22 Aralık 2009 Salı


GÜNEY TÜRKİSTAN'DAN GELEREK TÜRKİYE'DE EĞİTİM GÖREN ONURLU TALEBELERİMİZ

10 Aralık 2009 Perşembe


AHMET BAĞŞİ
Afganistan'ın kuzeyinde yaşayan Türkmenler arasında yetişen en seçkin halk ozanlarından biri olan Ahmet Bağşi'yi tanımayan yoktur. Son zamanlarda yeni yetişen nesiller arasında pek bilinmemesi normaldir. Çünkü, Afgan radyo ve tv lerinde ses kayıtlarının çalınmadığı gibi, bizim kültürümüzü ve geleneklerimizi canlı tutması için Türk halkının bize armağan ettiği yayın hakkı ile yayımlanan malum televizyon kanalı da, kendi derdinde.
Ahmet Bağşi, Afganistan'da Kral Zahirşah döneminde, Abdulkerim Mahdum tarafından yayın hakkı alınan ve ilk defa Özbekçe ve Türkmence olarak yayın yapan Afgan radyosunda en çok dinlenilen seçkin seslerden biriydi.Şimdi sizleri meşhur Ahmet Bağşi'nin seslendirdiği üç eserini dikkatinize sunuyorum.

Orta Asya'nın birçok yerinde kullanılan Dutar;
İki telli saz demektir. Dutar "Dotar" Ruzba veya Dede Sazı adı verilen ve iki grup telle çalınan sazlarla Dutar'ın tarihi bağlantısının olduğu ortadadır. Ancak bugünkü Anadolu ikitellileri denilen en küçük boylardır. Arnavuk'ta Çifteli adıyla bilinen bu çalgının çalım tekniği de Anadoludakiler'le hemen hemen aynıdır.
Türkmen Dutarı: İki Telli Türkmen halk çalgısıdır. Uygur dutarlarından daha küçüktür. Telleri metal ve ipekten olmakla birlikte erik ağacından yapılır ve silindirik şekillidir. Perdeler metaldir. İki tele birlikte vurularak parmakla çalınır. Akordu Horasan ve Afganistan'da yaşayan Türkmenler tarafından da kullanılmaktadır.





24 Kasım 2009 Salı


-BİR MÜZİK DÜŞÜNÜN, HER İKİ TARAFA DA HİTAP ETSİN

Aşağıda yayınlayacağım Türkmenistan'lı ünlü müzisyen Pehlivan Halmuradov'un hazırlayıp sunduğu klibi izleyince bana hak vereceksiniz.
Müziğin evrenselliği, hiç bir sınıf tanımadığının bir örneğini göreceksiniz. Yıllarca İşgal altında kalan bir ülke, o ülkeyi işgal eden bir diğer ülkenin askerleri, her iki tarafında nasıl hayat mücadele verdiğini, anaların her şeyden sakınarak yetiştirdikleri kuzucuklarının nasıl feda olduğunu ve her iki tarafta da anaların nasıl kan ağladığını kısa bir şekilde özetlemiş. Olaya tek taraflı değil olabildiğince objektif bakıldığında, bir hiç uğruna kimlerin içi kan ağladığını bir örneğidir.

17 Kasım 2009 Salı

YİĞİTLER, UNUTTURULMAYA ÇALIŞILAN BİR YİĞİDİNİZ DAHA HAYATTA

Evet, bir zamanlar dağları taşları titreten, halkı için canını feda eden, halkı ile gülüp, halkı ile beraber ağlayan bir yiğit vardı. Şimdi yaptıkları başarıları ve halkı için ele geçirdiği kazanımları sahiplenmeye çalışılıyor. O'nu her daim yok etmeye ve söndürmeye çalıştılar. Vatanı için üç kardeşini şehit veren, milletinin çıkarı için yıllarca ezeli düşmanına direnen, söylediklerinden asla taviz vermeyen, çıkarı için asla ezilmeyen, kimseye boyun eğmeyen ve asla renk değiştirmeyen bir yiğit daha hala hayatta.
Unutmayalım garındaşlar ve yiğitler, Afganistan Türklerinin Lideri Abdulkerim Mahdum'u saygı ile anıyor, bu belgesel tarzı resimleri Oğuzhan'ın dilinden, bize bıraktığı, kalbimizde nakış nakış işleyeceğimiz nasıhatı sizlerin dikkatinize sunuyorum.


1942 yılında Afganistan’ın Cevizcan vilayeti Kızlayak kasabasında doğulan Abdulkerim Mahdum. İlk ve Orta okul eğitimini, Kızılayak'ta tamamladı. Babası Seracettin Mahdum tarafından özel olarak eğitildi.
Babası Seracettin Mahdum'u 14 yaşında kaybeden Mahdum, aile yönetimini de bu yaşlarda devralır. Bu zaman içersinde Afganistan’ın kuzeyinde bulunan Türk halkının ileri gelenleriyle küçük yaşlarda tanıştı.
Bölgede yapmış olduğu çalışmaları ve halkı için yaptığı girişimleri yurt dışına kadar uzandı. Sovyetler Birliği döneminde Türkmenistan topraklarından gelen bilim adamı onu ''Göroğlu'' lakabı ile arayacaktır. Bilim adamı Şıvırgan'da ''Kızılayak kasabasında 'Göroğlu' diye bir Türkmen yiğit olmalı, ben onu görmek istiyorum'' diyerek Mahdum'la görüşmek ister. Türkmen topraklarından gelen bilim adamı, Mahdum'a adının kendi yurdunda da duyulduğundan bahsedecektir. Mahdum halkın ve ileri gelenlerin büyük ısrarı sonucu 1968 yılında milletvekili seçilir.
26 yaşında meclise giren Mahdum başkent Kabil’de Afganistan parlamentosunda yer alan en genç milletvekili unvanına sahip olur.Afganistan’da boy farkı gözetmeksizin, tüm Türk milletine eksiksiz hizmet vermeye çalışan Mahdum milletvekilliği döneminde Afgan Kralı Zahirşah’a en yakın liderlerden biridir.
Afgan parlamentosunda iki dönem millitvekilliği yapan Mahdum, Afganistan'daki Türk halkına en belirgin hizmetlerinden biri, okullarda Türk dilinde eğitim verilmesini sağlaması ve Afgan radyosunda, Türkmen ve Özbek dilinde yayın hakkının alınmasını sağlanması oldu. (Konuya ilişkin Afgan meclisinde yapkığı konuşma ses kayıdı eklenecek)Bunların dışında, Afganistan’da Türklerin yoğunlukta yaşadığı küzey bölgesi için 37 proje hazırladı. Bu hazırladığı projeler arasında altyapı çalışmaları, yol, köprü, okul ve barajların kurulması ve kanallar gibi bir çok proje yer alıyordu. Başkent Kabil'de eğitim alan Türk öğrencilere karşılıksız burs sağladı. Hatta bazı öğrencileri, ailelerinden zorla alarak, yüksek okullarda okutulmasını sağladı.
Kral Zahir Şah, yeğeni ve aynı zamanda damadı olan Muhammet Davut Şah tarafından devrilmesi sonucu Afgan hükümetinden ilgisini tamamen kesen Mahdum, ülkede istikrarın giderek bozulduğunu ve aynı zamanda gizli olarak çeşitli partilerin kurulmaya başladığını görür. Küzeyde hiçbir siyasi yapılanmaya gidilmediğini ve bu konuda bir eksiklik olduğunu sezen Mahdum tüm Türk boylarının yer aldığı ''Erkin Türkistan'' isminde parti kurdu. Babası tarafından Türk destanları ile yetiştirilen Mahdum, Ergenekon destanında yol gösteren Bozkurt'u partisi için amblem olarak kullanır. Hatta büyük oğlunun adına Mustafa Kemal koyan Mahdum, Ayhan, Yıldızhan ve Dağhan isimlerinde oğulları olur. Davut Şah döneminde ülkenin durumunun giderek kötüye gittiğini anlayan Mahdum, dedesinin de vasiyeti olan ailesini Türkiye’ye yerleştirmek için arayışlara girer. Bu konuda ön araştırma yapmak için ilk önce bir adamını gönderir, ardından kendisi de Türkiye’ye gider.
Mahdum Türkiye'de çeşitli siyasi kişilerle temaslarda bulunur. Çeşitli liderlerle görüşmelerde sulunarak onlardan görüş alır.
Türkiye'de 1938 yılında Doğu Türkistan'dan gelen akraba toplulukları ile de tanışma imkanı bulan Mahdum burada onların dertlerini ve sorunları ile tanışır. Türkiye ye nasıl geldiklerine nasıl geçimlerini sağladıklarına şahit olur. Bu arada Afganistan’da Davut Şah’da devrilir (1978) Yerine Rus yanlısı Nurmuhammet Teraki iktidara gelir. Afganistan’ın Ruslar tarafından işgal edildiğini Türkiye'de öğrenen Mahdum derhal Afganistan’a dönmeye karar verir. Afganistan’a gelir gelmez derhal tutuklanacağını bildiği halde derhal döner. Başına gelecekleri çok iyi bilen Doğu Türkistanlı akrabaları Afganistan'a gitmemesi için her ne kadar ısrar etseler de beceremezler.
Mahdum sırf ailesini kurtarmak için kendisini feda eder. Kendisinin derhal tutuklanacağını bildiği halde geri döner.
Aynen Mahdum'un düşündüğü gibi Rus sempatizanı Afgan ileri gelenleri tarafında sıkıştırılır. Yaklaşık iki ay geçtikten sonra tutuklanır. Şıbırgan hapishanesinde 14 ay tutuklu kalan Mahdum'a işkence sırasında en çok sorulan soruların başında ''Neden Türkiye'ye gittin ? Orada kimleri tanıyorsun ? olmuştur. Mahdum'un verdiği cevap ''Akrabalarımı görmeye gittim.'' olmuştur. Akrabalarının isimleri ne ? diye sorulan soruya ise '' 50 milyon akrabam var, hangi birinin ismini söyleyeyim'' olmuştur.
Özel hücrede tutulan Mahdum, çeşitli işkencelere maruz kalır. 1980 yılında, Babrak Karmal’in iktidara gelmesiyle, genel aftan yararlanarak hapisten çıkar. Babrak Karmal, kuzeyde tanınmış ve ileri gelenler arasında en etkili biri olduğunu bildiği için Mahdum'u kullunmak isteyecektir. Hatta Babrak Karmal ilk meclisin açılışında tüm ülkedeki ileri gelenleri çağırarak ''Memleketi siz yöneteceksiniz, yönetimi siz belirleyeceksiniz'' diyerek tüm ülema ve dini adamları ve liderleri bir araya getirerek onlardan dua alacaktır.
Bu toplantıya Mahdum'u da davet eder ve kendisine kabinesinde çalışması için iş verecektir.Ülkeden ayrılmayı kafasına koyan Mahdum 6 ay Afganistan’da kaldıktan sonra tüm aile fertleriyle birlikte Pakistan’a kaçarak geçer. Burada Türk asıllı mücahitlerin, çok haksızlıklara maruz kaldığına gördü ve parti kurmaya karar verdi.
1980 yılında, tüm göçmen Afgan Türklerinin bir araya geldiği ''İttihadiye-yi İslami Vilayeti Şimal Afganistan'' adında bir Türk Partisi kurdu. Bu parti, Pakistan hükümeti tarafından diğer Afgan partileri gibi resmiyete kavuşturuldu. Pakistan'da Mahdum'un kurduğu Afgan Partisi dışında 6 ayrı parti vardı. Hatta Burhanettin Rabbani Mahdum'u partisine üye etmek için çok uğraştı. Gülbettin Hikmetyar, Sayyaf ve diğer partilerde Mahdum'u bir bir ziyaret ederek kendi saflarına çekmek istemişlerdi. Mahdum tüm bunları dinlemeyerek yeni bir Türk Partisi kurmuştu.
Böylece Afganistan'dan gelen tüm Türk mücahitleri silahlandırdı. Kardeşi Mennan Mahdum’u da bizzat silahlandırarak, Ruslara karşı direnişe yolladı. Mahdum'un bu girişimlerine soğuk bakan Gülbettin Hikmetyar hatta Peşaverde üzerine ateş atarak suikast etmek de istedi. Parti kurulduktan sonra Pakistan hukumeti ile daha iyi diyalog kurabilmesi için Pakistan uyruklu Azatbeğ isminde birini tanıştırdılar.
Azatbeğ Özbek asıllı, babası 2. Dünya savaşında Pakistan'a sürgün edilen bir ailenin çocuğuydu. Milliyetçi bir görüş sergileyen Azatbeği Mahdum'da çok sevdi ve onu yardımcı olarak kullandı. Hatta bir çok yabancı ülkeler beraberinde götürerek tanıttı.
Malesef, Azat Beğin uzun vadeli planı, Mahdum'u kendisinden uzaklaştırdı. Araları açıldıktan sonra Mahdum Azat Beğ'i parti den ihraç etti. Mahdum bir taraftan parti işleri ile uğraşırken, bir taraftan da şehit ağabeyi Nurettin ve kardeşi Kemalettin ve kendi ailelerini Türkiye'ye göndermenin yollarını aradı. Türkiye'ye gelerek ailesi için dilekçe verdi. O dönemin siyesileri tarafından derhal kabul görüleceği yönde görüş alan Mahdum, milletim beni lider olarak biliyor. Ben sadece ailemi Türkiye ye götürürsem bunlar bana ne derler'' diyerek Afganistan Türkleri adına dilekçe verir ve iltica talebinde bulunur.
Dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Kenan Evren tarafından dilekçesi onaylandı. Mahdum, Afganistan’da yaşayan tüm Türk boylarından toplam 4 bin 500 kişi ile birlikte 3 Ağustos 1982 yılında Türkiye'ye geldi. Üç ay içinde geri partisinin başına dönmeyi planlayan Mahdum, zamanın iktidarı tarafından can güvenliği gerekçesiyle geri gönderilmez. Halen Tokat’ın Yeşilyurt ilçesinde yaşayan Mahdum'un 6 oğul, 5 kız var. Hayatını, daima Türk milletine hizmet aşkıyla harcayan Mahdum'un sayısız şiiri, bulunmaktadır.

