8 Kasım 2012 Perşembe


VATAN HASRATIY

Egerde sorasalar bir agiz bolup
Dunyada en söygi nemenin söygisi
Şonda men diyerdim in emin bolup
Dunyada in beyik söygi vatan söygisi

Yenede şeydip sorasalar mukaddes zadiy
Şondada men diyerdim olhem vatandır
Sebebi sen sanasan tagzim edilyen zadiy
Şol dördün biyri hem ene vatandır.

Dünyanın in bagtsız ınsaniy kimke?
Aydardım vatanından cuda düşendir
Yad illerde gamgiyn derde bişendir.
Yersiz, yurtsuz, ayi, güni yaşandır.
Dunyanın in bagtsız insaniy ine şoldur şol.


Dunyanın in bagtliy adamiy kimke?
Biryaş ömür hasratliy vatanima govuşsam
İylim bilen salamlaşıp saglik sorasam
Öz obamın suvundan bir ganıp içsem

Dunyanın in bagtliy adamiy inha mendirn men.
Vatan derdi beyikdir derde deneşmez
Bul derde köyüp yanmadık duşmez
Birde yanmasin gör ömründe öçmez
Yeke dertliyn del yerem yakar ol.

Dr. Muhammet Sadık Mahdum
   Asgabat 1998



DIYDILER 

Diydiler e diydiler
Ona garan diydiler
Her yanimdan yavasca
Goryermisin diydiler.

Diydiler e diydiler
Huriy kemin diydiler
Biyr biyrine umlesip
Ovodan ol diydiler.

Diydiler e diydiler
Ay bologi diydiler
Bir siynimdan tartisip
Ne dumarsin?Diydiler.

Diydiler e diydiler
Guler yuzluy diydiler
Aralarinda sorasip
Yariy kimke diydiler.

Diydiler e diydiler
Gara sacliy diydiler
Bir yanimda yilgirsip
Yaariy senmin?Diydiler..

Dr. Muhammet Sadık Mahdum
1995- Aşkabat



8 Ekim 2012 Pazartesi

 
 OĞUZAM TÜRKMENEM
Oğuzam, Türkmenem… Bayatlardan Türkmenem…
Damarlarındaki asil kan, aslına çektiğin ırk menem…
Yaprağın asılı dallar, gövdeni taşıyan kök menem…
Yolunu gözleyen yar, aşkınla çarpan ürek menem…

Can içre canan bilmişem gavim gardaş, nerdesen…
Yedi koldan, yirmidört boydan gelmişem Orta Asyadan…
Yayından fırlayan ok, huduttan hududa atılan mızrak, deli taylar gibi dörtnala esmişem…
Az gitmişem, uz gitmişem, dere tepe düz gitmişem…
Kuş uçmaz kervan geçmez dağları göçebe adımlarla gezmişem…
Irağı yakın, yurdumu ırak eylemişem…
Tırnaklarımla oymuşam tortu kayaları, kıraç toprakları gözyaşlarımla sulak etmişem…
Kızgın tohumlar serpmişem, emek vermişem, aşa getirmişem…
Türk illerine haber salmışam gavim gardaş nerdesen…
Selçuklu şah-ı sultanlarım adım atmış otağıma, kapıda karşılamışam civan-ı mert erlerimi, başım üstünde berhudar ağırlamışam…

Musul’da Zengiler, Kerkük’te Kıpçak, Erbil’de Beg Teginliler adıyla Atabegleri kurmuşam, Türk’ün adını âlemlere duyurmuşam…
Bayındır Kızanı torunlarımı kucaklamışam, bahar coşkusu Akkoyunlar gibi meralara yayılmışam…
Sultan Cined oğlu Şah İsmailimle pişirmişem ham yanlarımı, ocağımda tüten Safevi ateşiyle alev alev yanmışam…
Genç Osmanlıyla açmışam Bağdat’ın kapısını, cahiliye devrini kapatmışam…
Dil, din ve ırk özgürlüğüyle donatmışam halkları, mum gibi aydınlatmışam kör karanlık tarihi, çevreme ilim, irfan, ışık saçmışam…

