17 Kasım 2020 Salı

 

MEHMET ÇOPBAŞ

Afganistan’ın kuzeyinde, yani Güney Türkistan bölgesinde yaşayan Türkmen asıllı Mehmet Çopbaş, bölgenin tanınmış ve en çok dinlenen ozanı ve milli halk şairlerinden biridir. Okur yazarlığı olmamasına rağmen binlerce eser bırakan Mehmet Çopbaş, her zaman kalbinden geleni söylemiştir. 

O her düğün olsun yada bir toplantı olsun hiç bir zaman ön hazırlık yapmaz. O anın atmosferine göre kalbinden geçeni diline döker. Herkes onun söylediklerini ancak teyplere veya cep telefonlara kayıt eder daha sonra dinlerler. 

Mehmet Çopbaş’ın Türk milliyetçiliği tartışılamaz. Sadece ifadesi ile ispattır. O şöyle diyor:

An kişi Türk olmaz, Türk olsa Kafir olmaz.

An kişi kafir olmaz, Kafir ise Türk olmaz.

Yine bir deyiminde; Erkek adamın cüreti ile gepi bir olur der. 

Türklük duygusunu en zirvede yaşayan Mehmet Çopbaş, özellikle Afganistan’ın kuzeyinde Güney Türkistan’da yaşayan Türkler için adeta bir nasihat niteliğini taşıyan şu satırları dikkatinize sunuyorum.  

TÜRKMENİM

Gövün açıp sözde yalan söyleme,

Tüm söz bilen gidibergin Türkmenim

Belent gara aşığını gözleme

Hak yol bilen doğru bargın Türkmenim

 

Tasdik ayttım senin aydan sözüne

Gurban bolsam gice gündiz özüne

Keli körler barıp düşsün ıyzına

Doğri yoli yazıp alma Türkmenim

 

Eğri yoldan zinde barma mert bolsan

Tilki avın eyyesi görme, gurt bolsan

Kimseni okir bir namart bolsan

Mertlik bilen yola girin Türkmenim.

 

Hakikat sözlerden yanmanlar ıyza

Yağşıylık sözüni getirğin söze

Gorkini getirmen bir zerre göze

Merdana boluplar ölün Türkmenim

 

Dönme bu sözünden zınhar ıyzına

Sadağa men senin aydan sözüne

Iyza dönme oklar değse gözüne

Doğri Yoli alıp barın Türkmenim

 

Doğri Yolda yörsen yeter murada

Atlı eder seni goymaz piyada

Günbe günden ömrün bolar ziyada

Doğri yoldan yöreberin Türkmenim

 

Ağzı dil bir bolsa bela gelesyok

Senin sırrın hiçbir insan bilesyok

Düşmanlar üstüne hergiz gülesyok.

Doğri yolu yazıp alma Türkmenim.

 

İşandan hocadan alınlar doğa

Hudani getirin başına fena

Giceler edinler rast yoli sena

Doğriylıkda zoval yokdur Türkmenim.

Mehmet Çopbaş

 


Yine bir ata sözü gibi manidar sözlerder biri de

Tarpız yali gollan. Keedi yali güllen. Aydılan sözi bellen. Birbirinizi hallan. Kelinizi, goturunuzi, çetirinizi körünüzi gollan. 

 



DEVRAN BOLUN 

Bu dünyanın derdi kendir. Gelen indi merdan bolun.

Ağız diliniz bir edip, beş gün yağşi devran bolun.

Arpa tari barın iyip, yiğit gödekleri söyip.

Kineni ol cayda goyup, Birbireğe mihman bolun.

Bedev atlar bardır sende. Arzuvlar arman köp mende.

Kahrelinden yandım günde, Birbireğe arman bolun.

Gucak açıp durun her yan. Gözlerimizden akdi giryan.

Elimizden gitmez dövran. Bir bireğe canan bolun.

Durun bir yerde cem bolup. Meylisden gaçman kem bolup.

Şeytanlar gaçar güm bolup. Durun ehli hayran bolup.