15 Kasım 2009 Pazar

GÖR MENİ NEYLEDİLER
''Derin uykularımdan uyanmam...''dedikçe men
Hun çağı izlerimdem sezdiler meni.
Kirli tırnaklarını batırıp kanımıza
Çin setleri boyunca yazdılar meni.
Bulup çürütmek için ruh cevherlerimizi
Dağları kazar gibi kazdılar meni.
Kaynattılar yüz sene kin dolu kazanlarda
Cenderelere koyup ezdiler meni.
Esrar ve afyon kokan, iğrenç sarı kehleler
Anbean, hücre hücre gezdiler meni.
Göktürk atalarımı gördükçe düşlerimde
Paslı usturalarla yüzdüler meni.
"Türk'üm: Müslüman'ım men!..." diye ettikçe feryat
Bir bir darağacına dizdiler meni.
Ordu oldum savaştım, Gök bayrağın altında
Moskoflarla el ele bozdular meni.
Dinle ey kavim kardaş!... Atamın öz yurdunda
Devletsiz koyup, lif lif çözdüler meni.
Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU

11 Kasım 2009 Çarşamba



TÜRKMEN TAPDİ MATALLARİ

Gazık üstünde gar durmaz (Yumurta)
Bir derede bövri alaca guş yatir (Göz).
Gel diysem gelenyok, gelme diysem gelyer (Dodak)
İl yatar, İleman ağa yatmaz (Kündük)
Bir küyzede iki suw, her haysi bir tagamdır (Yumurta).
Pestecik tamdan gar yağyer (Un elek)
Agaç kümmez, ağzi yok (Hoz)
Gışda erir, yazda donar (Şor yer)
Hum hum eder hum eder, Arap edikli gezer, tılla tüydükli gezer (Ari)
Ağrami aşşıkça, kölegesi köşekçe (Yalık)
İki agaçdan kümeli, başi altmış cıgali (Yün daraği)
Yer astında yağlı çiybık (Yılan)
iki uç, iki halka, Ortasynda miyhi bar (Gayçi)
Bir guş tutdum cani yok, başıni kesdim gani yok, cüycesinin sani yok (gavun)
Suda süleyman, Bağda balayman, Çölde tezekçi (Balık, Ari, Tomazakga)

NAKILLAR
1. Bal süyci, baldan bala süyci.
2. Mihman ataňdan uli.
3. Yagşi söz yılani hininden çıkarır.
4. Bugday nanıň bolmasa, bugday sözün yokmıdi?
5. Balığıň diriligi suw bilen.
6. Odi özüne bas, öçmese keseke.

1 Kasım 2009 Pazar


HEH, HEH; TURNAM AYLAAANNNNN

Kuzey Afganistan'da yaşayan Türkmen çocuklarının bahar ayı ilk günlerinde güzel bir gelenekleri vardır. Bunlardan en belirgin örneği, gök yüzündeki kuşlarla sağlanan sevgi bağı.
Özellikle Türksitan'da bölgesinde yaşayan çocukların severek yaptıkları seslenişleri, göçmen kuşların da buna cevap vermesi ayrı bir renk katar.
Bölgeden geçen göçmen kuşlarını gören çocuklar, dört bir tarafıntan aynı söz ve ritimle kuşlara seslenirler.
İlk baharın gelişi ve en güzel belirtisi olan bu seslenişlerin sözleri de çok ilginçtir. Sadece iki mısradan oluşan ve çocukların bağırışmasını duyan Turna, veya Kazlardan oluşan göçmen kuş sürüleri, yerde duydukları çocukların

Heh heh Turnam aylan,
Aylansan Şal Yağlık bereyin.
Heh heh Turnam aylan,
Aylansan Şal Yağlık bereyin.


sözlerine cevaben bir tur atarlar.
Çocuklarda, göçmen kuşların bu yaptıkları turu görünce, çıkarmış oldukları manili sözlerin dinlendiğini ve kuşların buna karşı tepki vermesinden çok mutlu olurlar.
Gerçi kuşlar gittikleri istikamete tekrar döner ve yollarına devam ederler. Ancak çocuklar, göçmen kuşların yönlerini değiştirerek oldukları yerde bir tur atmasını sağlamalarının büyük bir keyfini yaşarlar.

Osman Mahdum




İLERDEN AY'İ GELYER

İlerden Ay'i gelyer.
Dünyanın mali gelyer.
Çıkma Aycan öyünden,
Gapbarberdi gelyer.

Gappar berdi yaşında,
Yaşıl galpak başında.
Dervezenin duşunda.
Ağöy tutsak gümmürder.
İçinde gıyzlar şannırdar.
Şannardık obam Oğulhacat,
Oğulhacadın bahasi, altmış işşet mün köşek.
Yaramaz gıyzin bahasi köprüden yıkılan kör eşek.

Çocuklar arasında geceleri söylenin bu manide de, Ay'a karşı gösterilen bir saygının ifadesidir.

28 Ekim 2009 Çarşamba



CUMHURİYETİMİZİN KURULUŞUNUN 86. YIL DÖNÜMÜ TÜM SEVDİKLERİMİZE KUTLU OLSUN

26 Ekim 2009 Pazartesi


GÖNÜLLÜ TÜRK DOKTORLARI, AFGANİSTAN'DA 3 BİN KİŞİYİ SAĞLIK TARAMASINDAN GEÇİRDİ

Türkiye'den Afganistan'a gelen gönüllü Türk doktorları, 5 ayrı vilayette 3 bine yakın hasta, Tahhar ve Şıvırgan'da bulunan yetimhanelerde de 133 çocuğu sağlık taramasından geçirdi.

Kimse Yok Mu Derneği, Ümit Hekimler Derneği ve Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi (TİKA) tarafından organize edilen sağlık taramasında, Şıvırgan'da bulunan yetimhanede yapılan sağlık taramasında duygulu anlar yaşandı.63 çocuğun barındığı Şıvırgan Yetimhanesi'nde İdare Amiri olarak çalışan Muhammet Osman, Türk halkının yardımseverliğini bildiğini ve kimsesizlerin daima yanında olduğunu ifade ederek, “Binlerce kilometre uzaktan gelerek bizim en dar günümüzde elimizden tutan Türk doktorlarına ve Türk halkına minnet duyuyoruz” dedi.
TİKA'nın yetimhaneye eşofman yardımı yaptığını belirten Osman, ayrıca Şıvırgan'da eğitim veren Şıvırgan Afgan Türk Lisesi tarafından da 6 adet bilgisayar verildiğini söyledi.

“Türk Doktorlarını gördüğüm zaman sahipsiz olmadığımı hissettim”

Şıvırgan Yetimhanesi'nde Taliban döneminde mayın patlaması sonucu babasını ve tek bacağını kaybeden Allahdat, Türk doktorlarının sıcak ilgisinden etkilendiğini belirtti.4 yaşında Taliban'ın yola döşediği mayına basarak babası ve bir bacağını kaybettiğini ifade eden Allahdat, “Türk doktorlarının bizi tedavi etmek için buraya kadar gelmelerine çok sevindim. Onları gördüğüm zaman sahipsiz olmadığımı hissettim” diye konuştu.
Gece uyurken altını ıslatmaktan şikayetçi olan Allahdat, protez bacak istedi.Allahdat'ın 12 yıldır patlamadan dolayı tramva yaşadığını kaydeden doktorlar, çocuğa hipnoterapi uyguladı.Türk doktorları, 5 aylıkken yetimhaneye getirilen Fayzullah'ın da içine kapanık olduğunu ve arkadaşlık kuramadığını gözlemledi.7 kız çocuğunun bulunduğu ve açıldığından bu yana 4 kez yer değiştiren Şıvırgan Yetimhanesi'nde 6 öğretmen, 4 hademe, 2 bekçi ve 3 aşçı görev alıyor.

Sabit bir yeri olmayan Şıvırgan Yetimhanesi'nin yıllarca kirada olduğu belirtildi. Bu arada Kimse Yok Mu Derneği Basın Danışmanı İsmail Kılınç, kardeş ülke Afganistan'a ayrı bir önem verdiklerini ifade ederek, Şıvırgan Yetimhanesi'ndeki eksiklikleri tespit ettiğini söyledi.Kılınç, dernek olarak yetimhaneye çocuk ayakkabısı, battaniye, nevresim, kıyafet ve gıda yardımı yapılması için çeşitli girişimlerde bulunacağını belirtti.

Afganistan Türk'lerinin Lideri Abdulkerim Mahdum'da muayene edildi
Şıvırgan Yetimhanesi'nin sağlık taramasının ardından Kızılayak kasabasına geçen Türk doktorları, Afganistan ve Türk bayraklarıyla karşılandı.Yaklaşık 6 bin kişinin yaşadığı Kızılayak'ta bulunan Afganistan Türk liderlerinden Abdulkerim Mahdum da muayene edildi.Daha sonra kasabanın sağlık ocağına geçen doktorlar, 75 kişiyi sağlık taramasından geçirdi ve ilaçlarını verdi.Kasabanın ileri gelenleri tarafından çok sıcak bir şekilde karşılanan ve ağırlanan doktorlar, Afgan halkına bir nebze de olsa katkıda bulunmanın mutluluğunu yaşadıklarını kaydetti.


TEŞEKKÜRLER

Öncelikle böyle bir organizasyonu yapan Ümit Hekimler Derneği (ÜHDER) Kimse Yokmu Derneği ve TİKA çalışanları yetkililerine en derin saygı ve selamlarımızı sunar, en derin teşekkürlerimizi sunarız. Çok ihtiyaç duyduğumuz bir zaman böyle bir organizasyonu yaparak susuzluğumuzu gideren dost ve akrabamız olan yüce Türk halkına ve Türk Doktorlarına çok teşekkür ederiz.
Osman Mahdum

SAĞLIK TARAMASINA KATILAN DOKTORLARIN GÖRÜŞLERİ

Türkiyedeki herkesin değil ama tüm Afgan halkının bildiği Türk-Afgan kardeşliği, yapılanlarla pekişiyor. Çanakkalede bile aynı cephede omuz omuza çarpışan bu iki uzak coğrafya insanı aradaki uzaklığa rağmen yeniden birleşti ve birleşiyor. Cephede ekmeğini paylaşan asker gibi yada geride kocasını bekleyen kadının bileziğini göndermesi gibi birşey bu yapılanlar. Yardımdan öte birşey yani.Afganistan a yapılacak bir haftalık sağlık taraması için haberdar edildiğimde hiç tereddüt etmeden evet dedim.Hem gönüllü olarak hiç ücret almadan yapılan hizmetin hazzını almak, hem de dost ve kardeş ülke olan Afgan halkını bu zor günlerinde yanlarında olduğumuzu vurgulamak için hazırlıklarımıza başladık.İlaçlar ve çeşitli hediyeler toplamaya başladık.Her an bombaların patladığı bir ülkeye gitmek ne kadar doğru olurdu bilmem ama Ümit Hekimleri derneği ve Kimse yok mu derneğinin aracı olması bize güven veriyordu. 25 Nisan sabahı kabil havaalanına inince,manzara bana hiç iç açıcı gelmedi.Ta ki otobüslerle Kabil Türk Afgan kız lisesindeki karşılama törenine kadar…okul bahçesindeki yol boyunca ellerindeki kırmızı güllerle Türkçe hoş geldin diyen yüzleri görünce iyi ki gelmişim dedim.Bir haftalık Kabil ziyaretimizde Afgan meslektaşlarımızla sıcak dostca ilişkiler kurduk.
Bilgi aktarımında ve tıbbi yardımlarda bulunduk.Türk okullarındaki Afgan öğrenciler bizlere tercümanlık yaptılar.Askeri hastanede bizler için hoş geldin merasimi yapıldı,Afgan devlet televizyonu canlı yayında bulundu.Bu sıcak karşılamalar Türkler olarak ne kadar sevildiğimizin göstergesiydi.Ayrılacağımız günde tekrar çeşitli hediyelerle bizlere minnettarlıklarını belirttiler.Buradan bütün meslekdaşlarımı böyle gönüllü faaliyetlere katılmaya ve bu duyguyu yaşamaya davet ediyorum.İyi ki gitmişiz.Teşekkürler Ümit Hekimler ve Kimse Yok mu derneği yetkilileri ve TİKA yöneticileri…Opr.Dr.Yıldız TANRISEVEN - Kadın hastalıkları ve doğum Uzmanı