Derin hülyalara dalmışam gavim gardaş, nerdesen…
Ne zaman ki Türk birliğine diş bilemiş düşman, çapraz fişek silahıma davranmışam…
Zırnık ödün vermemişem sevgimden, korkmamışam heç, ölümleri kuşanmışam…
Yalın ayak koşmuşam Kafkas cephelerine, Sarıkamış harekâtına katılmışam…
Buz kesmiş yüreğim Allah-u Ekber Dağlarında, katmer katmer kefensiz donmuşam…
Çanakkale’de etten duvar olmuşam, göğüs göğüse çarpışmışam Allah vekil, bir adım geçirmemişem gâvuru öteye, üst üste cansız yığılmışam…

Nasıl ki harb-i cihanlarla zayıflamışam, güçten kudretten düşmüşem heyhat, yeraltı kaya yağlarım sulandırmış ağızları, hemhal manda manda paylaşılmışam…
Öyle ki et ve tırnak misali ayrılmışam, süt kuzu yavru gibi Anadolu’dan koparılmışam…
Köpekler hırlamış peşimden, yılanlar tıslamış…
Sahipsiz kalmışam gavim gardaş nerdesen…

Lord planları tayin etmiş kaderimi, Misak-i milli sınırlar dışına çıkarılmışam…
İtilmişem, kakılmışam, horlanmışam külliyen, tekme tokat yerlere yatırılmışam…
Dağ ayılarının önüne atılmışam yaralı, çöl develerinin hörgücüne tepe taklak asılmışam…
Türk menem demişem, Türkçe söylemişem, Eskiyaka’da kurşunlara dizilmişem…
Emeğimin hakkını istemişem, Gavurbağ’da linç edilmişem…

Adalet beklemişem, iplere gerilmişem…
Eşitlik yeğlemişem, zab suyu kana bulanmış, Altunköprü’de ekin gibi biçilmişem…
El insaf vicdan dilemişem zindanlara sürülmüşem…
Diri diri gömülmüşem gavim gardaş nerdesen…
Kollarım kırılmış omuzlarımdan, işkencelerle yoğrulmuşam…
Gözlerim kan çanağı, fincan fincan oyulmuşam…

Ölmem yetmemiş kâfire, ip sarılmış cesedime, ibret-i âlem sokaklarda dolaştırılmışam…
Lime lime dağılmışam gavim gardaş, nerdesen…
Kimliğim değiştirilmiş, El-Temim olmuş Türkmen Kerkük, hafızalardan kazınmışam…
Baas baas bağırmışlar, kin kusmuşlar yüzüm barabarı, evimden yurdumdan göçe zorlanmışam…

Okumak yazmak yok…
Düşünmem, konuşmam, kızmam yasak…
Ağzım dilim bağlanmışam…
Başın kaldırıp bakmak, göz ucuyla süzmek ne cüret…
Oturmam, yürümem, gezmem yasak…
Elim ayağım dolanmışam…
Taş kesilmişem gavim gardaş nerdesen…

Di gah gel… Di gel ölem di gel…
Adına gurban olam di gel…
Alnına kanım çalam di gel…
Bayrağım göğün mavi yeli, ay yıldızım sen…
Yurdum Türkmen eli, can özüm sen…
Soyum sopum Türkoğlu, yüzüm sürdüğüm izim sen…
Oy men ölmüşem gavim gardaş, nerdesen…

(Şair: Ali Yaşar)