Başınız bir bolsun yerde. Yüzünüz tutman namerde.

Allah etmesin biPerverde, Bir bireğe canan bolun. 

Güney Türkistan Ozanı ve Halk şairi

Mehmet Çopbaş

(Derleyen: H. Muhammet Osman Mahdum)

23 Eylül 2020 Çarşamba

 

ORTA ASYA'DA BİR TURAN LİDERİ


Afganistan Türkleri'nin Lideri Abdulkerim Mahdum beyin ebediyete intikalinin birinci yılı anısına yayımlanan Orta Asya'da Bir Turan Lideri kitabı Kitap Arası yayınevi tarafından satışa çıkarılmıştır. 

Hayatı boyunca çok zorluklarla mücadele eden Abdulkerim Mahdum, kendi nefsi için hiç bir zaman eziyet çekmedi. Çok maddi sıkıntılar yaşadığı gibi eli açık gönlü zengin bir kişiliği vardı.  

Afganistan’da yani Türkistan bölgesinde yaşayan Türklerin hakkını savunurken de her daim Türk milletinin çıkarı ve onların hayrını gözeterek amellerde bulundu. Karşısına süper bir gücü almasına rağmen, hiçbir zaman düşman bildiği devlet ya da hükümet veya şahsiyetle masada oturmamıştır.

Onu ideolojisinden hiçbir zaman taviz vermeyen bir kişi olarak anacağız. Elinizdeki bu kitabı da ebediyete intikalinin birinci yıl dönümü anısına yayınlamıştır.  

O hayatı boyunca halkın çıkarı için çalıştı. O vatanını işgalci güçlere karşı parti kurarak mücahitleri örgütledi ve cihat etti. O her daim halkının hakkını savundu. O halkı için çok eziyet çekti. O sığındıkları bir ülkede Türk halkı için radyo hakkı elde etti. O Afgan okullarında Türklerin olduğu bölgelerde Türk dilinde eğitim hakkını aldı. 

O hiç bir zaman unvan peşinde koşmadı. Ona halkı unvan verdi. O halkının Hacı ağasıydı. O halkının Vekilsahibiydi. O halkının Mağsımağasıydı. O halkının ak sakalı Yuşulusuydu. O halkının Mahdum beyiydi. O halkının Halipababasıydı. O küçük çocukların Hacıbabasıydı. O evlatlarının Atasıydı. Yeğenlerinin Hacıdedesiydi. Onu her daim rahmetle ve minnetle anacağız. Mekanı cennet olsun, ruhun şad olsun atam. 

M. Osman Mahdum



21 Haziran 2020 Pazar

                                                       TÜRKMEN ÇÖREK 
                                                      (TÜRKMEN EKMEK)


Öncelikle Türkmenler sofradaki ekmeğe büyük saygı duyar. Ekmeğin büyük bir nimet olarak gördüğü Türkmen sofranın tacı olarak bakılmakta ve o denli saygı gösterilmektedir. Türkmen sofrası serilir serilmez ilk önce mutlaka sıcak ekmek konur. Hatta sofranın içine dolayarak getirilir.
Bir misafir geldiği zaman veya ilk ikram edildiği zaman mutlaka tuz ve ekmek tadımlık bir şekilde ikram edilir. Bu gelenek atalarımızdan gelen bir milli ananedir. Ancak şimdiki kuşak nesilleri buna çok dikkat etmezler.
Gelelim şimdi ekmeğimizin yapılışına, önce un seçeceksin. Unu daha sonra eleyeceksin. 35/40 derece ılık su hazırlanacak. Hamur hazırlayacağımız büyük leğene, çanak veya büyük bir camda hazırlanan ılık suya bir miktar tuz atılması gerekiyor. Yapacağımız ekmeğe göre un ve hamur mayasının atılması gerekiyor. Güçlü bir bilekle yoğurulan hamur, belli bir kıvama geldikten sonra biraz ılık bir yerde 1,5 veya 2 saat muhafıza edilmesi gerekiyor.
Hamur belli bir kıvama geldikten sonra, leğenden alınarak yapacağımız ekmek veya çöreğe göre keseriz ve yaymaya başlanır.
Önceden hazırlanan tandır ekmek için kıvama gelene kadar yakılır. Tandırın içi kırmızı bir kıvam aldığı zaman ekmek yapmaya hazır olduğu görülür.
Tandırın ateşi biraz korların ve hararetinin düşmesi sağlanır. Harareti kıvama geldiği zaman, yapacağımız ekmeğin arkası tutmaması için tandırın iç yüzeyine biraz tuzlu su ile serpilir. Hazırlanan ekmek hamurları ve çörek hamurları sırası ile ustalıkla tandıra yapılır.
Ekmek nar kıvamına gelmeden tuzlu su ile ekmeğin yüzüne biraz serpilir. Bu yaptığımız teknik ekmeğin nar kızarıklığında olması ve lezzetinin artmasına yardımcı olacaktır.  
Ekmekler piştikten sonra ekmeğin arka kısmına bıçakla sürtülerek tandırdan kalan taş toprak kırıntılarından temizlerin.