Giderken duygular kabarıktı, oraya gidince dahada kabardı. Zor bir coğrafya. 15 sene Rusya ile 15 sene kendi aralarında 30 yıl savaşmışlar fakat hala ayakta durmaya çalışıyorlar, bu insanları takdir ediyorum. Maksat insanlara faydalı olabilmekti. Faydalı olduğumuzu düşünüyorum. Hem muayene yaptık hemde Afgan meslektaşlarımızla küçük çaplı bir eğitim programı yapmış olduk. Yeni bilgilere ihtiyaçları var.Duygulu anlar da yaşadık. Çok zaman bizimde arkadaşlarımızın da gözleri ıslandı. Samimi insanlar ve duygularını belli ediyorlar. Bir gün tanımadığım bir çocuk bana doğru gelerek beni akşam yemeğine evlerine davet etti.Çok duygulandım. Bu sağlık taramalarına ve bu tür hizmetlere her coğrafyada insanların ihtiyacı var. Bunları daha sıklıkla yapabilmeliyiz.
Dt.Hikmet MÜDERİSOĞLUÜHDER ve KİMSE YOK MU Afganistana sağlık hizmeti vermek üzere yola çıktık.İstanbul'dan hareketle Kabil ve ordan da Mezarı Şerif'e 7,5 saatlik bir karayolculuğu sonrası ulaştık.Amacımız yaklaşık 30 milyon nufusa sahip bu ülkedeki sağlık sorunlarına bir nebze de olsa katkıda bulunmak,mevcut durumu yerinde tespit ederek ileride yapılabilecek daha büyük projeler oluşturmaktı.Elimizdeki imkanlar dahilinde Afgan halkına derman olmaya çalıştık.Onların gözündeki bize Türk insanına karşı o sevgi dolu ışık herşeye değerdi.Bizim ilgi ve yakınlığımıza karşı altta kalmak istemezcesine göstermiş oldukları o mağrur fakat mütevazı teveccüh beni çok duygulandırdı.Daha sonraki projelerde bulunma ve orada hizmet etme şevki oluşturdu.Bu hizmetlerin, temeli Osmanlı zamanında atılmış olan Türk-Afgan kardeşliğini pekiştireceği inancındayım.
Dt.Ömer Faruk ŞARKBAY

Ümit Hekimler Derneği’nin insanlığa ümit olma çağrısına koştuk. Afganistan bu koşunun başlangıcı oldu. Niyetlerimizdeki gönüllük esasını amele dökme gayretimiz neticesinde ihtiyaç sahiplerine ruhi ve bedeni yardımlarda bulunabildik. Afganistan’daki o zorlu hayat şartlarına birkaç gün bile olsa giyecek, yiyecek, tıbbi malzeme ve teşhis tedavi süreçleriyle dur demeye çalıştık. İnşaallah ÜMİTLE yapılan bu çağrıya artarak ve daimiyet kesbederek devam ederiz.
Gülsema ÖZEN-Radyolog

Bu bir haftalık sağlık taraması, meslek hayatımın en mutlu olduğum günleriydi. Mükemmel bir organizasyon yapılmış. Yurtdışındaki diğer sağlık taramalarınızda beni ilk sıraya yazarsanız memnun olurum. ‘’Ümit Hekimleri’’ne, TİKA’ya ve Kime Yok mu’ya teşekkürler...teşekkürler.
Opr.Dr. Esra KIRSEVER-Kadın hastalıkları ve doğum

Afganistan’a ilk gittiğimde Kabildeki TÜRK-AFGAN kız lisesine gittik.Buradaki Öğrencilerin Aldığı dereceleri duymak bizim için büyük bir sevinç kaynağı oldu. Afgan halkının birçok sorunları var.Halk fakir ,Sağlık en önemli sorunları ,Kanalizasyon sistemleri yok,elektrik yok,eğitim sistemi çok zayıf.Savaşın insanlık üzerindeki etkileri açık bir şekilde görülüyor. Seyahatimiz sırasında bize Afganlı bir kız öğrenci rehberlik etti.Bu sebeple onları biraz daha yakından tanımak fırsatı bulduk.Bizleri kendilerine yakın görüyorlar.Kardeş milletler olduğumuzu birkez daha anlamış olduk.
Ecz.Ayşe İLGİN


Afganistana giderken olumsuz koşullarla karşılaşmayı göze almıştık. Tv lerden izlediğimiz görüntü ve haberler bizde bu kanıyı oluşturmuştu çünkü. Bir yandan da halkın Türkiye insanını sevdiğini, askerlerimize karşı olumsuz davranışlarının bulunmadığını biliyor olmamız bizi rahatlatan unsurlardandı. Bizden çok ailelerimiz endişeli ve tedirgindi, mayınlara dikkat etmesini önerenler mi ararsınız , orada yemek yemeyin yanınıza yiyecek alın diyenler , evletlarını gitmekten vazgeçirmeye çalışan anne babalar mı istersiniz. Hasılı birçok arkadışımız oraya bu psikolojik bariyerleri aşarak gelmişlerdi. Kabil'e indikten sonra ilk durağımız olan Afgan-Türk okulundaki öğrenci ve öğretmenlerin bizi güllerle ve sıcak bir ilgiyle karşılaması hepimizi duygulandırdı, daha başlangıçta iyi ki gelmişiz dememize sebep oldu. İnsan her yerde insan , eğer o mayayı alıp iyi yoğurursanız melekleri imrendirecek manzaralar oluşturursunuz. Kalblere inancı ,insanı ve kainatı sevmeyi yerleştrirseniz o kalblerden de iyilik ve güzellikten başka şey yansımaz. Bizler de gittiğimiz yerlerde öğrenciler ve ailelerinin yüzlerinde bunları gördük. Sevgi ,ilgi,minnettarlık. Orada gördük ki ,taşıma suyla değirmen dönmez . Evet gitmeli her konuda yardımcı olmalıyız ama okullara ayrı bir önem vermeli, desteklemeli , sayılarını arttırmalı ve onların çocuklarını geleceğe hazırlamalıyız. Doktor,mühendis, öğretmen olsunlar ve ülkelerine sahip çıkıp kalkındırsınlar diye. Afganistandaki eğitim gönüllülerine minnet ve şükranlarımızla...
Uzm.Dr. Hafize ERKAL-Çocuk hastalıkları

Kardeş müslüman ülke Afganistan Halkının ızdırabını Türk Halkı olarak yüreğimizde her zaman hissediyoruz. Müslüman dünyası acaba bu zor durumdaki ülke halkı için neler yapabiliyor. Yoksa biraz vurdumduymazmı? bana öyle geliyorki son düşüncem ağır basıyor. Kendime sorduğum zamanlarda oldu ben ne yapabilirim diye? Birgün Ümit Hekimler Derneğinin bu ülkeye doktorlardan oluşan bir sağlık ekibi gönderdiğini duydum. Sonra bana da teklif geldi. Bende bu gönüllüler ordusuna katılmaya karar verdim.
Amacım bu ülke insanlarını yakından görebilmek, azda olsa onların içinde bulunduğu zor şartları hissedebilmek, acılarını bir nebze olsun paylaşabilmek ve de tedaviye muhtaç bir kaç kişiye yardım edebilmek.Bu duygularla yola çıktım. Havaalanına ayak bastığımda ilk gördüğüm toz toprak içinde ve kısmen harabeyi andıran bir şehir. Ekibimiz ilk olarak Türk Gönüllülerince açılan Afgan-Türk Kız Lisesini ziyaret etti. Okul personeli bizi en güzel şekilde ağırladı. Burada çalışan Türk Öğretmen kardeşlerimizden Allah razı olsun. Çünkü eğitim sisteminin işlemediği, bir çok insanın okul yüzü görmediği bu topraklarda buradaki müslüman kardeşlerimize çok zor şartlar altında eğitim veriyorlar. Sonra sağlık ekibimiz dört gruba ayrıldı. Benimde içinde olduğum grup Tahhar Bölgesinde TİKA'nın açmış olduğu hastanede görevlendirildik. Buradaki doktorlarla bilgilerimizi paylaştık. Sağlık taramasına katıldık. bir nebze olsun bu insanların derdine derman olmaya çalıştık.Dönüş yolunda ekipteki arkadaşlarla ortak düşüncemiz 'ne iyi ettikte böyle bir organizasyonda yer aldık' oldu.
Opr.Dr. Sahabet ŞAHİN-Kadın hastalıkları ve doğum

Afganistan sağlık taraması her yönden çok verimli geçti. Giderken içimdeki tereddütlerim Afganistana ayak bastıktan sonra kayboldu.Müthiş bir sıcak karşılama oldu .Resmi protokollarla karşılandık. Ve her gittiğimiz yerde söyledikleri ‘’ biz sizi misafir olarak görmüyoruz kardeş olarak görüyoruz kendi eviniz gibi rahat olun’’ sözler oldu.
Özellikle orada bulunan Afgan-Türk okulları öyle güzel bir zemin hazırlamış ki bir gururlandık ve duygulandık .O öğrencileri görünce gözyaşlarımızı tutamadık.Bütün bu geçirdiğimiz günler boyunca meslek hayatımda aldığım en güzel günlerinden biriydi.
Organizeyi yapan arkadaşlara bir daha ki sağlık taramalarında her zaman hazır olduğumu söyledim.
Opr.Dr. Hasan TOK -Genel cerrahi uzmanı

Sanırım her hangi bir maddi ücret karşılığında kimsenin cesaret edemeyeceği bizim de istemeyeceğimiz bir şeydi; Afganistan’a sağlık hizmeti götürmek. Ancak Ümit hekimleri ve Kimse Yok Mu? Derneğinin bu uzaktaki, garip ve yoksul, sahipsiz kalmış ülkeye karşılıksız sağlık hizmeti götürmek için duyurduğu Kimse Yok Mu? nidasına sessiz ve cevapsız kalmak olmazdı. Bir grup sağlık çalışanıyla düştük yollara.
Ülkemin en geri kalmış şehrinden daha geri kalmış bir yerdi Kabul. Su yok, kanalizasyon yok hatta trafik lambası bile…Ziyaretçileri olduğumuz Türk – Afgan Kız Lisesi öğrencileri, misafirlerini ellerinde güllerle karşılarken mor renkli başörtüleri ile ‘çölün ortasındaki bir leylak bahçesini’ andırıyorlardı. Bir grup ‘her şeyinden vazgeçip’ ‘her şeye talip olan’ öğretmen arkadaşları görünce yaşadığımız burkuntu ve tereddüt, büyük bir güven ve iç huzura dönüştü. Meğer Afganistan’da Kimler Varmış.Afgan insanının sıcak karşılaması ve içtenliği ‘Niye daha önce gelmedik?’ dedirtirken, farklı hastanelerde yaptığımız ortak muayenelerde meslektaşlarımızın gösterdikleri saygı ve ihtimam, Türkiye’nin esasından ne kadar da büyük bir görev üstlendiğini gösteriyordu.
Afgan Askeri Hastanesinin Komutanı ‘Birçok ülke yardım ediyor ancak Türkler karşılıksız yaptıkları yardım ile diğerlerinden ayrılıyor’ diyerek iki ülke arasındaki sağlam bağa işaret ediyordu. Bir Afgan milletvekili ile yaptığımız Türkçe konuşmada söylediği cümle ise önümüze konan bir hedef gibiydi; ‘Gelecek ile ilgili tüm ümidimiz bu Türk Okulları’. Bir hekim olarak bu kısa süreli gezide edindiğimiz en önemli ders sadece Afgan kardeşlerimizin değil tüm dünyanın bizden çok beklentisi olduğuydu. Bunun için de çok ama çok daha fazla gayet ve çalışmaya ihtiyaç var.
Uzm.Dr.Basri GÜNER -Pikiyatr Uzm Dr. Aysu Yağmur GÜNER- Psikiyatr

25 Ekim 2009 Pazar



TÜRKMEN TEKERLEMELERİ

TEKERLEMELERİN ÇOCUKLAR ÜZERİNDEKİ ETKİLERİ
Tekerlemelerin çocukların davranışlarının gelişmesinde olumlu katkıları vardır.
Tekerlemeler çocukların zekâ, bilgi, duygu ve davranışlarını geliştirir. Çocuklardaki birlikte öğrenme, gülme, iş görme bilincini geliştirir. Onları sosyal yönden geliştirir ve paylaşımcı hâle getirir.Tekerlemeler çocukların ana dillerini güzel ve doğru biçimde kullanma becerisini geliştirir. Onlarda mevcut olan ana dili sevgisini besler.
Çocuğun kelime dağarcığının gelişimine katkı sağlar. Hayal dünyalarını zenginleştirir. Çocuklara topluluk karşısında konuşabilme cesareti aşılar.
Afganistan Türkmen çocukları arasında söylenen bu tekerleme, çocukların kelime hazinesinin gelişmesine yarar sağladığı gibi aynı zamanda dil kabilyetinin geliştirilmese de büyük yarar sağlamaktadır. Günümüzde tamamen kaybolmaya yüz tutmuş bu tekerlemeler artık pek söylenmiyor.


CIKKA CIKKA BİLERZİK

Cıkka cıkka bilerzik,
On elimde on yüzük.
Yüzücüğü yitirdim,
Arzıl hana yeterdim.
Arzıl Han'ın atlari,
Boyunda dumar hatlari.
Arpa Bersem İymeyer,
Buğday nirden tapayın.
Beğden Beğe çapayın.
Depsem sandık açıldı,
Ak dümeler seçildi.
Ak dümeni kim çöpler,
Ağam oğli beğ çöpler.
Ağam oğli her işde,
Öter gider Perişde,
Perişte'nin vahti bar,
Tam üstünde tahti bar.
Tam üstünde yatalin,
Turnam gelse atalin.
Ata ata üç boldum.
Ganatlıca guş boldum.
Ganatın bersen uçayın,
Barıp derya düşayın.
Derya suyunu guruttum.
Ak balığını çüyrüttüm.
Gurlam geldi guk diydi.
Gulucığıma cik diydi.