24 Temmuz 2012 Salı

ZEM ZEM SUYU

 Hz. İbrahim (a.s.) Cenab-ı Hakkın emri üzerine hanımı Hacer validemizi ve henüz süt emmekte olan oğlu Hz. İsmail’i bugünkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yere bıraktı. O tarihte Mekke’de hiçbir insan yaşamıyordu. İçecek su da yoktu. Hz. İbrahim hanımı ve oğlu için biraz hurma ve bir miktar da su bırakarak oradan ayrıldı. Yiyecek ve içeceğin bulunmadığı bu ıssız yerde kalmak Hz. Hacer’e çok zor geldi. Ancak kendilerini oraya bırakmasını Hz. İbrahim’e Cenab-ı Hak emrettiğine göre düşünmek yersizdi. Çünkü rızkı veren Allah elbette kendilerinin durumunu da görüyordu. Bir müddet sonra Hz. İbrahim’in bıraktığı su bitti. Hz. İsmail ağlamaya su istemeye başladı.
Annesi ne yapacağını şaşırdı. Süt yok ki emzirsin su yok ki içirsin. Hz. İsmail’in ağlamalarına daha fazla dayanamadı. Safa Tepesine çıktı. Birini görebilmek ümidiyle sağa sola baktı. Kimseyi göremeyince de Safa ile Merve arasında koşmaya başladı. Yedinci defa Merve’ye çıktığında bir ses işitti. Zemzem Kuyusunun yanında Hz. Cebrail’i gördü. Cebrail (a.s.) kanadıyla (bir rivayette ayağıyla) yeri kazıyordu. Nihayet su göründü. Hz. Hacer buna çok sevindi. Suyun aktığını görünce ''Dur dur'' manasında ''Zem zem'' dedi ve su akmasın diye önünü kesti havuz gibi yaptı. Bir taraftan da testisini dolduruyordu. Suyu aldıkça yerinde kaynıyordu. Testisi dolduktan sonra sudan içti ve Hz. İsmail’i emzirmeye başladı. Bu arada Cebrail (a.s.) Hacer’e hitaben: ''Sakın 'Helak oluruz zarara uğrarız’ diye korkmayın. İşte şurası Beytullah'ın (Kabe'nin) yeridir. O beyti şu çocukla babası yapacaktır. Muhakkak ki Cenab-ı Hak o işin ehlini zayi etmez'' dedi.
İşte Zemzem Kuyusunun ortaya çıkması bu şekilde oldu. Hz. Hacer suyun önünü kesmeseydi ve onu kendi halinde bıraksaydı bu su bir ırmak olacaktı. Peygamberimiz (A.S.M.) bir hadislerinde bu hakikati şöyle beyan buyurur: ''Allah İsmail’in annesi Hacer’e rahmet etsin. O Zemzem’i kendi haline bıraksaydı veya avuçlamasaydı; muhakkak Zemzem akar bir ırmak olurdu.''
Zemzem çok mübarek ve gıdalı bir sudur. Hz. Hacer ve Hz. İsmail uzun müddet yemek yemeden bu suyla idare ettiler. Bir hadiste Peygamber Efendimiz Zemzem’in bu hususiyetine işaret etmiştir.

-ZEM ZEM SUYUNUN FAYDALARI

Cennet pınarının bir örneği olan Zemzem suyu, Cenab-ı Allah'ın Hz. İbrahim (a.s)'a ikram ettiği en büyük nimetlerden biridir.  Harem-i Şerif'deki Ayat-ı Beyyinat'dan biri olan Zemzem, Hacıların muşahede ettikleri en büyük nimet ve menfaatlerdendir. Yeryüzündeki en hayırlı su olan Zemzem, Cibril-i Emin vasıtasıyla zuhur etmiştir. Yeryüzünde en mukaddes topraktan kaynayarak müslüman alemi ile buluşan Zemzem, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in kalb-i şerifinin defalarca yıkandığı sudur. Rasulullah Efendimizin mübarek tükürüğü ile bereketlenen, açları doyuran, dünya devam ettiği müddetçe bu vasfı devam edecek olan zemzem'in her derde deva olduğunu biliyormuydunuz.  Hususiyle humma (sıtma)'ya şifadır. Baş ağrısını giderir. Gözün görmesini ziyadeleştirir.
Ne niyetle içilirse ona devadır. Ona bakmak ibadettir. Ondan içmek günahlara keffarettir. Kaburgalarını gerdirinceye kadar içmek iman alameti ve nifaktan kurtulmaktır. Misafirlere ikram edilecek en güzel hediyedir. Mekke'yi Mükerreme'den diğer beldelere taşınması sünnettir. İçilmesi sünnettir. Misafire önce ikram edilir. Onunla abdest almak sünnettir.Kücük çocuklara ikram etmek sünnettir. İçmekte büyük sevap vardır. Ne kadar içilir ve ne kadar taşınırsa taşınsın bitmez. Bedene kuvvet verir.

