSMAN GAZİ'NİN OĞLU ORHAN GAZİ'YE VASİYETİ:

Ey oğul Her işten önce din işlerine dikkat et. Zira farizaya (farzlara) dikkat, din ve devletin güçlenmesine sebeptir. Din işlerini; dikkatli olmayan, itikadı bozuk ve doğru yoldan ayrılmaya yönelen, büyük günahlardan kaçınmayan, helala-harama dikkat etmeyen sefihlere ve ayrıca tecrübesiz kişilere bırakma, devlet idaresinde bu gibi kişilere iş verme!.. Zira yaratandan korkmayan, yaratılandan hiç korkmaz. Büyük günah işleyen ve bunu devam ettiren kimsede sadakat olmaz. Böyle kişilerin sadakati olsa ümmeti olduğu Peygamber-i Zişan'ın sadık tebligatı üzere hareket eder de şer'i şerifin dışına çıkmazdı. Zulümden, bid'atten sakın. Zulme ve bid'ate teşvik edenleri devletinden uzaklaştır. Çünkü böyleleri seni zevale uğratmış olurlar.
Daima cihad ile devletini genişletmeye çalış. Çünkü uzun zaman sefer olunmazsa askerin secaatine; reislerin ve kumandanların bilgi, tedbir ve malumatına ağırlık ve noksanlık gelir. Böyle sefer işlerini bilenler ölür gider de yerine tecrübesiz kimseler gelir, bu yüzden de bir çok hatalar meydana gelir ki, bundan da devlet büyük zararlar görür. Beytü'l-mali koru! Devletin servetini çoğaltmaya çalış!.. Şer'i şerifin ölçüsüne göre sana ait olana kanaatle, ihtiyaçlarından ve gerekli olanlardan başka lüzumsuz yere telef etme, israftan kaçın. Askerinle, malınla gururlanma. Zira onlar Allah yolunda cihad için milletin işlerinin yerli yerinde görülmesi ve cihana adalet ve fazileti yayman için vasıtadırlar.
Sadakatle Allah rızası için çalışan devlet erkanını koru!.. Vefatlarından sonra böyle kimselerin çoluk-çocuğuna bak, ihtiyaçlarını karşıla.!..Halkından hiç kimsenin malına tecavüz etme!.. Hak edenlere yardım ile iltifat elini uzat, böylelerinin yakınlarını sıkıntıdan kurtar. Askeri erkanı iyi koru!.. Alimler, fazıllar, sanatkarlar, edipler; devletin bedeninin gücüdür. Bunlara iltifat ve ikramda bulun. Bir kemal sahibi işitince onunla yakınlık kur, dirlikler ver ve ihsan eyle!.. Hükümetinde ulema, fazıl kimseler, erbab-ı maarif çoğalsın, siyaset ve din işleri nizam bulsun!..
Benden ibret al ki, bu diyarlara zayıf bir bey olarak gelip haketmediğim halde bunca inayet-i celile-i Rabbaniye'ye mazhar oldum. Sen de benim yolumdan git ve bu Din-i Muhammedi'yi ve ashabını, başka sana tabi olanları koru. Allah'ın (c.c) hakkını ve kulların hukukunu gözet!.. Ve senden sonrakilere böyle nasihat etmekten geri durma. Ve adalet ve insafa riayet ile zulmü kaldırmaya devam ile her bir işe teşebbüs de Allah'ın yardımına güven. Halkını düşman istilasından ve zulme uğratılmaktan koru!.. Haksız yere hiç bir ferde layık olmayan muamelede bulunma!.. Halkı taltif et, hepsinin rızasını kazan.''

(Derleyen: Osman Mahdum)