ÜŞİDİME ÜŞİDİM
Üşidime üşidim.
Dağdan alma daşidım.
Almacığımı yitirdim.
Yetti guya yetirdim.
Yettiguyu beş geçi.
Beşiside ürküci.
Ürküci gazanda gaynar.
Bilbil yolunda sayrar.
Bilbil çıkdı oduna.
Garga sıçtı buduna.
Garga deldir gamıştır.
On barmağım gümüşdür.
Gümüşli parmağima.
Gazanda gaymağima.
Yör mama gider bolsan.
Ak öyün tutar bolsan.
Ak öyün bahasi,
Mün bir eşek bir köşek.
Oğul Hacat'ın bahasi.
Köprüden öten kör eşek.

21 Ekim 2009 Çarşamba

TÜRKMEN ATA SÖZLERİ

1. Abıray gaçsa tutdurmaz.
2. Abıray gidenin bahtı hem gider.
3. Aca gazan astırma, üşene odun yakdırma.
4. Acala deva yok, akıla bela.
5. Aç kişini gepletme, doku derletme.
6. Acıksan çopana, susasan deyhana bar.
7. Acısı bolmayanın, süycisi hem bolmaz.
8. Acı söz okdan yaman.
9. Aç at yol almaz, aç it av.
10. Açda algin, beğe bergin bolmasin.
11. Açılan solar, ağlan güler.
12. Açlık cebrini çekmedik, dokluk gadrıni ne bilsin.
13. Aç palar, dok geğirir.
14. Aç tovuk düyşünde dane görer.
15. Adam bolcak çağa, bokundan belli.
16. Adam yağşısı sofi bolar, ağaç yamanı soki.
17. Ağlamadık oğlana emcek yok.
18. Ağlasa inem ağlar, galani yalan ağlar.
19. Ağşamın hayrından, ertirin şerinden.
20. Akıllı, edebi, edepsizden övrener.
21. Bağa bak üzüm bolsun, iymeğe yüzün bolsun.
22. Barını beren utanmaz.
23. Baş daşa değmese, akıl başa gelmez.
24. Başganın ovurdundan su içen ganmaz.
25. Baş sağlığım, dünya baylığım.
26. Batır bir öler, gorkak mün.
27. Bay acıganda iyer, garip tapanda.
28. Beladan heder, heder etmesen eder.
29. Bende gaçsan tutularsın, Huda'ya gaçsan gurtularsın.
30. Cahil bir yaşar, bilgili mün yaşar.
31. Çobanın ayağı yetişmezse, tayaği yetişir.
32.Dağı taşı yel bozar; dostların arasını söz.
33.Gönlü açık bolanın yolu da açık bolur.
34.Her yurdun avını öz tazısi bile avla.
35.Gazana yanaşırsan garasi, yaramaza yanaşırsan belasi bulaşır.
36.Özüni övenin yüpi çüyrük bolur.
37.Ölü arslandan diri sıçan yağşidır.
38.Ertir kalk atani gör, atandan son atıni.
39. Serpilmeyen tohum yaşarmaz.
40.Suyun yavaş akanından, yiğidin yere bakanından kork.
41.Uyuyan yılanın guyruğuna basılmaz.
42.Yaban gül yaş da bolsa dikeni guri bolar.
43.Yenilen göreşe doymaz.
44.Yiğide savaş bayramdır.
45.Çüyrük tahta çüy tutmaz.

19 Ekim 2009 Pazartesi

Hak silamış bardır onun sayasi,
Çırpınşar çölünde neri, mayasi,
Renk-be-renk gül açar yaşil yaylasi,
Gark bolmuş reyhana çölü Türkmenin.
MAHDUMKULİ

(Kızılayak Yaylası)


ÇIKIP GİDELİN
İl birlik etmedi bize, yiğitler,
Gelin, bu vatandan çıkıp gidelin!
Duşmanın yanında övrenen itler
Gitmese, boynuna kakıp gidelin!

Sındırmanlar goçakların badıni,
Yitirdiniz Ersari'nın adıni,
İndi mövlam berse ilin dadıni,
"Lahovla - billahi" okap gidelin!

Beğlerin yüzüne gara çekildi,
Onun üçin abıray yere döküldi,
Üstümüze emir tuği dikildi,
Goldan gelse, oni yıkıp gidelin!

Gün - günden halımız bolandır harap,
Bir niçe humsanın ağzına garap,
Seydi diyer, haram boldi bu Lebap,
Bir yana sil kimin akıp gidelin!
Seydi

16 Ekim 2009 Cuma


ESEDULLAH OĞUZ
TÜRKMEN GAZETECİ YAZAR
1968 yılında Afganistan'ın Kunduz kentinde doğan Esedullah Oğuz Türkmenistan kökenli bir aileden gelmektedir. Oğuz'un ailesi 1930'lı yıllarda Stalin'in uyguladığı 'zorunlu kolektifleştirme siyaseti ' sonucu yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Türkmenistan'dan Afganistan'a geçmiş ve Kunduz kentine yerleşmiştir. 1979 yılında başlayan işgalle birlikte Oğuz ailesinin yaşadığı bölge Sovyet jetleri tarafından bombalanınca aile ikinci kez doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalmış ve 1980'li yılların başında Türkiye'ye yerleşmiştir.
ÜÇ ÜLKEDE EĞİTİM
Esedullah Oğuz daha çocuk yaşta doğduğu ülkeden ayrılmak zorunda kaldığı için eğitimini üç farklı dil ve ülkede yapmıştır. İlköğrenimini Afganistan’da, liseyi Türkiye’de, yüksek öğrenimini de Almanya’da tamamlamıştır. Hayatının 20 yılını Batı’da (Almanya), diğer 20 yılını da Doğu’da (Afganistan ve Türkiye) geçiren Oğuz her iki kültürden insanların düşünce yapısını ve hayata bakışını yakından gözleme ve inceleme fırsatı bulmuştur.

GAZETECİ-YAZAR
Oğuz 1988 yılında daha genç bir üniversite öğrencisiyken gittiği Almanya’da merkezi Münih’te bulunan Amerikan radyosu Radio Liberty bünyesinde iki yıllık editörlük programını başarıyla tamamladıktan sonra bu radyonun Türkmence Yayın Servisinde 8 yıl editör ve redaktör spiker olarak çalışmıştır. Oğuz Radio Liberty’deki çalışmalarından ötürü zamanın A.B.D Başkanı Bill Clinton’dan takdirname almıştır.Yerli-yabancı birçok dergi ve gazetede Orta Asya ve Afganistan konusunda 500’den fazla kapsamlı makalesi yayınlanan Oğuz’un Türkmenistan ve Afganistan’ı konu alan üç kitabı bulunmaktadır. Ekim 2001’de Doğan Kitap tarafından yayınlanan son kitabı HEDEF ÜLKE AFGANİSTAN terör saldırılarının en sıcak günlerinde büyük ilgi görmüştür.
BANKACI
1990’lı yılların ortalarında Radio Liberty’nin merkezini Münih’ten Prag’a taşımasından sonra radyodan ayrılan Oğuz Münih’te Ludwig Maximilian Üniversitesine bağlı bir yüksek okulda işletme (Betriebswirtschaftslehre) okumuş ve bunu takiben borsada fon ve değerli kağıt işlemi yapan bir Alman bankasında çalışmıştır. Ancak bankacılığın kendisine göre bir meslek olmadığını gören Oğuz’un kariyer hayatı 2001 yılındaki 11 Eylül saldırılarıyla yepyeni bir mecraya girmiştir.
ASKER, DANIŞMAN
Esedullah Oğuz 11 Eylül saldırılarından sonra Alman ordusuna Afganistan uzmanı olarak girmiş, ordunun Köln yakınlarındaki Psikolojik Harekât Merkezi’nde ‘ülke danışmanı’ (Landeskundlicher Berater) olarak çalışmıştır. Sekiz aylık temel askeri eğitim ve hazırlık döneminden sonra Alman ordusunda binbaşı rütbesi ile göreve başlayan Esedullah Oğuz 2004-2007 yılları arasında Afganistan’da ISAF’ta Psikolojik Harekât Komutanı olan bir Alman albayın danışmanı olarak görev yapmıştır. Bölge konusundaki derin bilgisi ve deneyimi ile üstlerinin takdirini kazanan Oğuz Afganistan’daki başarılı çalışmalarından dolayı Alman ordusunun bronz madalyası ve NATO hizmet madalyası ile ödüllendirilmiştir.

BÖLGE UZMANI
Ailevi nedenlerden dolayı 2008 sonunda Almanya’dan Türkiye’ye dönen, halen İstanbul’da yaşayan Esedullah Oğuz bir süreden beri NEWSWEEK Türkiye dergisinde Orta Asya, Afganistan ve Pakistan’la ilgili yazılar yazmaktadır. Afganistan’da bulunduğu yıllarda Cumhurbaşkanlığı köşkü, Afgan kraliyet ailesi, milletvekilleri, ordu generalleri, yerel gazeteciler ve Kabil’deki yabancı yardım kuruluşu temsilcileriyle kişisel dostluklar geliştiren Oğuz bölgede geniş bir haber kaynağına sahiptir. Oğuz ayrıca Afganistan’daki kadar yoğun olmasa bile Pakistan ve Orta Asya’da da önemli bağlantılara sahiptir ve haber kaynaklarına birinci elden ulaşabilmektedir.

5 DİL BİLİYOR

Anadili Türkmence olan Esedullah Oğuz Türkçe, Farsça, İngilizce ve Almancayı bu dillerde yazı yazabilecek kadar iyi bilmektedir. Oğuz bunun yanı sıra anadiline oldukça yakın olan diğer Türk dilleri Kazakça, Özbekçe ve Kırgızcayı da rahatlıkla anlayıp konuşabilmektedir.




MEŞHUR TÜRKMEN ŞAİRİ

RÜSTEM MUHLİS

(1931-1981)

Afganistan Türkmenleri arasında en seçkin şairlerinden biri olan Rüstem Muhlis, Şıvırgan’ın Kızılayak kasabasında 1931 (Hicri 1309) yılında dünyaya geldi.
Eğitimini Kızılayak kasabasında Türkmenlerin ileri geleni Halife Kızılayak tarafından yaptırılan Kızılayak Medresesi’nde tamamlar. Damullah Yazberdi Karamkul tarafından eğitilen Rüstem Muhlis, dini eğitimi yanı sıra Türkmen edebiyatı ile de yakından ilgilenmeye başlar.
Yaklaşık 300 öğrencinin eğitim aldığı medresede, aydın görüşü ve kıvrak zekası ile dikkat çeken Muhlis, medresede Kuran-ı Kerim hafızlığı, Hadis, Nahu ve Fıkıh ilimlerini alır ve aynı yerde öğrencilere eğitim vermeye başlar.
Dini eğitimi ile yetişen Rüstem Muhlis aydın görüşü sayesinde Türkmen edebiyatı ile de ilgilenmeye başlar.
Muhlis lakabını da yazmış olduğu şiirlerinde kullandığı adı ile anılmaya başlayacaktır. Muhlis’in yazmış olduğu şiirlerinin konusu ve veznesinin çok yüksek olduğu gibi aynı zamanda şekil ve ozanlık derecesi de oldukça gelişmiştir.
Aydın düşünceli, gelecek nesiller için çok endişeli ve olabildiğince ileri görüşlü olan Rüstem Muhlis, halkının da aydın görüşlü olmasını isterdi. Halkın daha bilimli olması için aydın görüşlü kişilerin daha çok yetişmesi yönde daima halkını teşvik eder, onları daima bilime davet ederdi.
Halk arasında saygın bir yeri olan, fakir bir aileden gelen Rütem Muhlis, yazmış olduğu şiirlerinin çoğu halkının günlük hayatta karşılaştığı dertler, sorunlar ve bölgede yaşanan eziyetler, insaflı olmayı, insanlara iyilik etmeyi, mahşer günü, zalimlerin yapmış oldukları eziyeti eleştiren bir çok şiirler yazmıştır.
Afganistan Türkmenlerinin dertlerini, karşılaştığı sorunları çok iyi bilen Muhlis, kendi dönemlerinde yaşadıkları eziyetleri de yazmış olduğu şiirlerde açık bir şekilde dile getirmiştir.
Yaşamının son zamanlarında bazı ard niyetli insanların ‘’Mücahit’’ ismini kullanarak insanlara eziyet verenleri hiç çekinmeden cesurca eleştiren Muhlis, aynı zamanda kendi ölümünü de böylece hazırlamış olur..
Afganistan'da iktidar boşluğu ve Sovyetler Birliğinin işgali döneminde bir gurup kendini bilmez insanlar Rütem Muhlis’i öldürürler. (1981)
Aşırı derecede Türk milliyetçi olan Rüstem Muhlis’in Türkhan isminde bir oğlu, Hayrunisah, Nurcemal ve Ayşe isminde üç kızı var. Oğlu Türkhan da aynı Rüstem Muhlis gibi çok iyi yetişmiş ve sayısız şiiri bulunmaktadır.


YARANLAR

Bir mün üç yüz dokuzuncu at yılı
Dünya gelip gözüm açtım yaranlar
Gam hane geldim diyip ağladıp dili
Göz yaşımı yere saçtım yaranlar.

Çarşamba günü bir Cevza ayında
Gelip gözüm açtım gam serayında
Vatan tuttum bir harabat cayında
Gede yanıp gede üçtüm yaranlar.

Ağlap indim bu gaygılı caya
Gam bilen gelip men fani seraya
Sataştım yaranlar acap govgaya
Gaygıli şerbetten içtim yaranlar.

Bildim bu dünya ken sraydır
Gelip otir herkim kim bu gul baydir
Ertesi göçmeli duşulgah caydir
Nesiben gelip duşdum yaranlar.