ZEMZEM SUYU'NUN BİLİNMEYENLERİ
1- Avrupa'da labaratuarlarda yapılan araştırmaya göre Zemzem suyu, diğer sulara göre çok daha az kükürt taşımaktadır.
2- Yine aynı araştırmaya göre diğer sulara göre çok daha besleyicidir ve çok daha fazla mineral barındırmaktadır.
3- Kaynagi henüz bulunamamıştır. Nereden geldiği şuanki teknolojiye göre bile bilinemiyor. Yakinlarinda hiç bir kuyu yok ve denize de 80 km uzaklıkta. Bu şartlarda suyunu denizden veya baska bir kuyudan alması imkansız. Nasıl oluyor da yıllardır suyu bitmiyor, bunu kimse bilmiyor.
4- Açlığını gidermek için içen kişinin açlıgını, susuzlugunu gidermek için içenin susuzluğunu giderir. 5- Sadece 1,5 metre derinliğindeki ufacık bir kuyudan çıkan su, hac mevsimi boyunca milyonlarca hacının tüm su ihtiyacını karşılamaktadır.
6- Dünya Sağlik Örgütü (WHO)'nun raporlarına göre Dünya'daki en içilebilir ve saglıklı sulardan biridir.
7- Amerika'da yapılan test sonuclarına göre Dünya'da içinde mikroorganizma ve bakteri bulundurmayan TEK su zemzem suyu. Ayrıca zemzem hiçbir zaman belden aşağı inmez. Yani idrar yoluyla atılmaz. Sadece ter ile vücuttan atılır. Bunların hepsi bilimsel deneylerle kanıtlanmıştır.

14 Haziran 2012 Perşembe

GÖZE MİHMANDIR

Kara taşta kara kılı seçen göz,
Kararır kerimen, göze mihmandır.
Aş için gelmezler ekşitme sen yüz,
Nana muhtaç değil, söze mihmandır.

Ağırdır hengamlar, uzaktır yollar,
Konuşsun yiğitler, söyleşsin diller.
Baharda açılan rengarenk güller,
Bir mevsim açılır, yaza mihmandır.

Ne azim hünerler, ne sırlı işler,
Ne havalı bağlar, ulu ağaçlar,
Altmış renkli, yetmiş türlü yemişler,
Ağaçtan ayrılır, güze mihmandır.

Bir gencin yok ise silâhı, atı,
Bunu belli bilin, yoktur gayreti.
Kocaldıkça gider gücü, kuvveti,
O gençliğin gücü, dize mihmandır.

Bu dünya yüzüne gülüm gülümdür,
Cefası çok olur, cevr u zulümdür.
Ne kadar yaşasan sonu ölümdür,
Aziz canlar, tende, bize mihmandır.

Hakk’ı hatırlarsın, Hak’tan korkuna,
Şeytan gelir, seni koymaz erkine,
Güzel civan, güvenme hiç görküne,
Kocalırsın, görkün yüze mihmandır.

Mahtumkulu, öğüt vardır sözümde,
Ölüm aklımdadır, korku gözümde,
Her nice yaşasan yerin yüzünde,
Ademoğlu beş gün tuza mihmandır.
Mahdumguly Fraği