19 Haziran 2011 Pazar


TÜRKİSTAN'DA SON TÜRK DEVLETİ BUHARA EMİRLİĞİ VE ALİM HAN 1990′ların başında S.S.C.B. dağılınca, dünyadaki güç dengelerinde köklü değişimler oldu. Bundan en fazla Türk Dünyası etkilendi. Uluslararası plâtformda tek Türk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti, bu tarihten sonra kendisi ile ortak özelliklere sahip Türkistan Türk Cumhuriyetleri ile sıcak münasebetler kurma imkânı buldu. Bu ilişkiler siyasî, kültürel ve ekonomik alanlarda olumlu bir seyir izlerken, Türkiye, millî tarih anlayışı çerçevesinde İslâm öncesi dönemi de içine alan ortak bir tarih anlayışı geliştirmektedir. Türkistan’da Sovyet baskısı yüzünden millî tarih anlayışı reddedilmiş, ayırımcı etnik tarih anlayışı benimsenmiş; tarih alanındaki çalışmalar sınırlandırılmış ve resmî çizginin dışına çıkılması da önlenmişti.
Bu uygulama, Türkistan ile Türkiye tarihçileri arasında görüş ayrılıklarının ortaya çıkmasına yol açmıştı. Bağımsızlık sonrası süreçte ise, bu farklı anlayışların giderilmesi ve ortak tarih anlayışı geliştirme zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bu süreçte Türkistan’daki Rus işgalinden önceki son Türk devleti olan Buhâra Emîrliği ayrı bir öneme sahiptir. Fakat Sovyet faktörü yüzünden, Türkiye’de, Türkistan’da Timur sonrası ortaya çıkan “Hanlıklar Dönemi” ve bu dönemin en önemli aktörü olan Buhâra Emîrliği ile ilgili çalışmalar yetersiz kalmıştır.
Bu çalışmamızın amacı, Türkistan ile Türkiye arasında Sovyet döneminde oluşturulan ayrışmayı ortadan kaldırmaktır. Aynı zamanda burada Buhara Emîrliği’nin son hükümdarı Âlim Han ve dönemine farklı açıdan bakılmıştır. Rusların ve onlarla işbirliği yapan “Ceditçiler”in siyasî propagandalarının yarattığı yanlış değerlendirmeler de vurgulanmıştır. Ceditçiler muhalif oldukları için; Ruslar ise, işgal ettikleri Türkistan topraklarının son hükümdarı olduğu için, Âlim Han’ı karalama yolunu seçmişlerdir. Dönemle ilgili olarak “Ceditçiler” tarafından yazılanlar tarihçilerce de kullanıldığı için, Âlim Han hakkında olumsuz ve gerçek dışı ithamlar yaygınlık kazanmıştır. Şunu da belirtmek gerekir ki, Âlim Han hem hükümdarlığı döneminde hem de sürgün hayatında Türkistan halkınca eleştiriyi hak edecek bariz hatalar yapmıştır. Ama bunlar, Rusların dillendirdikleri gibi “hainlik” derecesinde hatalar değildir.
Âlim Han’ın özellikle çok az bilinen Afganistan’daki sürgün hayatı ve faaliyetleri, hayatta olan oğullarından istifade edilerek bu çalışmamızda ele alınmış ve boşluk doldurulmaya çalışılmıştır.
Kısacası bu kitap, dönem hakkında kaynak niteliğinde bir çalışmadır.
Kitabın Yayınevi : Ötüken Neşriyat

9 Haziran 2011 Perşembe

YAKIN TARİHİN İRDELENME ZAMANI GELMEDİ Mİ?
Orta Asya'da Bolşeviklere karşı verilen mücadeleler yıllarca saklanmasına rağmen artık birer birer ortaya çıkarılması ne büyük sevinç.
Özellikle Bolşeviklere karşı, kanıyla, canıyla, etiyle ve tırnağıyla mücadele veren Halife Kızılayak, Eziz Han, Cüneyt Han ve diğer nice hanlar gibi milli şahsiyetleri asla unutmamak gerekir.
Kendi toprağımız için, ar namusumuz için, vatanımız için, verilen mücadeleleri yıllarca hasır altına gizleyerek Sovyet'lerin Alman'lara karşı vermiş olduğu mücadeleler okutuldu. Bu mücadele sanki milli bir direniş gibi okutularak yetiştirilen Orta Asya halkının artık gerçek tarihlerini irdeleme zamanı gelmedimi acaba. Geçti bile.
Kendi milli mücadelelerini, kendi yakın tarihlerini gün yüzüne çıkarma zamanı gelmedimi acaba.
Ya da hala Rus tarihi ile Sovyetler birliği efsanesi ile avunarak kendilerini aldatmaya devammı edecekler, çok merak ediyorum.
Halife Kızılayak ana vatanı Lebap'a yakın olduğu için tam bir vaha çölün içinde mesken tutmuş. 1919'dan 1941 yılına kadar, yani 21 yıl boyunca mücadelesini Afgan topraklarında devam eder.
Yıllarca Bolşeviklere aman vermeyen ve en son mücadelesini yad iller (İran-Afganistan) sürdüren Cüneyt Han, bakın ana vatanı için içindeki duyguları şu vasiyet ile nasıl işliyor.