Dünya gelip yağşi güni görmedim
Gaflatımda bir maksada yetmedim
Bihuda kerlere ömrümi satdım
Toba edip Allaga gaçdım yaranlar.

Muhlis aydar geldim doli gam bilen
Anadan doğuldum gözüm nem bilen
Aşık oduna dovam bolmazam bilen
Gaygi deryasında akdım yaranlar.


AĞLAR MEN

Ey Hudaya talmurup men zar ağlap
Bir munasıp hemdem diyip ağlar men
Bul garip gönlüni huar eylep her dem
Özüm yani fırğam diyip ağlar men

Yalan aytman doğruluk süren bolsa
Aht fimanında rast duran bolsa
Arzu bilen dosti den gören bolsa
Şohil yari görsem diyip ağlar men.

Gamli günimi şirin sözden şad etse
Dostum diyip arttır ağşam yat etse
Yöreğimi mehirden abadan etse
Şona boyun eğsem diyip ağlar men

Bir yıldan göründek bolsa her günde
Söhbet etsen bolsa hormati sende
Şolar yali aşna bolsa dil zinde
Cani nısar atsam diyip ağlar men

Muhlis aydar gönlüm dolu gam bilen
Otur boldi ömrüm gam matam bilen
Yörek ah o gözüm doli nem bilen
Bahtli devran sürsem diyip ağlar men


13 Ekim 2009 Salı

(Meşhur Akmemet Çopandoz)
OĞLAK OYUNU ‘’BUZKAŞİ’’

Davut Şah döneminde, Türkistan bölgesinde iki ayrı sünnet düğünü olmuştu. Bu düğünlerde atlarla oynana OĞLAK oyunu da oynanmıştı. (1975)Biri köyümüzde en ileri gelenlerden Rehmet Hacı amcanın, bir diğeri de bizim köyümüze komşu köy Saltık'tan Seytim Çatak'ın düğünü olmuştu.Seytim Çatak’ın en ufak oğlu İsmail Çatak aynı zamanda benim sınıf arkadaşım oluyor. Türkistan bölgesinde sayılı zenginlerden biri olan Seytim Çatak, namına ve şanına layık düğün yapmıştı.Bir diğeri de Rehmet Hacı amca idi. Oda Türkmenistan’dan geçmiş Ruslara karşı Bolşevik ihtilaline karşı savaşmış eski direnişlilerden biri.Oğlaklı düğün verecek kişiler, sırf oğlak için yetiştirdikleri ‘’Bakadaki’’ dedikleri atları eğiten kişilere, bir yıl ve ya en az yedi sekiz ay öncesinden haber verirler.Oğlak oyunu kış ayında yapıldığı için Bakadaki atı olan şahıslar atlarını ona göre hazırlarlar. Bu atları hiçbir yerde kullanmazlar. Ancak oğlak oyununda oynatırlar. Yıl boyunca yoncadan yapılmış ‘’Bede’’ adını verdikleri kuru yonca, saman, arpa, yumurta ve tereyağı ile beslerler.Oğlak oyunu olan düğün, ilk önce bizim köyümüzde Rehmet Hacı amca vermişti. En küçük oğlu Ernezar’ın sünnet düğünü idi. Bu düğün için seyisimiz Bayram atlarımızı bir yıl önceden hazırlamaya başladı.Oğlak oyununda kullanılacak yaklaşık 7 atımız vardı. Bayram bu atlarla tek tek ilgilenirdi. Günün 24 saati onlarla geçirirdi. Bazen atlarla konuşur, her birine ayrı bir isim vermişti. Bazen kızar yanağına şamar atar, bazen de anlını okşar onlarla bir şeyler konuşur güler eğlenirdi.Rehmet Hacının oğlaklı sünnet düğünü için atımızı nasıl hazırlandığına şahit olmuştum. Yıl boyunca hiçbir iş yaptırılmadan bakılan atlar, artık bağlandığı kazığın etrafından beş on tur attırılmaya başlandı.Bayram, düğün tarihini çok iyi bildiği için atları da ona göre hazırlıyordu. Her gün ayrı bir safhadan geçiriyor.Atlar bağlı kaldığı kazıkları etrafından her gün arttırılarak turlar attırıyordu. Bu turlar bir iki haftayı bulduktan sonra, yavaş yavaş üzerine binilerek köyün dışına çıkarılıyor biraz daha dolaştırılıyordu. Daha sonra her geçen gün arttırılarak koşturuluyor.Bu uygulama oğlak oyunu yaklaşana kadar devam ederdi.

-YÜZ KİLOLUK PEHLİVANLAR

Oğlak oyununda bu atlar üzerlerinde yüz kilodan aşkın pehlivanları taşıyacak aynı zamanda yine yüz yüz elli kilodan fazla buzağıyı çekecekler.Bayram’ın atlarımızı oğlak oyununa nasıl hazırladığını ve her gün bu atların oğlak oyununu heyecanla beklediklerini insan hissedebiliyordu. Hele atlar dışarı çıktığı zaman şöyle gururlu bir şekilde yan yan yürümeleri yok mu? İnsan bu atların hallerini gördükçe heyecanlanıyor. Yıl boyunca sabit kalan atlar artık en usta oldukları marifetleri göstermenin telaşına kapılır gibi daha saldırgan, daha çok heyecanlanmaya başlarlardı.Artık düğüne birkaç gün kala, oğlak oyununa katılacak başka vilayetlerden pehlivanlar da gelmeye başlar. Tabi pehlivanlar yanlarında iki üç atını da beraberinde getirirlerdi.Bayram’ın hazırladığı atların yanına rakip atlarda bağlanmaya başlandı. Oğlak oyununda kendisi ile büyük çekişmeye girecek atları gören Bayram’ın atları, kişnemeye yerinde duramaz hale gelmişti. Bağlandığı kazıklara yakın olan atlar arasında bazen kavga çıkardı. Kişneme ile bağırma karışımı bir ses çıkarır, ön bacaklarını kaldırarak şaha kalkarlardı.Biz çocuklar atların bu hallerini büyük bir keyifle izlerdik. Devamlı 7 atın kaldığı at ahırımızda şimdi neredeyse 20-25 at bulunuyordu. Tabi bunların yemi bazılarının özel gıdaları da mihmandar yerine aitti. Bayram’ın dışında diğer seyisler, atları için bizden yumurta, tereyağı ve taze ekmek isterlerdi.Kurutulmuş yonca verilerek yetiştirilen bu atlar artık oğlak oyununa kadar sürekli hareket halinde tutarlardı. Bu durum sadece bizde değil, köyün diğer ileri gelen zenginlerin evlerinde de aynı durum mevcuttu.Düğün gününe kadar neredeyse yüzlerce, binlerce at toplanırdı.Bu arada bu atları koşturacak pehlivanların kaldığı odaları ziyaret ederdim. Onlar için özel yemekler hazırlanırdı. Çeşit çeşit yemekler, meyveler verilirdi. At sahipleri zenginler ayrı bir yerde kalırlardı. Oğlak oyununu oynayacak pehlivanlar ayrı bir odada kalırlardı.Bir gün öncesinden hazırlıklarına başlarlar, ‘’Sümmen’’ dedikleri miğfer görevini yapacak deri ve sıkı yünden yapılmış şapkaları vardı. O şapkalarının bağcıklarını sağlamlaştırıyor, ‘’Edik’’ dedikleri çizmelerini kuyruk yağla yağlıyorlar, her biri apayrı bir telaşta olurlardı. .Pehlivanlar buzağının bacağını tuttuğu zaman kaymaması için değişik bir eldiven kullanıyorlardı. Benim en çok dikkatimi çeken bu eldivenler olmuştu. Eldivenin her parmaklarının boğumu ayrı, kenarları da iplerle bağlıydı. Normal bir eldiven olursa mutlaka terler kayardı. Bu şekilde hem elin terlemesi önlenmiş oluyordu, hem de kayma olmuyordu. Pehlivanlar bu eldivenlerin iplerini kumaşlarındaki yırtıkları filan tamir ediyorlardı.Bazıları da hazırlıksız gelmişti. Yani ‘’Sümmen’’ denen şapkası yoktu. Babam biz çocuklar için bir zamanlar almıştı. Pehlivanlardan biri sizde mutlaka olmalı getirsenize çocuklar demişti. Bende pehlivanlardan birine sümmenimi vermiştim. Amcamın oğlu İbrahim birine vermişti. Seracettin abim de bir pehlivana sümmenini vermişti. Artık oğlak oyununda bizim favorimiz o şapkamızı giyen pehlivanlar olmuştu.Sümmenimizin kenarlarına sağlam pamuk ipliği ile bağcıklar yaptılar. Başlarına giydikleri zaman düşmemesi için bu bağcıkları sağlam bir şekilde bağlıyorlardı.

Herkes ertesi günü yapılacak Oğlak oyununun düşünüyor, onun verdiği heyecan ve telaşındaydı.Sabah erkenden kalktım. Babam da tabi oğlak oyununun hazırlığı için erkenden kalkmıştı. Düğün yapan Rehmet Hacı amcanın evine gittik. Oğlak oyununda ortaya atılacak buzağıları gördük, hangisi birinci kez ortaya atılacak hangisi ikici kez sıralamasını işçilere söyledi.Buzağılarda en az 100-120 kiloluktu. Pehlivanların kaldığı misafir hanemize geldik atlarımızı şöyle bir göz gezdirdik. Atlar zaten etrafında bulunan misafir atların vermiş olduğu heyecanla yerlerinde duramıyordu.Pehlivanlar güzel bir şekilde kahvaltılarını yaptıktan sonra atlarına bindiler oğlak oyunu oynanacak bölgeye doğru ilerlemeye başladılar. Özellikle atların bağlı kaldıkları ahırlardan dışarı çıkmaları, üzerlerine oyunda adeta bütünleşeceği pehlivanları alarak gururlu bir şekilde yan yan yürümeleri yok mu? Tam görmeye değer bir manzara.Ben de babamın arabası ile Oğlak oyunu için kurulan Çardek’e doğru gittik. O sabah oğlak oyununun heyecanı ile kahvaltı yaptığımı bile hatırlamıyorum. Çünkü oğlak oyunu öğlenden önce başlar akşam saatlerine kadar devam eder. Çardekte babamın yanında oturdum. Oyun için alana binlerce at toplanmıştı. Oğlak oyunu oynayacak pehlivanların dışında seyircilerde daha yakından görebilmek için atlarla geliyorlar öyle seyrediyorlardı.Oğlak oyunu, çardekte protokol alanının tam önünde büyük bir daire çiziliyor. Bu daireden yaklaşık bir kilometre uzaklıkta da direk dikilir ve ucuna da bayrak asılıyor. Çardekin önünde çizilen daire içine atılan 120 kiloluk kesilmiş buzağıyı bayrağa kadar götürülüyor. Daha sonra da bayraktan, çardek önündeki çizgiye getiriliyor. Pehlivanların at sırtında yaptıkları bu oğlak oyunu mücadelesi, adeta canlı bir şekilde seyredilmiş savaşı andırıyordu.Pehlivanların at sırtında buzağıyı aşağıyı doğru eğilerek çıkarması, daha sonra da onca atların arasından sıyırarak çıkarılması çok güç oluyor. Bazen bu çekişme yarım saat sürüyordu.Atların kişneme sesleri, kamçı sesleri ve pehlivanların sesleri tam anlamıyla canlı bir savaşı andırıyor. Bazen buzağın bacakları kopuyor. Bazen pehlivanlar at sırtından düşerek ezilme tehlikesi atlatıyorlar. Toz toprak tam savaş gibi, mertlerin ve güçlülerin sahası bu saha.Bir ara buzağının bir bacağından bir pehlivan bir diğer bacağından da bir başka pehlivan çekiştiriyordu. Bu duruma oğlak oyununda takım diyorlarmış. Atların üzerinde epey çekiştirdikten sonra buzağının bir bacağı koptu. Buzağının bacağı koparak elinde kalan pehlivan sinirlenerek bacağı havaya fırlattı.