29 Mayıs 2012 Salı

İSTANBUL'UN FETHİNİN 559. YIL DÖNÜMÜ

Atalarımızın ne büyük kahramanlıklar ve ne büyük şereflere nail olduğunun bir ispatı olan büyük bir gün. Efendimiz Hz. Muhammet (SAV)'in müjdesine nail olduğu bir gün. Cenabı Allah'ın ''Onlar beni sever, bende onları severim'' ifadesinin ispatlandığı bir gün.
Bu günü ta Orta Asya'dan yani tarihi Merv kentinden çıkıp Anadolu topraklarına yerleşerek yurt edinen ve İslam'ın sancakdarlığını yaparak islamiyetin yayılmasına nail olan atalarımızın büyük bir gurur ve iftihar günü.
Bu gün aşlar pişe, kazanlar kanatıla, çörekler dağıtıla, fatihalar okunarak şehitlerimiz ecdadımız anılan. Milletimizin şeref ve zaferlerle süslü muhteşem tarihi içindeki en büyük zaferlerden birisi hiç şüphesiz 29 Mayıs 1453 yılında gerçekleştirilen İstanbul’un fethidir.
Bizans’ın paslı mıhını sökme şeref ve fazileti ise ALLAH sevgilisi, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz’in: “Ne güzel komutan! Ne güzel asker” diye müjdelediği, “Fatih Sultan Mehmet” ve “Osmanlı askerine” aittir. İstanbul gibi dünyanın gözbebeği ve can damarı sayılan bir şehrin fethedilmesini yüce ALLAH, Fatih Sultan Mehmed’e ve O’nun askerlerine nasip etmiştir. Fatih Sultan Mehmet ve askerlerinin en büyük gayesi Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin övdüğü kimselerden olmaktı.
Gerçekten: Bişr el-Ganevî (R.A.),1 babasından yaptığı rivayete göre Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz : “Kostantiniyye (İstanbul) elbette feth edilecektir. O’nu feth eden kumandan, ne güzel kumandandır! Onu fetheden asker ne güzel askerdir!”2 buyurmuşlardır. Bu hadis-i şerif, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimizin mucizelerinden bir mucizedir. İstanbul, asr-ı saadette Kostantiniyye ismi ile bilindiği için, Hz. Peygamber (S.A.V.) Efendimiz de hadis-i şeriflerinde bu isimle anmışlardır. Fethi müjdeleyen hadis-i şerif

Anlamı: “Kostantiniye, bir gün fetholunacaktır. Onu fetheden asker ne güzel asker, onu fetheden komutan ne güzel komutandır.”

Bakın bu fethin ne derece önem arz ettiğini şu hikaye ile daha da ferçinlenmektedir. Fetih esnasında büyük bir kahramanlık gösteren Ulubatlı Hasan, vücudunun delik deşik olması pahasına, surlara çıkmış ve pek çok yara bere içinde olmasına rağmen bayrağı surlara dikmeye muvaffak olmuştu. Bir müddet sonra da Fatih bu levendin başı ucundaydı.
Ulubatlı, son anlarını yaşıyordu. Dudağındaki tebessüm Fatih'i hayrete düşürmüştü.
Sordu: 'Niçin tebessüm ediyorsun?'
Cevap verdi: 'Biraz evvel buraları Allah Resulü teftiş ediyordu.
O'nun gül cemalini gördüm. Sürûrum, sevincim bundandır.'
Dokuz asır evvel haber vermişti. Dokuz asır sonra da orayı fethedecek ordunun içinde bulunuyordu Sevgililer sevgilisi..

28 Nisan 2012 Cumartesi


AMANULLAH DALİY

Afganistan’da yeni nesil Türkmen şarkıcısı Amanullah Daliy
Amanullah Daliy, Afganistan’ın kuzeyinde Anthoy vilayeti Gorgan ilçesinde dünyaya geldi. Çakırlar boyundan olan Amanullah Daliy 36 yaşında.
Rus Afgan savaşı nedeniyle tahsil alamayan Amanullah Daliy, genç yaşta olmasına rağmen, Türkmen halkı için nasıl bir hizmet edebilirim aşkıyla büyüdü. Kendisini müziğe vererek, mahalle ve kasabalarda tüm düğün ve toplantılarda şarkı söylemeye başlayan Amanullah, herhangi bir kimseden ders almadı. İstediği tarzda yetiştirecek her hangi bir üstat olmadığı için tamamen kendi imkânlarıyla yetişti.
Tamamen kendi bestesi veya diğer esinlendiği Türk, Türkmen, Hint ve Türkmenistan müziklerini uyarlayarak şarkılar üretti. Bestelediği müzikler, genç nesiller için ve yeni yetişen nesillerin hoşlanacağı hareketli müziklerden oluşuyor.
Afgan Türkmenleri arasında ilk pop müziğini yaratan Amanullah Daliy, on yıla yakın eski tarz müzikler seslendirdi. Daha sonra, son altı yedi yıldır pop müziklerle, halkın yaşantısını konu alan müzikler seslendirmeye çalışıyor.
Afgan Türkmenleri ilk etapta seslendirdiği müzikleri hoş karşılamasalar da, halk düğünlerde yaptığı müziklerden hoşlanmaya başladılar. Kendisinin anlattığına göre, düğünlerde ilk defa pop müzik seslendirdiği sıralar da eh ‘’Deli oğlan’’ işte diyerek başlandığını, daha sonra lakabım da ‘’Daliy’’ oldu kaldı diyor.
(Hazırlayan Osman Mahdum)
HOŞ BOLMAZ

Müslüman doğanlar vasiyet etsem,
Hıdmat bilen hiç kim senden hoş bolmaz.
Yörek derdim kağiz üstüne döksem,
Hıdmat bilen hiç kim senden hoş bolmaz.