Ekmek biraz soğuduktan sonra deste yapılarak muhafıza edeceğimiz saçağa dolar koyarız. Ekmeğin muhafıza edileceği yer de serin ve nem almayan bir yerde muhafıza edilmesi gerekiyor. 
Ayrıca Türkmen ekmekleri arasında Petir Nan, Etli Nan, Gatlama ve Çörek şeklinde de yapılmaktadır.

(Derleyen:M.Osman Mahdum)

3 Nisan 2020 Cuma

 TÜRKMEN DUTARI - CURA (CORA)


Türkmen Dutarı'nın Türkmen ahali arasında çok büyük bir yeri vardır. Her Türkmen ailesinin evinde seyrek de olsa mutlaka Türkmen Dutarı’nı görürsünüz.
Öncelikle Türkmen Dutarı’nın ismine biraz değinmek istiyorum. Du ifadesi köken olarak Farsça’dan gelmektedir. Du demek iki demektir. Tar da tel anlamına gelir. Bu ‘Tar’ ifadesi köken olarak nereden geldiğini pek bilmem amma tar sözcüğü Türk lehçelerinde çokça kullanılan bir ifadedir. Şiirlerde de çokça kullanılan bir sözcüktür.

Mesela: Saçının tariy. Zülfinin tariy … benzer kelimeler görmek mümkün.
Şimdi Dutarı Anadolu’ya getiren Türkmenler zamanla üzerinde çeşitli değişiklikler yapmıştır. Teli iki değil de üç telli, altı telli saz, bağlama ve bunun gibi çeşitlendirmişler.
Ancak Anadolu’ya gelmesine rağmen Orta Asya’da Dutar özelliğini korumuş hiç bir mutasyona uğramamıştır.

Ben ismini Dutar olarak zikretmektense Anadolu’da kullanılan ‘’Cura’’ olarak çalınan ve aynı zamanda iki telli ve penesiz elle vurgulu olarak çalınan cura Türkmence (Cora) ifadesinin kullanılmasından yanayım.
Cora Türkmence’de çift demektir. Bu çalgıda da iki telden oluştuğu için iki cora telden olduğu için Cora daha mantıklı. İki arkadaş bir diğerine coram ifadesini kullanır. Bir benzer diğer parça için de diğer eşi nerede diyeceğine bunun Corası nerede ifadesini kullanmaktadır. Aynı bu şekilde Cura Cora bence daha mantıklı geliyor. Bu Dutar’ın Türkçe adı bence Cura (Cora) dir arkadaş.