Bu manzarayı görünce, ancak bıçakla keserek koparılabilen buzağının bacağını kollarıyla çekiştirerek ayıran pehlivanların ne denli güçlü olduğunu tahmin etmek herhalde kolay olmasa gerekir.
Bu oğlak oyunu üç gün boyunca böyle devam eder.
Oğlak oyununun başlangıcı ile finali çok çekişmeli geçer. Finalde kazanan pehlivan bir sonraki oğlaklı düğününe kadar kendisinden bahsettirir. Finali kazanan pehlivana at, jip, deve sayısız altın da kazanıyor.
Bayraktan çardek önüne getirene ödül veriliyor. Çardak önündeki çizgiden bayrak a kadar götürene ödül veriliyor. Bu getirip götürmede yıpranan buzağının yenisi atılıyor. Bir günde oynanan oğlak oyununda yaklaşık iki üç buzağı ziyan oluyor.
Şimdi sabahın erken saatlerinde kişneyen atların yukarıda bahsettiğim oğlak oyununu oynamalarını hatırladıkça bu atlar benim gözümde adeta kahramanlaşıyordu.
Ahırının başında masum masum oturmuş yüzüne sırtına konan sinekleri kovarak tembellik eden atlarımızın oğlak oyunundaki marifetlerini görünce onlara hayran kalmamak elde değil.
Bir ara bizim köyümüze Alman turistleri gelmişti. Atlarımızı gördüler, adeta hayran kalmışlardı. Yüzlerini okşayarak, onlarla resim çektirdiler. Bende içimden diyordum ‘’çektirecekseniz insanlarla resim çektirin, hayvanlardan ne buluyorlar. Onlar güzelim masum hayvanlar.’’
Meğerse o atların zarafeti, duruşu ve iri yapılarından etkilenmiş olmalılar ki, yanlarından bir türlü ayrılmak istemediler. Devamlı olarak yanaklarından okşuyor, onlarla ilgilenmişlerdi.
Osman Mahdum

12 Ekim 2009 Pazartesi



TÜRKİSTAN TÜRKLERİ'NİN KURTULUŞ SAVAŞI'NA VE CUMHURİYET'E KATKILARI

Türkistan Türkleri Atatürk'ün başlattığı Kurtuluş Savaşı'na ve yeni Türk Devletinin kuruluşuna kayıtsız ve ilgisiz kalmamışlardır. 1917 yılında Çarlık Rusyasını yıkan Bolşeviklerin estirdiği hürriyet havasında kendi milli devletlerini kurma gayret ve sıkıntısı içinde olan Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar ve Azeri Türkleri başlangıcından itibaren Anadolu'da yürütülen mücadeleye de olağanüstü büyük ilgi ve yakınlık göstermişlerdir. Bu yakınlığın artmasına Rusya'da 1905 ve 1917 ihtilallerinden sonra ortaya çıkan hürriyet havasında, Rusya Türkleri arasında büsbütün kuvvet bulan Türkçülük cereyanları sebep olmuştu.
Bu dönemde Türkistan Türkleri arasında siyasi faaliyet ve bilhassa dergi ve gazete yayınları artmıştı [1] . Milli şuur kuvvetlenmişti. 1908 İkinci Meşrutiyet'ten sonra Türkiye ile Rusya'daki Türk aydınları arasında fikir alış verişi de hızlanmış [2] ve Türkistan Türkleri arasında Türkiye'ye olan ilgi ve sevgi tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir biçimde artmıştı. Bu durumu Türkistan Türklerinin Türkiye'ye Balkan Savaşı'ndan Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar olan sıkıntılı dönemde yardımcı olma ve onun hayatta kalmasını sağlama gayretlerinden açıkça görmek mümkündür.
Türkistan Türklerinin Anadolu Türklerine çeşitli şekillerde vermeye çalıştığı yardım ve destekleri,
I. Askeri yardım,
II. Para yardımı,
III. Fikri veya siyasi destek olarak üç başlık altında incelemek mümkündür.
I. Askeri Yardım: Türkistan Türklerinin her ne kadar Türkiye'nin düşmanlarıyla yaptığı silahlı mücadeleleri desteklemek üzere düzenli bir ordu gönderme imkânları olmadıysa da, savaşa ferdi katılımlar olmuştur.
Bilhassa hacca giden Türkistanlıların hacca giderken veya dönüşte Türkiye'nin saflarında tereddüt etmeden savaşa katıldıklarını görüyoruz. Bu konuda en eski kayıt 1788 Osmanlı-Rus savaşına kadar uzanmaktadır. Arşiv kayıtlarına göre, Hicri 1202 ramazan (1788 haziran) ayında Türkistanlı Mehmed Bahadır, Hokand'dan hac niyetiyle yola çıkar. Erzurum'a geldiğinde Osmanlı'nın savaş için asker topladığını işitir.
O sırada I. Abdülhamid Rusya'ya harp ilan etmiştir. Bunun üzerine hacca gitmekten vazgeçen Mehmed Bahadır 4 arkadaşıyla beraber savaşa katılmaya karar verir. Başbakanlık Devlet Arşivindeki belgelere göre, Mehmed Bahadır Divan-ı Hümayun'a müracaat ederek savaşmak için 5 at, 5 kılıç, 3 tüfek ve azık verilmesini ister [3] . Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında da Hac için Mekke ve Medine'de bulunan Türkistanlı Hacılar ile talebelerden bazıları gönüllü olarak Osmanlı ordusuna katılmışlardır.
Türkiye'ye yakınlık özellikle Balkan harpleri sırasında kendisini belli etmiştir. Kazan Türklerince Hilal-i Ahmer'e çokça para yardımı yapıldığı gibi, Türk ordusunda hizmet görmek üzere gönüllü asker ve hemşireler de gitmişti [4] . Bundan başka 1912 senesinde Medine'de tahsilde bulunan 400 kadar genç Balkan muharebesine gönüllü katılmak üzere İstanbul'a gider ve Edirne düşmandan geri alındıktan sonra Medine'ye geri dönerler [5] .
I. Dünya Savaşı sırasında Medine'de Osmanlı ordusuna gönüllü katılmak isteyen Türkistanlılar ayrıca beş Osmanlı altını vermişlerdir. Niçin böyle yaptıkları sorulunca, Arapların Türkistanlılar aç kaldıklarından dolayı Osmanlı ordusuna katıldığını zannetmemeleri için böyle bir tedbir aldıklarını söylemişlerdir. Bu suretle 51. Alay'a gönüllü kaydolan Türkistanlılar Avali harbine iştirak etmişlerdir [6] .
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Türkiye'ye askeri yardımın ilginç bir şekli Kadı Abdürreşid İbrahim Efendi tarafından gerçekleştirildi. Kadı Abdürreşid Almanya'ya esir düşen Rusya Türklerinden (Kazan Türkleri ve Başkurtlardan) İngilizler ve gerekirse Ruslara karşı da savaşmak üzere gönüllü kıtalar topladı. Bunlardan bir tabur (Asya taburu) Irak cephesinde savaşmak üzere Türkiye'ye geldi ve Irak cephesinde bir çok şehit verdiler [7] .
Bir grup Türkistanlının hac dönüşü Kurtuluş Savaşı'na da katıldığını görmekteyiz. Mekke ve Medine'de hac ibadetini tamamlayarak Türkistan'a dönmekte olan 40 kadar hacı Çukurova'da iken I. Dünya Savaşı başlar ve yurtlarına dönemeyip orada kalırlar. Harp esnasında burada bazı işlerde çalışarak geçimlerini temin ederler. Osmanlının savaşta yenilmesi üzerine Çukurova Fransızlar tarafından işgal edilir.
Türkistanlılar Tarsus'ta Fransızlara karşı ilk silahlı mücadeleyi başlatanlar arasında yer alırlar. Türkistanlılardan Hacı Yoldaş başkanlığındaki grup, karakol basarak, trenlere saldırarak Fransızlara zarar verdirir.
Daha sonra Kavaklıhan cephesi kumandanı Zeki Baltalı'ya müracaat ederek, Türk ordusuna katılırlar. Grup kumandanı Halil Süllü'nün emrinde Fransızlara karşı çarpışan 26 Türkistanlıdan 16 sı şehit düşer [8] . Azeri Türkleri ise Kurtuluş Savaşı'na kendi bağımsızlıkları pahasına askeri yardım sağlamak istemişlerdir. Azerbaycanlı ilim adamı Prof. Vagıf Arzumanlı'nın Bakü'de 1998 senesinde yayınlanan makalesinde belirttiğine göre, 28 nisan 1920'de Azerbaycan Parlamentosu hakimiyeti bolşeviklere vermeyi kabul ederken koyduğu şartlardan birisi Rus ordusunun Bakü'ye girmeden önce demiryolu vasıtasıyla Anadolu'nun yardımına gitmesi idi [9] . Bu hakikatin TBMM Gizli celse zabıtları ile Polonyalı araştırmacı Tadeusz Swietochowski'nin eserinde de teyit edildiğini görmekteyiz [10] .
Bu durum Azeri Türklerinin kendileri bağımsızlıklarını kaybetseler bile, Türkiye'nin bağımsız yaşamasını istediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak Ruslar kabul ettikleri bu şartı yerine getirmediler. Türkistan Türklerinin 1914-1917 yılları arasında Kafkas cephesinde Ruslara esir düşen Osmanlı subay ve askerlerine yaptıkları yardımları da, dolaylı da olsa Kurtuluş Savaşı'na askeri yardım olarak görebiliriz. Zira bu askerlerden yurda dönenlerden bir çoğu daha sonra Kurtuluş Savaşı'na katılmışlardır. 29 Ekim 1914 15 Aralık 1917 arasında Kafkas cephesinde Ruslara yaklaşık 60 bin Osmanlı subay ve askeri esir düşer [11] .
Bu esirlerin büyük bir kısmı Hazar Denizi'nde Bakü'ye yakın Nargin adası ile Kuzey ve Güney Kafkasya'ya nakledilmişlerdir. Bunlar 1918'de Güney Kafkasya'ya giren Osmanlı ordusu tarafından kurtarılarak Türkiye'ye getirilmiştir [12] . Ancak henüz Moskova'nın kontrolüne tam olarak girmemiş Sibirya'da bulunan 9 bin kadar Türk esirini kurtarma girişimleri sonuçsuz kalmıştır [13] .
Çok zor şartlarda yaşamaya mahkum edilen bu esirlerin büyük bir kısmına Rusya Türkleri sahip çıkarak, yardım etmişlerdir [14] . Bunun için Moskova, Petrograd, Kazan, Ufa ve Orenburg'da özel komiteler teşkil edildi [15] . Rusya müslümanlarının Moskova'da 1-11 Mayıs 1917 tarihinde yapılan ilk genel toplantısında da Türk esirlerinin içinde bulunduğu zor durum görüşüldü. Kurultay bu hususu Rusya Harbiye bakanı Kerensky'ye telgraf çekerek bildirdi [16] . Esirlerden yaklaşık 1000 kadarı kendi çabaları ve Türkistanlıların yardımıyla Afganistan üzerinden Türkiye'ye dönmüştür [17] .
Türkiye'ye dönen esirlerden biri olan Tahsin İybar, hatıratında “Ruslar Sibirya'daki kampta esirlere geniş Rus topraklarından çıkamazsınız demişlerdi. Buna rağmen Rus topraklarından çıkmaya muvaffak olduk. Çünkü bize Türkistanlılar zengin, fakir ihtiyar genç demeden adeta birbirleriyle yarışırcasına yardım etmişlerdi” demektedir [18] . Daha sonra uluslararası alanda yapılan çalışmalar neticesinde kalan esirler de kurtarılarak, yurda getirilmiştir. 1925 Yılından sonra Rusya'da hiç esir kalmamıştır [19] .

II. PARA YARDIMLARI
Türkistan Türkleri daha Balkan Savaşı yıllarında Türkiye'ye para yardımı yapmaya başlamışlardı. Mesela, Kazan Türkleri bu yıllarda Hilal-i Ahmer'e hatırı sayılır ölçüde para yardımı yapmıştır [20] . Kazak Türkleri de bu konuda ellerinden geleni esirgememişlerdir. Berlin'de 1930'lu yıllarda Çağatay Türkçesinde yayınlanan "Yaş Türkistan" dergisinde yer alan bir makaleye göre, Balkan harbi yıllarında (1912-13), Türkistan'ın Akmeşit şehrinden Sadık Ötegenov isimli bir ihtiyar Kazak, küçük heybesinin iki gözüne doldurmuş olduğu altınları Rusya'nın başkenti Petersburg'a getirir.
Burada tahsilde bulunan hemşehrisi Mustafa Çokay'ın evine gider ve ondan kendisini Osmanlı elçisine götürmesini rica eder. Elçilikte, ihtiyar Kazak Osmanlı elçisi Turhan Paşa'dan, Türkistanlı Türk kardeşlerinin sevgi ve sempatisinin küçük bir ifadesi olmak üzere getirdiği yardımı gerekli yere ulaştırması için ricada bulunur. Bunun üzerine gözleri dolan Turhan Paşa her ikisini kucaklayıp öper ve emaneti kabul ederek yerine ulaştıracağına söz verir [21] .
Yine bu dönemde Medine'de tahsil görmekte olan Kazak öğrenciler Osmanlı askerine yardım için harçlıklarından 200 lira toplarlar. Balkan harbi yıllarında Kazakistan'da yayınlanmakta olan "Aykap" gazetesinin bu konudaki haberine göre, öğrenciler topladıkları paraları Medine valisi Basri Paşa'ya teslim ederek, ondan bu yardımı Hilal-i Ahmer cemiyetine ulaştırmasını isterler [22] . Yardım küçüktür, ama Türkistanlı öğrencilerin dahi Balkan Savaşı sırasında Türkiye'ye yardım etme arzusunda bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir. I. Dünya Savaşı sırasında Andican zenginlerinden Mir Kamil Mir Mumanbayoğlu Rusya'ya karşı Osmanlı devletine 200 bin ruble yardım gönderir [23] .
I. Dünya Savaşında Türkiye'ye ilginç, ilginç olduğu kadar şuurlu bir katkı Türkistanlı pamuk tüccarlarından gelir. I. Dünya Savaşı sırasında Rusya'da ulaşım ve üretimdeki sıkıntılardan dolayı, Türkistan'daki pamuk alıcı bulamadığından stoklar büyümüştür. 1918'de Brest-Litovsk'da Sovyet Rusya ile ittifak devletleri arasında barış imzalanınca, Rusya'ya giden ilk Alman sefirinin mümessili pamuk almak için Türkistan'a gider. Pamuk tüccarları ticari pazarlıklara girmeden evvel alıcıdan milliyetini belgelemesini isterler. Alış-verişle alakası olmayan böyle bir talep karşısında Alman temsilci hayrete düşer. Diğer taraftan Rusya'nın eski düşmanı olan bir devletin temsilcisi olduğu için de endişelenerek ürker. Bu talebin ticaretle alakası olmadığını ileri sürerek, doğrudan doğruya fiyat ve kalite meseleleri üzerinde görüşmeyi teklif eder. Bu meselelerde uzlaşmanın kolay olduğunu söyleyenTürkistanlı tüccar, alıcının milliyetinin kendileri için çok daha önemli olduğunda ısrar ederler. Bunun üzerine temsilci, alıcının Alman olduğunu gösteren vesikaları çekinerek göstermek zorunda kalır.
Alıcının Almanya olduğunu öğrenen Türkistanlı tüccar, kendisine büyük iltifatlarda bulunarak, mallarını başkasına verdiklerinden daha ucuza vereceğini ifade eder. Hayretler içinde kalan temsilci, bu iltifatın sebebini sorduğunda şu cevabı alır:
"Biz pamuğun mühim bir harp maddesi olduğunu biliyoruz. Bu maddeyi beş-on kuruş kazanmak pahasına, Türkiye'nin düşmanlarına satmaktansa, yakıp imha etmeyi yeğleriz. Siz Almanlar Türkiye'nin müttefikisiniz. Size pamuğu ucuza vermekle, Türk kardeşlerimizin menfaatlerine hizmet ettiğimiz inancındayız" [24] .
Kurtuluş Savaşı'na gerçek anlamda para desteği, 100 milyon altın ruble gibi bir meblağı verme çabası Buhara Halk Cumhuriyeti'nden gelmiştir. 1873'ten Sovyet hükümeti tarafından istiklalinin tanındığı 1918 yılına dek Çarlık Rusyasına bağlı, yarı müstakil devlet konumunda olan Buhara o dönemde Türkistan'ın en zengin Hanlığı idi. Ticari faaliyetler sayesinde Buhara Hanlığı büyük bir zenginliğe ve altın rezervine sahip olmuştu [25] . Bu zenginlik sayesinde Buhara emiri Petersburg'da büyükçe cami yaptırabilmiştir [26] .
Kızıl Ordu tarafından 2 Eylül 1920'de yıkılan Buhara Hanlığı'nın yerine 6 Ekim 1920'de Buhara Halk Cumhuriyeti ilan edilmesinden [27] sonra, Buhara Halk Cumhuriyeti'nin Osman Kocaoğlu başkanlığındaki temsilcileri Moskova'ya giderek Lenin ile görüşme yaparlar. Bu görüşmede Buhara heyeti, Lenin'e Türkiye için 100 milyon altın ruble yardım vermeyi taahhüt ederler. Heyet Buhara'ya döndükten sonra, bu konu parlamentoda oylanır ve Türkiye'ye yardım tek itiraz sesi yükselmeden oy birliği ile kabul edilir. Vaat edilen 100 milyon altın da en kısa zaman zarfında Moskova'ya ulaştırılır [28] . Bu teslimat konusunda elimizde herhangi vesika yoktur. Ancak Türkistan'da o devrin olaylarını yaşamış şahsiyetlerden ve Türkistan tarihi mütehassısı Z. V. Togan [29] ve Türkistan'daki esir Osmanlı subaylarından Raci Çakıröz [30] bu yardımın yapıldığını teyit etmektedir. Ne yazık ki bu yardım hedefine ulaşmamıştır. Sovyetlerin Türkiye'ye Eylül 1920 ile Mayıs 1922 tarihleri arasında yaptığı nakdi yardımlar da Buhara Cumhuriyeti'nin teslim ettiği 100 milyon rublenin çok altında, 11 milyon ruble civarındadır [31] .