CÜNEYT HAN'IN VASİYETİ

''Ben ölürsem, cesedimi anavatanımda defnedin. Şayet izin vermezseler, para ile geçirin. Para ile de geçiremezseniz, o zaman şu şarıl şarıl akan nehire atın'' diyerek, Ceyhun nehirine şöyle bir bakar. Ve ''Ben Türkmen iline nehir ile varayım. Yine olmazsa cesedimi yiyen balıklar ile varayım'' demiştir.
(1862-1937)



BİRGÜN OLUR

"Biz bu zulmetler içinden çıkarız bir gün olur;
Şarka garba yıldırımlar çakarız bir gün olur.

Kara bulutlar içinden parlayıp şimşek atar,
Gök gürler, dolular yağar; bakarız bir gün olur.

Kafkas, Buhara, Kırım'dan çevrilen hisarları,
Vurur millî külünk ile yıkarız bir gün olur.

Türkistan'ın güneşinden alırız bir kıvılcım;
Cehennem olur cihanı yakarız bir gün olur.

Anadol'dan Hindistan'a geçeriz Temür gibi,
Himalaya dağlarını çalkarız bir gün olur.

Dağıstan, Kırım, Kazan'ı; İran, Turan, Kaşgar'ı,
İttihadın zinciriyle sıkarız bir gün olur.

Bizi boğmak için yurda akan acı selleri,
Dinimizin kuvvetiyle tıkarız bir gün olur.

Türk doğarız, Türk gezeriz, Türk yaşarız dünyada;
Devrilen Moskof elinden çıkarız bir gün olur.

Der Zülâlî, Volga, Tuna, Ceyhun, Araslar gibi
Tuğyan eder deryalara akarız bir gün olur.
Yusuf Zülali

(Derleyen: Osman Mahdum)

1 Haziran 2011 Çarşamba

KENDİ MİMARINI BİLMEYEN MİMARLAR YETİŞTİ

Avrupa medeniyeti, insanların inançlarını zedeledi ve âhiret inancını âdeta silip süpürdü.
Kendi mimarını bilmeyen mimarlar yetişti, kendi mühendisini bilmeyen mühendislerin sayısı arttı. Böylece materyalist dünyada herkes yaptığının yanına kâr kalacağını zannedince insan, insan için kurt oldu.
Âhiret inancı insanların birbirine faydalı olmasını temin eder amma, bu inanç nasıl verilebilir? Bu bakımdan iki bin yılıyla ve kıyametle meşgul olan insan kendini, ölümünü, ahireti unutmamalı ki, dünyamız düzelebilsin.
(Hekimoğlu İsmail)

18 Mayıs 2011 Çarşamba

GÜNEY TÜRKİSTAN'IN MEŞHUR AT SEYİSİ
HACI BAYRAM SEYİS VEFAT ETTİ

Güney Türkistan'da nam salmış meşhur at seyisi Hacı Bayram Seyis hayatını yitirdi.
Bölgede kendi çapında geliştirmiş olduğu yöntemlerle at hastalıklarını teşhis eden ve tedavi yöntemlerini bulan Hacı Bayram Atseyisi, zamanında en yetkili komutanların ve devlet adamların atlarının bakımını yapmıştı.
Atların seçimini yani Türkistan dili ile ''Sortunu'' yapan Bayram usta, hayatını adeta atlara adadı.
Güney Türkistan'da atlarla oynanan Oğlak ''Buzkaşi'' oyunu için beslenen atların cinsi ve kalitesini çok iyi bilen Bayram usta, özellikle bölgede bu oyunlar için seçkin bir ırkın yayılmasına da öncü rol oynamıştır.
Hacı Bayram atseyisi tanıyanlar, ''Bayram usta gençlik zamanında, yılkı bakarken, tayları yalın ayakla kovalayarak yakalar, en haşin atları evcilleştirirdi'' derler.
Hayatını tamamen atlara adayan Bayram usta evini, at ayılı, at uyanı, at eyeri ve tamamen at malzemeleri ile süslerdi. At malzemelerini kendince tamir etmeye çalışan Bayram usta, kendisini ziyarete gelen herkese güler yüzla karşalar ve hoş sohbetler ederdi.
Güney Türkistan'da devlet adamlarından tutun en zengin ahali, atlarının cinsini ve sortunu Bayram Atseyisine yaptırırdı. Atları hastalanan zengin kesimler Bayram ustaya gönderir tedavi ettirirdi.
Kendisini rahmetle anıyoruz, mekanı Cennet ola.




(M.Osman Mahdum)