Hıdmat bilen malın gitse elinden,
Zerer yetmen menfat yetse dilinden.
Hıdmat edip kuvvat gitse biylinden,
Yağşilıkdan hiçkim senden hoş bolmaz.

Yağşilığa yamanlık ata sözidir,
Muni bilmeyenler aptal özidir.
Bilenlere mani yağşi yoludur.
Hıdmat bilen hiç senden hoş bolmaz.

Akıl bolsan oni sen hem özün gör,
Arasından halkın yolun seçip yör.
Halkın aylımına şöyle garap gör.
Hıdmat bilen senden hiç kim hoş bolmaz.

Fakir sen indi hemakat etme,
Hudağa gul bolsan arkayın yatma.
Tenbiye senge indi yağşilık etme,
Hıdmat bilen hiç kim senden hoş bolmaz.

Abdulkerim Mahdum

18 Şubat 2012 Cumartesi

Abdulkerim'in çektiği Ankara'da kış fotoğraf manzaraları

21 Ocak 2012 Cumartesi

AMUDERYA NEHİRİ TAŞTI, GARKIN

VE HAMİYAP'TA YÜZE YAKIN EVİ YUTTU

Afganistan'ın küzeyinde bulunan Amuderya nehiri taşarak sınır kasabalarından Hamiyap ve Garkın'da yüze yakın ev ve yüz hektarlık araziyi yuttu.
Alınan bilgiye göre, Afganistan'ın küzey vilayetlerinden geçen ve Özbekistan ile Türkmenistan topraklarını besleyen Amuderya nehiri, son iki yıldır taşarak arazi erozyonuna neden oluyor ve etrafındaki kasabaların evleri ve arazilerine büyük zararlar veriyor.
Yoğun olarak Türkmenlerin yaşadığı Cevizcan vilayetine bağlı Hamiyap ve Garkın kasabalarının kıyısından geçen Amudarya nehiri, bu kasabalarda yaşayan insanların ev ve arazilerini erozyon sonucu daha fazla yutmaya başladı.
Garkın'dan bir yetkili, Amuderya nehirinin bu sene içerisinde Garkın ve Hamiyap'ta yüze yakın ev, yüzlerce hektarlık araziyi yuttuğunu ve burada yaşayan halkın mağdur kaldığını belirtti.
Amuderya nehirinin bölgede yaşayan halkın evlerini ve arazilerini yuttuğunu ifade eden yetkili, ''Afgan devleti elinden geldiğince yardım yapıyor. Ancak az bir şeyle bu durum halledilecek gibi değil. Artık bu yerden taşınmaya başlayanlar var. Açık bir alanda çadır kurarak oturanlar, yada akrabalarının yanına taşınanlar oldu. İnsanlar çok mağdur durumda'' diye konuştu.
Bölge halkı Afgan hükümeti yanı sıra akraba ülkeleri Türkiye ve Türkmenistan'dan yardım bekliyor. (ajanslar)