Anadolu’da Şelpe olarak da çalınmaktadır. O da bağlama tarzı ancak vurgusu elle pene kullanılmadan yapılmaktadır. Şelpe ise bağlama yani altı telle sazlarla çalınmaktadır.
Şimdi Dutar yani Curanın nasıl yapılışından biraz bahsetmek istiyorum. Türkmen Dutarı’nın ağacı tamamen dut ağacından yapılır. Gövdesinin yapılacağı dut ağacı çok özenle seçilir. Seçilen gövde dut ağacı toprak altına gömülerek ve üzerinden ateş yakılarak haftalarca kumda muhafıza edilir.
Tamamen nemi alındıktan sonra Dutar yani cura yapılar. Dutarın hatta teli dahi ipek böceğinin kozasından çıkan ipek ile yapılır.
Bir rivayet vardır Hz. Hızır (ASV) Türkmen bir köye varır. Türkmen köyde Dutar çalan bir yiğidi görür. Yiğidin nazlı nazlı çaldığı Dutarı eline alır ve bir iki teline dokunarak şöyle der:
-‘’Haaa Leyla ile Mejnun bir araya gelmiş. Leyla ile Mejnun kavuşmuş. Bu saz insanları etkilemeyecek de hangi çalgı aleti etkiler’’ der.
Türkmen dutarını dinleyip de etkilenmeyen yoktur. Özellikle usta birinin çaldığı dutarı saatlerce değil günlerce dinlendiği Alman araştırmacısı tarafından kaleme alınmıştır.

 (Derleyen: Muhammet Osman Mahdum)

25 Şubat 2020 Salı


EREKLİ'NİN VURULMASI
(Afganistan'da Unutulan Trajediler)
Kitabı piyasaya sunuldu


Dünya da hiçbir savaş kırk (40) yıl sürmemiştir. Ancak 21. yüz yıla girdiğimiz şu dönemde Afganistan’da 40 yılı bulan bir keşmekeşin girdabına tutulmuş durumdayız.
Piyasaya yeni sürülen bu kitap da yazarın yaşadığı hikaye ile harmanlanarak, Afganistan’da Rus işgali döneminde verilen direniş ve şehitlerin trajik olaylarla şehadete uğradıkları kaleme alınmaktadır.
Bazen medya organlarında çok denk gelir. Filanca yerde patlama oldu veya filanca yerde savaş başladı, filanca şehit filanca kişi yaralandı diye. Oysa içeride yaşanan ana hikayenin içeriğini hiç kimse bilemiyor. 

Bu kitap da Afgan savaşının nasıl bir keşmekeşin içinde olduğunu, bir memleket işgalden sonra kendi halkına nasıl zulüm edildiğini birkaç örneklerle dikkatinize sunulmuştur. 
(M. Osman Mahdum)

