16 Ağustos 2010 Pazartesi

HALİFE KIZILAYAK, HAYATI BOYUNCA ÇOK SADE BİR HAYAT YAŞADI ASLA ŞAN VE ŞÖHRETE ÖNEM VERMEDİ
Halife Kızılayak, hayatı boyunca Peygamber Efendimiz Hz. Muhammet (SAV)’in hayatını örnek alan, farz, sünnet, vacip tüm vecibeleri yerine getirmeye çalışan, takva bir insan olarak tanınmaktadır.
8 yaşından itibaren beş vakit namazını hiçbir zaman kaza kılmayan Halife Kızılayak, kimsenin kalbini kırmadan, daima sevgi ve şefkat aşılamaya çalıştı. Gerek sözleriyle, gerekse ameliyle İslam şartlarına harfiyen uymuş, onu yaymak için de çok çalışmıştır.
Hayatının büyük bir bölümünü cihatla süslemiş olan Halife Kızılayak, kendisine gösterilen saygı ve hürmetten dolayı kesinlikle kibir ve gurura kapılmamıştır. Her haliyle çok mütevazı bir kişiliği olduğu söylenmektedir.
Herkese çok iyi davrandığı, hatta kendisine kötü davrananlara bile hoşgörülü ve çok sabırlı olduğu söylenir. Kimseyi incitmemeye dikkat eden Halife Kızılayak’ın ‘’çocukluğumda sapanla bir serçe vurmuştum. Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor.’’dediği bilinmektedir.

ÇOK AZ UYURDU

Daima kıble tarafına dönerek oturmaya özen gösteren Halife Kızılayak, çok az uyumaya çalışırdı. Seyit evlatlarını çok sever ve onlara daima saygı gösterirdi.
Şöhretin çok zararlı olduğunu daima ifade eden Halife Kızılayak, Peygamber efendimizin bu konudaki ‘’Şöhret afettir.’’ Hadisine istinaden ‘’Koşandan yürüyen, yürüyenden duran, durandan oturan, oturandan yatan daha iyidir” buyururdu.
Afganistan halkını bir hicret beklediğini ve önce davrananların kurtulacağını, sona kalanların ise çok telef olacağını söylerdi. Rusya ile çok sıkı irtibat kurulacağına, hatta iki yurdun bir olacağına işaret ederdi. ‘’İslamı yaşamak avuç içinde köz tutmaktan daha zor’’ olacağını söylerdi.
Çocukları çok seven Halife Kızılayak, bazen torunlarını kucağına alarak, hem sever, hem de hıçkıra hıçkıra ağlardı. Öyle bir ağlardı ki gözyaşları sakalının ucundan damlardı. Bu ağlamasının sebebi sorulduğunda da; ‘’ onların doğduklarına seviniyorum, ama görecekleri günler için de ağlıyorum’’ derdi.
Dünya malına aşırı önem gösterenlere, ‘’altın alma, dua al. Dua altından daha kıymetlidir’’ derdi.
Hiçbir zaman kahkaha atarak gülmeyen Halife Kızılayak, kahkaha atarak gülenlere de ‘’Sırat köprüsünü geçmeden nasıl gülebiliyorsunuz, şaşıyorum. Müslüman sıratı geçtikten sonra güler’’derdi.
Halife Kızılayak’ın bulunduğu dönemlerde Kızılayak kasabasında Ramazan ayları bir başka olurdu. Özellikle Mevlit kandili ayrı bir güzellikte ihya edilirdi. O günlerde ülkenin her tarafından akın akın insanlar gelirdi. Herkes toplandıktan sonra Halife Kızılayak’ın odasında, kendi oturduğu yerde, boyunun yüksekliğinde bir yerde duvara yapışık duran özel sandukada bulunan Sakal-ı Şerif ile Şah-ı Nakşibendî hazretlerine ait Hırka-i Şerif başlar üzerinde getirilir, özel olarak yapılmış ve baş hizasında bulunan mevkie konulurdu.
Örtüler edeple ve salâvatı şerife okunarak açılır. Sonra belli bir tertip içerisinde notlar okunur, Kuran-ı Kerim okunur ve konuşmalar yapılırdı. Daha sonra Hırka-i Şerif oraya gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlâs ile öpüp kollanırdı. En sonra da şerbet ikram edilir, dualar okunarak meclise son verilirdi.
Halife Kızılayak’ın dergâhında her akşam büyük kazanlarda yemek pişirilerek halka dağıtılırdı. Fakir aileler evlerine buradan yemekler götürürlerdi.
Ayrıca her perşembe günü özel yemekler pişirilerek fakir fukaralara dağıtılır. Çok ağır şartlarda yaşayan fukaralar için bu kapı bir ümit kapısıydı. Her gün yüzlerce bazen binlerce misafir gelir bu dergâhı ziyaret ederdi. Her gün belli bir ölçüde pişirilmesine rağmen her zaman kâfi gelirdi.