8 Ocak 2012 Pazar



AŞŞIK OYUNLARI


Biz Türk'ler tarım ve hayvancılıkla uğraştığımız için çocuklarımızın oyunları da bunlara dayalı olmuştur. Soyu bir, aslı bir ve nesli bir olan, Anadolu'dan ta uzaklarda yaşayan bizde de bu oyun aynı şekilde oynanır ve Anadolu'da da olduğu gibi oynandığını görüyoruz.
Eksik anlatılmış olabilir ancak unutulmaya yüz tutmuş Aşşık oyunlarını sizlerle paylaşmak istedim.
Öncelikle Aşşık nedir onu öğrenelim. Aşşık koyunların art bacağından çıkartılan bağımsız bir kemiktir. Bu aşşıkların duruş şekillerine değişik isimleri ile başlamak istiyorum.
Aşşığı yere attığın zaman içi oyuk kısımı üstte gelecek şekilde durursa Çikke'dir. Aşşığın tümsek kısımı üstte gelecek şekilde olursa Bükke olur. Aşşığın sağ kenarı vardır ve birde sol kenarı bunların sağ tarafı geldiği zaman Alça, sol tarafı yani biraz içe doğru alçak kısımı geldiği zaman Harra olur. Çeşitli renklerle süslenen aşşıklar oyuna hazırdır.
AŞŞIKLARIN İSİMLERİ:
Topbaz: Olgun ineğin art ayaklarındaki aşşıklardan oluyor. Sakka: Büyük ve olgun koyunun ayağından olan aşşık kemiğidir. Bu bazen Dana kemikleri de olabilir. Sakka kemiği esas çizgili oyunlarda ana görevi yapar. Sakka adı verilen kemiğin daha sağlam ve daha ağır olması için içine kurşun yerleştirilir. Bazen sakka kemiğini kurşun yerleştirmeye zaman olmadığı için kil de kullanılmaktadır.
Cübi: Çübi adını verdikleri kemiklerde, kuzunun aşşık kemiğidir. Bu kemiklerle yani aşşıklarla çizgili oyunlar oynanmaz ve aynı zamanda dışarıdan oynanmaz. Genelde ev içersinde Beş aşşık ismini verdikleri oyunlar oynanır.
Şimdi Aşşık oyunları çok değişik şekillerde oynanıyor. Dışarda oynanan oyunlar ve ev içerisinde oynanan oyunlar olmak üzere iki ayrı gurupta toplayabiliriz.
a - Dışarda oynana oyunlar, Kette gıl, Hetdek ve çukura atma gibi oyunlar.
b - Ev içersinde oynana oyunlar ise Beş aşşık, Cüpmi teek ve başkaları.
DIŞARDA OYNANA AŞŞIK OYUNLARI:
Kette çızzık oyunu, Büyük bir dikdörtgen çizgi çiziliyor. Çizginin ortasına aşşıklar diziliyor. Bu aşşaklar sırasıyla Sakka denilen aşşıklarla vurularak çizgiden dışarıya çıkarılmaya çalışılıyor. Çizgi dışına çıkarılan aşşak oyuncunun oluyor. Her vuruşunda çıkardığı aşşığı alan kişi dışarı çıkaramadığı zaman bir başkasına geçiyor. Bu oyun büyük kare şeklindeki çizginin içindeki aşşık bitinceye kadar devam ediyor.
Yuvarlak çizgi oyununda da aynı kurallar işliyor. Bu oyunda da yuvarlak bir çizgi çiziliyor. Yuvarlak çizginin ortasına aşşık diziliyor. Bu oyunda kural oyuncular oturarak aşşıkları vurmaya çalışıyor. El üstünden diğer eli ile attığı aşşık ile dizili aşşıklardan çizgi dışına çıkarmaya çalışılır. Çıkardığı aşşıkları alır. Kette çizgide ise ayakta atılır. Bunda ise oturarak oynanıyor.
EV İÇERSİNDE OYNANAN AŞŞIK OYUNLARI:
BEŞ AŞŞIK: Bu oyun genelde ev içerisinde oynanır. Özellikle kız çocuklarının oynadığı Beş Aşşık oyunu, dört kız, yada daha fazla kızlar tarafından oynanmaktadır. Yuvarlak bir şekilde oturarak sırası ile oynanmaya başlanan beş aşşık, el arka, garçık, yeke çöpleme iki almak, üç ve dört almak. Aköy tuıtma gibi değişik şekillerde sırası ile devam eder. Hangi oyunda başarısız olunursa bir başka oyuncuya geçer. Oyunda başarısız olan çocuk, başarısız olduğu oyundan tekrar başlar. Yuvarlakta oturan çocukların el marifetine göre sıra böyle devam eder.
CÜPMİ TEEK: Bu oyunda, cübi denilen ufak aşşıklar avuç içine alınarak karşı taraftaki çocuklara sorulur. avuca açılan cübi aşşıkların tek mi yada çift mi olduğu sorulur. Çift ise cüp, tek ise de teek denilir. Karşı tarafı bunu bildiği zaman rakibinden aşşık alır. bilmediği zaman aşşık verer. Bu oyunda böyle devam eder.
ANADOLU'DA AŞŞIK OYUNU
Anadolu topraklarında özellikle Erzurum yörelerinde Aşşık oyunları şöyle oynanıyor. Toprak zeminde oynanan aşşık kemik oyununun çizgi, taladi, tokana ve takkıç türleri bulunuyor.
Çizgi oyununda 1 metre çapında daire içerisine yan yana dizilmiş aşşıklar, ''eneke'' denilen ve özel dizayn edilmiş aşşıklarla vurularak çizgi dışarısına çıkarılmaya çalışılır. Oyuncular, çizgi dışarısına çıkardıkları aşşıkların sahibi olur.
Taladide yan yana dizilen aşşıklara, eneke aşşıklarla belirli mesafeden vurulmaya çalışılır. Tokanada ise yine aşşıklar yan yana dizilir ve uzak mesafeden eneke atılır. Atılan aşşık, ayak boyundan uzun olmalıdır. Vurulan aşşık, çizginin bulunduğu yer ile aşşığın gittiği yer arasındaki mesafe bir adımdan fazla olmalıdır. Bu mesafeden vurulursa aşşık atanın olur.
Takkıç oyununda ise 3-4 adım sayılarak ebe çizgisi çizilir. Ebe çizgisine paralel ayrı bir çizgi daha çizilir ve aşşıklar burada burun buruna dizilir. Aşşık düz konulduğunda düz kısmı ''takkıç'', biraz daha çukurlu olan alt kısmı ise ''mire'' olarak isimlendirilir. Bu oyunda aşşıkların dizildiği yerden çizgiye enekeler atılır ve kimin enekesi çizgiye en yakın ise o oyuncu oyuna ilk başlar ve böylece sıralama belirlenir.
Oyuncular, başlama sıralamasına göre aşşıklarını atarlar ve dizili aşşıkları vurmaya çalışırlar. Oyuncu enekesini atar aşşıkları vurursa ve enekesi takkıç gelirse oyun biter ve aşşıkların tamamını kazanmış olur.
(Hazırlayan: Osman Mahdum)