25 Ocak 2020 Cumartesi

ŞU ÜÇ ÖKÜZ HİKAYESİ BENİ HEP ETKİLEMİŞTİR
Bir zamanlar dağda bayırda hep birlikte gezen üç öküz varmış. Akça öküz, sarı öküz ve kara öküz hiçbir sürüye katılmazlar ve birbirlerinden ayrılmazlarmış. Birlikte otlar, yemeklerini paylaşır, aralarında zaman zaman anlaşmazlık çıksa da herhangi bir düşman saldırısı karşısında birlikte savaşırlarmış. Karşısında altı sivri boynuz gören saldırgan da fazla uzatmadan arkasını döndüğü gibi kaçarmış. Ünleri iyice yayıldığından fazla saldıran da olmaz, üç öküz istedikleri çayıra gider, rahat rahat otlarlarmış. O sıralarda ormanlar kralı aslan biraz sıkıntılıymış. Bölgesindeki av hayvanlarının sayısı iyice azalıyor, kurtulanlar uzaklara kaçıyormuş. Üstelik başka yırtıcı hayvanlar da aslana rakip olmaya başlamışlar. 
Bir gün aslanın yolu üç öküzün otladığı çayıra düşmüş.
Üçü de birbirinden besili öküzleri görünce aslanın ağzı iyice sulanmış, "Bunların her biri beni bir hafta idare eder" diye düşünmüş. Öküzler de tehlikeyi hissedip birbirlerine sokulmuş, boynuzları ileri çıkarmışlar. İşinin kolay olmayacağını kestiren aslan yumuşak ve barışçı bir sesle "Merhaba öküz arkadaşlar, nasılsınız?" diye seslenmiş.
Öküzler de tedbiri elden bırakmadan "İyiyiz sayın kralımız, sağolun" diye cevap vermişler. Öküzlerin yine de gevşemediklerini gören aslanın aklına bir fikir gelmiş. "Korkmayın öküz arkadaşlar" demiş "Buraya sizi yemek için gelmedim..." Sonra inandırıcı sesiyle devam etmiş: "Tam tersine, siz bu otlaktayken dışarda beliren tehlikelere karşı sizi uyarmaya geldim. Haberiniz olsun, son günlerde kaplan, panter ve sırtlan çok azdı. Herkese saldırıyorlar. Üstelik insanoğlu da buraları keşfetti ve yiyecek bulmak için hergün gelmeye başladı. Ben de kralınız olarak sizleri uyarmaya geldim." Bu sözler üç öküzün üzerinde gereken etkiyi yapmış, öküzler gevşemiş ve dışardan gelecek tehlikelere karşı kendilerini koruma planları yapmaya başlamışlar.
Birkaç gün sonra aslanın midesi iyice kazınmaya başlamış. O sırada akça öküz ilerdeki dereden su içmeye gitmiş. Aslan kara öküzle sarı öküzü yanına çağırıp fısıldayarak ve sesine korku ifadesi vererek şöyle demiş: "Arkadaşlar büyük bir tehlikeyle karşı karşıyayız. Bu akça öküzün beyazlığı çok uzaklardan dikkat çekiyor, geceleri bile görünüyor. Düşmanlarımız bunu görür ve yerimizi bulursa mahfoluruz. Benim düşüncem şu ki, bu akça öküzden kurtulalım, böylece kendimizi güvenceye alalım. Ne dersiniz ?" Uzun süredir aynı otlakta kaldıkları için yiyecekleri de azalmaya başlamış olduğundan sarı öküzle kara öküz hemen aslanın fikrine katılmışlar."Aslan kralımız haklıdır" derken bundan sonra otlakların ikiye bölüneceğini düşünüyorlarmış. Aslan devam etmiş: "Şimdi bunu otlaktan dışarı gönderirsek hem yerimizi belli etmiş oluruz hem de akça öküz düşmanlara yem olur. Yani hem tehlike yaratmış hem de düşmanlarımıza iyilik yapmış olacağız. Diyorum ki akça öküzü ben yiyeyim de düşmanlara yar olmasın." Kara öküzle sarı öküz bu fikre de katılmışlar ve akça öküz hemen aslanın midesine göçüvermiş.
Aradan birkaç gün daha geçmiş, bu kez kara öküz ırmağa su içmeye gittiğinde aslan sarı öküzle konuşmuş ve kara öküzün karalığının yarattığı tehlikeleri anlatmış. Sarı öküz çabuk ikna olmuş ve kara öküz de aslanın midesine gitmiş. Birkaç gün sonra aslan yine acıkmış ve sarı öküzü yanına çağırmış. Sarı öküz gelmiş ve meraklı bakışlarla aslanın karşısında durmuş. Aslan kükremiş: "Ey öküz oğlu öküz! Niye öyle bakıyorsun? Sıranın sana geleceğini hiç düşünmedin mi? Üstelik sana renginin sarılığıyla ilgili hikaye anlatmama da gerek yok!" Sonra bir pençede sarı öküzü devirmiş ve midesine indirmiş. Üç öküzün hikayesi de böylece sona ermiş.

(İnt alıntı)

11 Ocak 2020 Cumartesi

BİRAZ TEFEKKÜR


Tefekkür, günahlarını, mahlukları ve kendini düşünmek Allahu teâlânın yarattığı şeylerden ibret almaktır. Kur’an-ı kerimde iyiler övülürken buyuruluyor ki:
Onlar ayakta iken, otururken, yanları üstüne yatarken hep Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını inceden inceye düşünürler. “Ey Rabbimiz, sen bunları boşuna yaratmadın. Sen [boş, manasız şeyler yaratmaktan] münezzehsin. Bizi Cehennem azabından koru” derler.