III. FİKRİ VE SİYASİ DESTEKLER
I. Dünya Savaşı'ndan önce Rusya'da ve Osmanlı'da yaşanan 1905 ihtilali ve 1908 II. Meşrutiyeti'nden sonra Anadolu ve Rusya Türkleri arasında kuvvetli bir kültür bağı kurulmuştu. Bunun neticesinde I. Dünya Savaşında Türkistan Türklerinin bütün sempatileri Türkiye ile beraberdi [32] . Bu sempatinin büyüklüğünü Tahir Çağatay'ın I. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı bir anısından görmek mümkündür. Taşkent'te kalabalık seyirci arasında Umumi Vali Matson'un bulunduğu bir sinemada, savaşla alakalı belgesel film gösterilmekteydi. Perdede ilk olarak Rus ordularının seferberliği ve resmi geçidi gösterildi. Bunu takiben bütün büyük devletlerin askeri resmi geçitleri izlendi. Hepsi de sükunet içinde seyredilerek geçirildi. Fakat beyaz perdede başta sancağı ile bir Türk süvari alayı gözükmeye başlayınca, o muazzam binayı dolduran halk ani bir hareketle ayağa kalktı ve alkışlamaya başladı. Bu kalkma hareketi o kadar ani ve tesirli bir şekilde vuku bulmuştu ki, seyirciler arasında bulunan Ruslar da gayri ihtiyari olarak bu kitle temayülüne uymak zorunda kalmışlardı. Bu durum karşısında sinirlenen umumi vali derhal salonu terketti ve film bir daha gösterilmedi [33] .
Yine Çağatay'ın belirttiğine göre, I. Dünya Savaşı esnasında Taşkent'te halk bütün heyecanıyla olayları takip ederdi. Türklerin muvaffakiyetini, Rusların mağlubiyetini belirten herhangi bir haberi ihtiva eden gazete derhal karaborsaya düşüyordu [34] . Bu dönemde Türkistan Türkleri I. Dünya Savaşını çok yakından takip ediyor ve Türkiye'nin bir ölüm-kalım savaşı verdiğini farkediyorlardı. Mesela o dönemde Kazak Türklerinin önde gelen siyaset ve fikir adamlarından biri olan Mir Yakup Duvlat dünyadaki 300 milyondan fazla müslümanlar arasında en güçlüsünün Türkiye olduğunu ve bu Türkleri parçalamak için çeşitli devletlerin fırsat gözlediğini yazar. Kazakistan'da I. Dünya Savaşı yıllarında yayınlanmakta olan “Kazak” gazetesinin 1918 eylül sayısında yer alan yazısında Duvlat, bu fırsat beklemenin birkaç asırdan beri süre geldiğine işaret ettikten sonra, devam etmekte olan
I. dünya savaş sırasında düşmanların İstanbul'u almak ve Ayasofya'ya asmak üzere haçı da hazırladıklarını ifade eder. Fakat Türklerin boş durmadığını, ülkelerini korumak için asırlardan beri mücadele ettikleri gibi, dört seneden beri de diz boyu kanlar içinde, milyonlarca yiğidini kurban ederek, mal-mülkünü feda ederek savaştıklarını yazar [35] . Görüldüğü gibi, Mir Yakup Duvlat'ın yazısı, Kazak bozkırlarından Türk topraklarında yapılan mücadelenin çok yakından takip edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Türkistan Türklerinin I. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, Türk Kurtuluş Savaşını da her safhasına destek vererek yakından takip etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Türkistan içinde aydınlar ve şairler halkı aydınlatıcı ve Kurtuluş Savaşını destekleyici yazılar yazmışlarsa, Türkistan dışına çıkabilmiş aydınlar uluslararası platformda kendi siyasi meseleleriyle beraber, Türkiye'nin bağımsızlığını ve reformlarını da destekleyici çalışmalar yapmışlardır. Sovyetler Birliği dışında, Avrupa ülkelerinde bulunan Türkistanlı siyaset ve devlet adamları başından itibaren Atatürk'ün siyasi faaliyetlerini benimsedikleri görülmektedir. İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği günlerde, İdil-Ural Türklerinden Ayaz İshaki, Sadri Maksudi ve Fuad Toktar Paris'te bulunmaktaydı. Onlar, Bolşeviklerin İdil-Ural'da hakimiyeti ele geçirmesinden sonra, mücadelelerini yurt dışında devam ettirmek üzere Fransa'ya gelmişlerdi. Burada Fransız Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Millerand ile görüşme gününü beklerlerken Türkiye Ayan Meclisi Üyesi Ahmet Rıza Bey ile karşılaşırlar. Ahmet Rıza Bey de Fransa hükümetinin isteği ile Türkiye'nin gayriresmi vekili olarak Paris'te bulunmaktadır.
Kazanlı devlet adamları Ahmet Rıza Bey ile uzun uzun görüşmelerde bulunurlar. Görüşmenin yapıldığı 4 Nisan 1920 günü, İngilizlerin Padişah'a baskı yapıp, Mustafa Kemal'i asi ilan etmesini istediği günlere rast geliyordu. Kazanlı devlet adamları, Ahmet Rıza Bey'i Padişah'ın böyle bir isteği yerine getirerek Mustafa Kemal gibi bir kahramanı asi saymasının ülkeye büyük zarar vereceğini anlatarak, Padişah'a bu yönde telkinde bulunması hususunda ikna ederler [36] . Hokand Muhtar Hükümeti'nin sabık başbakanı Mustafa Çokay da Türkiye'nin uluslarası alandaki politikalarına destek veren çalışmalar yapmıştır. Çokay bilhassa Ermeni meselesinde Türkiye'nin haklarının savunulmasında büyük gayretler göstermiştir. Şubat 1918'de Hokand hükümetinin Kızıl Ordu tarafından yıkılmasından sonra, 1919-1921 seneleri arasında Gürcistan'da bulunduğu sırada, Ermeni meselesine vakıf olan Çokay, ayrıca Tiflis'te Kuvayi Milliye temsilcisi olan Kâzım Bey (sonradan İzmir valisi, Trakya umumi müfettişi Kâzım Dirik) ile temasta bulunarak Ermeni meselesi hususunde devamlı surette makaleler neşretti [37] . Mustafa Çokay 1919-1921 yıllarında Tiflis'te bulunduğu yıllarda Vol'nıy Gorets, Gortsı Kavkaza gibi rusça dergilerde ve kendi yönetiminde Türkçe çıkan Şafak gazetesinde Kazım Bey'den temin ettiği malumatları “Anadolu Mektupları” namı altında yayınladı [38] . Çokay bu işlerle meşgul olduğu sıralarda, Ermenistan'daki Amerika misyon başkanı ve Türkiye aleyhtarı General şiddetli bir beyanatta bulunur. Bu beyanata Mustafa Çokay, o kadar vazıh ve şiddetli cevap vermiştir ki, şahsi dostları bundan doğabilecek akibetlerden endişe ederek, bir takım koruyucu tedbirler almışlardır [39] . Çokay, Ermeni meselesi konusundaki makalelerini Gürcistan'dan Fransa'ya geçtikten sonra da yazmaya devam ederek, bunları fransızca ORIENT et OCCIDENT dergisinde yayınladı [40] . Mustafa Çokay Şubat 1921'de Gürcistan'dan Türkiye'ye geçer. İstanbul'a varır varmaz müttefik makamlar vasıtasıyla İtilaf Devletleri nezdinde Türkistan meselesinde teşebbüslerde bulunur.
Ancak Türkiye'yi de unutmaz. İstanbul'da gördükleri, Türkiye hakkındaki müttefik tasarıları ve Türkiye'nin geleceği hakkında Türkistan Türklerinin görüş ve dileklerini belirten bir memorandum hazırlayarak, müttefik kuvvetler komutanlığına verir [41] . Mustafa Çokay Berlin'de 1933 yılında yayınladığı "Yaş Türkistan" dergisinde Ermenilerin Türkiye aleyhindeki oyunlarından birisini nasıl bozduğunu da teferruatıyla anlatmaktadır. Çokay'ın belirttiğine göre, Lozan konferansı yıllarında (1922-1923) Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Reisi A. Aharonyan düzmece bir iddia hazırlayarak, Hindistan, Kafkas ve Türkistan müslümanlarının dahi Türkiye'yi Sevr anlaşmasına uymadığı için eleştirdiklerini ve Ermenileri haklı gördüklerini söylüyordu. Mustafa Çokay ve Ayaz Kafkasyalılar, İdil-Urallılar, Kırımlılar ve Türkistanlıları temsilen bu iddianın asılsızlığı konusunda bir memorandum hazırlayarak, Fransız dışişleri bakanlığına ve Lozan konferansına gönderirler [42] .
Çokay yazısında şöyle demektedir: "Ahoranyan'ın Hindistan müslümanları hususunda söyledikleri ne kadar doğrudur, bilemem. Fakat biz, Kafkasyalılar, İdil-Urallılar, Kırımlılar ve Türkistanlılar adına 22 Mart 1922 günü Sevr anlaşması ile alakalı memorandumu teslim ettik. Onu Fransız Dışişleri Bakanlığına Ayaz İshaki ile beraber götürüp verdik" [43] Çokay bununla da yetinmez. Kendisi maddi sıkıntılar içinde olmasına rağmen, yol parasını borçla tedarik ederek Lozan'a da gider. [44] . Diğer yandan Türkistan'dan Anadolu'daki mücadeleyi yakından takip etmeye çalışan aydınlar, bilhassa halkın duygu ve düşüncelerini dile getirmekte mahir şairler Kurtuluş Savaşı hakkında şiirler yazmışlardır. Bunlar, böylece şiir diliyle Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'na destek vermek istiyorlardı. İşin enteresan yanı böyle şiirleri Türkistan'daki hemen her Türk boyunun önde gelen şairleri kaleme almışlardır.
Mesela Kazak Türklerinin milli şairlerinden Mağcan Cumabay bunlardan biridir. Osmanlı mağlup edilerek işgaline karar verildiği sıralarda, Sovyet Rusya'sında iç karışıklıklar ve savaş sebebiyle açlık felaketi yaşanıyor ve halk sıkıntı içinde yaşıyordu. Buna rağmen Türkiye'nin işgale uğramak felaketi Türkistan halkı için çok derin bir yeis ve heyecanla karşılanmıştı. Kazak Türklerinin milli şairlerinden Mağcan Cumabay, ilk baskısı 1923 yılında Taşkent'te yayınlanan eserinde yer alan "Alıstağı bavrıma" yani "Uzaktaki kardeşime" isimli şiirinde bu duyguları açıkça ortaya koymaktadır [45] .
Magcan 12 dörtlükten oluşan uzun şiirine şöyle başlıyor: Alısda azap çekken bavrım, Quvarğan bayşeşektey kepken bavrım. Qamağan qalın cavdın ortasında, Köl qılıp közdin casın tökken bavrım. Anadolu Türkçesiyle ifade edersek: Uzakta azap çeken kardeşim, Kurumuş lale gibi solan kardeşim. Kuşatmış kalabalık düşmanın ortasında, Göl gibi göz yaşı döken kardeşim. Magcan şiirini şu mısralar ile bitiriyor: Bavrım! Sen o cakda, men bu cakda Qaygıdan kan cutamız, bizdin atka. Layıq pa qul bop turuv, Kel ketelik Altayğa ata miras altın taqqa. Anadolu Türkçesiyle ifade edersek: Kardeşim! Sen orada, ben burada Kaygıdan kan yutuyoruz. Bizim adımıza layık mıdır köle olmak, Gel gidelim Altay'a ata yadigarı altın tahta [46] . Kırgız şairi İsmail Sarıbayoğlu da, 1921 yılında Kurtuluş Savaşı için bir şiir yazmıştır.
Hayatı hakkında fazla bir malumatımızın olmadığı bu Kırgız şairi, "İngilizler Türklere saldırırken yazılan şiir" ismini taşıyan şiirinde, Anadolu Türklüğünün ölüm-kalım savaşına Kırgız Türklerinin dikkatini çekmek ve gerekirse yardımına koşmak gerektiğini ifade etmekte ve şöyle demektedir: Ekçeme içip kölösün, Bar önörün ordo atmak. Musulmandın işi emes, Kılıç çappay cön catmak. Koldon kelse kayrat kıl. Oygon Kırgız uykudan. Stambul türktön ayrıldın. Bolup aldı ar bölök, Ak cinister bölök. Amerika, sarı orus Aydap cürdü türkündü. Aylan kelse, sen boluş. Anadolu Türkçesiyle ifade edersek:
Ayran içerek eğleniyorsun, Bütün hünerin eğlenmek. Müslümanın işi değildir, Kılıç sallamadan boş yatmak. Elinden geliyorsa çaba göster. Uyan Kırgız uykudan. İstanbul Türk'ten ayrılıyorsun. Oldular grup grup, Beyazlar bir grup. Amerika, Sarı Rus Önüne kattı Türk'ünü. İmkanın varsa, koş yardım et [47] . Türkistan'ın önde gelen şairlerinden Abdülhamid Çolpan da (1897-1938) bir taraftan Türkistan'ın hürriyeti için halkta mücadele ruhu uyandırmaya çalışırken, diğer taraftan Türkiye'yi ihmal etmiyor ve Türk istiklal harbi için şiir yazıyordu. Onun Tufan adlı şiiri Anadolu'da milli mücadeleyi yürüten Türk ordusuna ithaf edilmiştir. Şiirde Türk ordusu "mazlumlar tufanının öç alıcı sellerine", işgalci kuvvetler ise "medeniyet beşiğinde oturan cellatlara" benzetilir. 1920'lerde yazılan şiirin başında ve sonunda Türk ordusuna hitap eden iki mısralık şu bölüm: Ey İnönü, Ey Sakarya, ey İstiklal Erleri Milli Misak alıngança totalmasdan ilgeri, heyecan ve çoşkunluk yaratmaktadır. Şiir, Ey istiklal, ey Sakarya, ey İnönü Erleri Yür, mazlumlar tufanının öç alguçı selleri! mısralarıyla sona ererken Çolpan, Türk İstiklal harbini batılı sömürücü ve işgalci güçlere karşı mazlum milletlerin öç alması olarak görmektedir [48] .