7 Ocak 2012 Cumartesi

SİVAS'TA DİVRİĞİ İLÇESİNDE BULUNAN ULU CAMİ'NİN KAPISINDAKİ ''NAMAZ KILAN İNSAN GÖLGESİ''


Atalarımız Anadolu'ya geldikten sonra, birçok eserleri hayata geçermişler. Özellekle Cami, hamamlar, köprüler, kervan saraylar ve çeşitli türbeler inşa etmişler. Bunlar arasında öyle çarpıcı eserler bırakmışlar ki, dünyanın heryerinden dikkat çekiyor.
Sultanahmet Camisi'nin sırları hala çözülemezken, Muhteşem Süleyman'ın mimari eseri insanları hayran bırakırken, bakın Sivas ilimizde yer alan Divreği Ulu Cami'nin sırrı ve ihtişamına ne demeli.
Ulu Cami’yi inşa eden mimar ve ustalar, burada inanılmaz hesaplamalar yaparak ve büyük çaba göstererek buradaki eseri elde ettiler. ''Namaz kılan insan'' ve diğer siluetler için çok ince hesaplar yapıldı. 2 yıl boyunca güneşin doğuşundan batışına, yıldızların çıkışından kayboluşuna kadar her şey en ince detayına kadar incelendi ve bu mucize eser ortaya çıktı.
Bu eşsiz eser Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu’nun (UNESCO) ”Dünya Kültür Mirası Listesinde” yer alıyor.
Buradakği “Namaz Kılan İnsan Silüeti” ve diğer gölgeler tesadüf eseri değil tamamen ince hesaplamaların sonucunda ortaya çıkmıştır.
Kapılarda ilk etapta siluet bakıyor, temaşa ediyor. İkincisinde siluetteki o kişi kitap okuyor, üçüncü durumda namaz kılıyor, dördüncü olayda ise kadına dönüşüyor.