SONUÇ
Üç ana başlık altında incelediğimiz Türkistan Türklerinin Türkiye'ye yaptığı bu yardım ve desteklerin maddi boyutları, belki milli mücadelenin başarısına büyük etkiler yapacak ölçüde görülmeyebilir. Ancak onların o devirde içinde bulunduğu şart ve durumlar göz önüne alındığında büyük fedakarlıklar içinde ifa edilmiş olduğu muhakkaktır. Bu fedakarlıklar ve Türkiye'ye karşı beslenen sevgi ve muhabbet Balkan Savaşından itibaren artarak devam etmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında had safhaya ulaşan bu sevgi ve muhabbet Ankara'nın da dikkatlerinden kaçmamıştır.
Mesela bu yakın alakayı farkedenlerden biri Ankara Hükümeti'nin Maliye Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek'tir. 1920 yılında Moskova'da bulunan ve Buhara, Hive, Türkistan, Tataristan ve Azerbaycan temsilcileriyle görüşmeler yapan Yusuf Kemal Bey 16 Ekim 1920'de TBMM'de yaptığı konuşmada bu konuda şunları söylemektedir: “Onların bizlere itimadları var... Bizleri muhterem ve mukaddes yerlerden gelmiş insanlar addediyorlar... Bizim milletin mukadderatına bizden ziyade alakadar oluyorlar...
Türkiye köktür, burada bulunan onun dallarıdır, diyorlar” [49] . Netice olarak Türkistan Türklerinin 1920'lerdeki Türkiye'ye bakış açısı, ona yardım etme ve destek olma gayretlerini büyük idealist İsmail Gaspıralı'nın “dilde, fikirde, işte birlik” şiarının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bu da Gaspıralı'nın XIX. yüzyılın son çeyreğinden XX. yüzyılın başlarına kadar yayın hayatını sürdüren ve Balkanlardan Doğu Türkistan'a kadar bütün Türkçe konuşan halklar tarafından okunan "Tercüman" gazetesindeki fikirlerini Türk Dünyasına yaymada belli ölçüde başarıya ulaştığını göstermektedir. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti ile Türkistan'daki Türk Cumhuriyetleri arasında sağlıklı ilişkiler için kardeş ülkeler arasında hızlı ve tarafsız iletişimi sağlayıcı ortak televizyon ve diğer basın araçlarının varlığının çok önemli görevler ifa edebileceğini söyleyebiliriz.
Abdulvahap KARA *

* M. S. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi
[1] Akdes. N. Kurat, Türkiye ve Rusya XVII Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşı'na Kadar Türk-Rus İlişkileri (1789-1919) , Ankara 1970, s. 415-416
[2] Bu konuda geniş malumat için bkz. Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (1905-1917) , Ankara 1985, s. 151-163; A. E. Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu , İstanbul 1995, 141-174.
[3] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun no: 56210, 56129, 56206, 56118. Bu konuda bkz. S. Aynuralp, “Belgelerle Türk Birliği”, Türk Dünyası Tarih Dergisi , sayı 12, İstanbul, Aralık 1987, sayfa 5-7.
[4] Kurat, s. 416
[5] Ç. Koçar, “Çukurova'nın Kurtuluşuna İştirak Eden Türkistanlılar”, XI. Tarih Kongresi, Ankara 5-9 Eylül 1990, Kongreye Sunulan Bildiriler , c. VI, Ankara 1994, s. 2382.
[6] a.g.e., s. 2385
[7] Kurat, s. 505
[8] Koçar, s. 2377-2383.
[9] V. Arzumanlı, “Azerbaycan Halg Çumhuriyeti İçtimai-Siyasi Fikir Tarihimizde Yeni Merhale Kimi”, Azerbaycan Halg Çumhuriyetinin Milli Siyaseti , Bakü, 1998, s. 12.
[10] TBMM Gizli Celse Zabıtları , cilt I, Ankara 1985, s. 172 ; T. Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı 1905-1920 , İstanbul 1988, s. 241.
[11] Kurat, s. 440; Esin Güven, I. Dünya Savaşı'nda Rusya'daki Türk Esirleri ve Rusya Türkleri , İstanbul 1996, (Marmara Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), s. 21.
[12] E. Güven, s. 25-26.
[13] TBMM Gizli Celse Zabıtları , s. 169; Oğuz Karakartal, “I. Dünya Savaşı Sonunda Sibirya'daki Esir Türk Askerleri Sorunu ve Türk Dünyası Gazetesi”, Sibirya Araştırmaları (Haz. Emine Gürsoy-Naskali), İstanbul, 1997, s. 317-322; E. Güven, s. 116.
[14] Kurat, s. 416.
[15] Kurat, s. 447.
[16] Bütün Rusya Müslümanlarının 1917. Yılda 1-11 Mayda Meskevde Bolgan Umumu Seyzdinin Protokolları , Petrograd 1917, s. 326-329; Devlet, s. 282.
[17] K. Karabekir, İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı , İstanbul 1967, s. 313.
[18] Tahsin İybar, Sibirya'dan Serendib'e , Ankara, 1950, s. 85.
[19] E. Güven, s. 102.
[20] Kurat, s. 416.
[21] H. Oraltay, “Mustafa Çokay”, Türk Dünyası Tarih Dergisi , Ocak 1997, sayı 121, s. 15-16; Y. T., Türkistan'da Türkçülük ve Halkçılık , İkinci Bölüm, İstanbul, 1954, s. 61-62.
[22] Ayqap Gazetesi 1914'den naklen Ayqap , (Haz. Ü. Subhanberdina-S. Davitov), Almatı 1995, s. 288.
[23] Voprosı İstorii , 1953, sayı 3, s. 33-49'dan naklen A. İnan, “Türkistan'da 1916 Yılındaki Ayaklanma”, Türk Kültürü , sayı 12, Ekim 1963, s. 29-30.
[24] Y. T.s. 69-70.
[25] Stephane A. Dudoignon, “Orta Asya'da Siyasal Değişmeler ve Tarihyazımı, Tacikistan ve Özibekistan 1987-1993”, Unutkan Tarih Sovyet Sonrası Türkdilli Alan , (Haz. Semih Vaner), İstanbul 1997, s. 115.
[26] Kurat, s. 425.
[27] Buhara Halk Cumhuriyeti 19 Eylül 1924'te Moskova'ya muhalif güçler temizlenerek Buhara Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilinceye kadar, milli güçler tarafından Moskova'dan bağımsız bir şekilde idare edildi. Bu konuda bkz. İ. Yarkın, “Buhara Hanlığı'nın Sovyet Rusya Tarafından Ortadan Kaldırılması ve Buhara Halk Cumhuriyeti'nin Kuruluşu”, Türk Kültürü , sayı 76, Ankara, Şubat 1969, s. 297-303; B. Hayit, Türkistan Rusya ile Çin arasında , s. 264.
[28] Yakın Tarihimiz , 3 Mayıs 1962, Cilt I, sayı 10, s. 292-293; N. Öktem, “Osman Kocaoğlu'nun Ardından”, Türk Kültürü , Eylül 1968, sayı 71, s. 878; M. Saray, Milli Mücadele Yıllarında Atatürk'ün Sovyet Politikası , İstanbul, 1984, s. 55-57.
[29] Z. V. Togan, Hatıralar , İstanbul, 1969, s. 363.
[30] T. Kocaoğlu, “Türkistan'da Türk Subayları (1914-1923)”, Türk Dünyası Tarih Dergisi , Ağustos 1987, sayı 8, s. 47.
[31] Saray, s. 57.
[32] Kurat, s. 416.
[33] Y. T., s. 62-63.
[34] a.g.e., s. 63
[35] Mir Yakup Duvlat, “Qaytsek Curt bolamız”, Qazaq , 10 Eylül 1918'dan naklen Qazaq (Haz. Ü. Subhanberdina-S. Davitov-Q. Sahov), Almatı, 1988, s. 440.
[36] “Günlük Notlarından Önemli Parçalar”, Muhammed Ayaz İshaki Hayatı ve Faaliyeti , Ankara, 1979, s. 216-223; T. Çağatay, “Büyük Türklük Mücahidi Ayaz İshaki”, a.g.e., s. 94.
[37] Y. T. , s. 66.
[38] aynı yer; Yaş Türkistan , 1933, sayı 40'dan naklen Yaş Türkistan , sayı 3, Almatı, 1998, s. 27.
[39] Y. T., s. 65-66.
[40] Yaş Türkistan , aynı yer.
[41] Y. T., s. 66-67
[42] Yaş Türkistan , Berlin, 1933, sayı 41'den naklen Yaş Türkistan , sayı 3, Almatı, 1998, s. 30; Y. T., s. 67-68; Çağatay, s. 94.
[43] Yaş Türkistan , sayı 3, Almatı, 1998, s. 30.
[44] Y. T., s. 67-68;
[45] a. g. e., s. 78-79; Yaş Türkistan, Berlin, 1930, sayı 3-4, s. 38-42; G. Kayhan, Magcan Jumabayulu'nun Hayatı ve Eserleri (Basılmamış Yüksek Lisans tezi), Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi, Türkistan, 1998, s. 45-48.
[46] M. Cumabayev, Şığarmalar , c. I, Almatı 1995, s. 72.
[47] M. Şen, “Milli Mücadelemizi Anlatan Bir Kırgız Şiiri”, Bağımsız Kırgızistan, Düğümler ve Çözümler (Haz. Prof. Dr. Emine Gürsoy), Ankara, baskıda, s. 119-126.
[48] Hüseyin Özbay, Çolpan'ın şiirleri, Metin, Aktarma, İnceleme, Ankara 1994, s. 141-142, 329-331.
[49] TBMM Gizli Celse Zabıtları , c. II, s. 171-1