16 Ekim 2009 Cuma


ESEDULLAH OĞUZ
TÜRKMEN GAZETECİ YAZAR
1968 yılında Afganistan'ın Kunduz kentinde doğan Esedullah Oğuz Türkmenistan kökenli bir aileden gelmektedir. Oğuz'un ailesi 1930'lı yıllarda Stalin'in uyguladığı 'zorunlu kolektifleştirme siyaseti ' sonucu yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalınca Türkmenistan'dan Afganistan'a geçmiş ve Kunduz kentine yerleşmiştir. 1979 yılında başlayan işgalle birlikte Oğuz ailesinin yaşadığı bölge Sovyet jetleri tarafından bombalanınca aile ikinci kez doğduğu toprakları terk etmek zorunda kalmış ve 1980'li yılların başında Türkiye'ye yerleşmiştir.
ÜÇ ÜLKEDE EĞİTİM
Esedullah Oğuz daha çocuk yaşta doğduğu ülkeden ayrılmak zorunda kaldığı için eğitimini üç farklı dil ve ülkede yapmıştır. İlköğrenimini Afganistan’da, liseyi Türkiye’de, yüksek öğrenimini de Almanya’da tamamlamıştır. Hayatının 20 yılını Batı’da (Almanya), diğer 20 yılını da Doğu’da (Afganistan ve Türkiye) geçiren Oğuz her iki kültürden insanların düşünce yapısını ve hayata bakışını yakından gözleme ve inceleme fırsatı bulmuştur.

GAZETECİ-YAZAR
Oğuz 1988 yılında daha genç bir üniversite öğrencisiyken gittiği Almanya’da merkezi Münih’te bulunan Amerikan radyosu Radio Liberty bünyesinde iki yıllık editörlük programını başarıyla tamamladıktan sonra bu radyonun Türkmence Yayın Servisinde 8 yıl editör ve redaktör spiker olarak çalışmıştır. Oğuz Radio Liberty’deki çalışmalarından ötürü zamanın A.B.D Başkanı Bill Clinton’dan takdirname almıştır.Yerli-yabancı birçok dergi ve gazetede Orta Asya ve Afganistan konusunda 500’den fazla kapsamlı makalesi yayınlanan Oğuz’un Türkmenistan ve Afganistan’ı konu alan üç kitabı bulunmaktadır. Ekim 2001’de Doğan Kitap tarafından yayınlanan son kitabı HEDEF ÜLKE AFGANİSTAN terör saldırılarının en sıcak günlerinde büyük ilgi görmüştür.
BANKACI
1990’lı yılların ortalarında Radio Liberty’nin merkezini Münih’ten Prag’a taşımasından sonra radyodan ayrılan Oğuz Münih’te Ludwig Maximilian Üniversitesine bağlı bir yüksek okulda işletme (Betriebswirtschaftslehre) okumuş ve bunu takiben borsada fon ve değerli kağıt işlemi yapan bir Alman bankasında çalışmıştır. Ancak bankacılığın kendisine göre bir meslek olmadığını gören Oğuz’un kariyer hayatı 2001 yılındaki 11 Eylül saldırılarıyla yepyeni bir mecraya girmiştir.
ASKER, DANIŞMAN
Esedullah Oğuz 11 Eylül saldırılarından sonra Alman ordusuna Afganistan uzmanı olarak girmiş, ordunun Köln yakınlarındaki Psikolojik Harekât Merkezi’nde ‘ülke danışmanı’ (Landeskundlicher Berater) olarak çalışmıştır. Sekiz aylık temel askeri eğitim ve hazırlık döneminden sonra Alman ordusunda binbaşı rütbesi ile göreve başlayan Esedullah Oğuz 2004-2007 yılları arasında Afganistan’da ISAF’ta Psikolojik Harekât Komutanı olan bir Alman albayın danışmanı olarak görev yapmıştır. Bölge konusundaki derin bilgisi ve deneyimi ile üstlerinin takdirini kazanan Oğuz Afganistan’daki başarılı çalışmalarından dolayı Alman ordusunun bronz madalyası ve NATO hizmet madalyası ile ödüllendirilmiştir.

BÖLGE UZMANI
Ailevi nedenlerden dolayı 2008 sonunda Almanya’dan Türkiye’ye dönen, halen İstanbul’da yaşayan Esedullah Oğuz bir süreden beri NEWSWEEK Türkiye dergisinde Orta Asya, Afganistan ve Pakistan’la ilgili yazılar yazmaktadır. Afganistan’da bulunduğu yıllarda Cumhurbaşkanlığı köşkü, Afgan kraliyet ailesi, milletvekilleri, ordu generalleri, yerel gazeteciler ve Kabil’deki yabancı yardım kuruluşu temsilcileriyle kişisel dostluklar geliştiren Oğuz bölgede geniş bir haber kaynağına sahiptir. Oğuz ayrıca Afganistan’daki kadar yoğun olmasa bile Pakistan ve Orta Asya’da da önemli bağlantılara sahiptir ve haber kaynaklarına birinci elden ulaşabilmektedir.

5 DİL BİLİYOR

Anadili Türkmence olan Esedullah Oğuz Türkçe, Farsça, İngilizce ve Almancayı bu dillerde yazı yazabilecek kadar iyi bilmektedir. Oğuz bunun yanı sıra anadiline oldukça yakın olan diğer Türk dilleri Kazakça, Özbekçe ve Kırgızcayı da rahatlıkla anlayıp konuşabilmektedir.




MEŞHUR TÜRKMEN ŞAİRİ

RÜSTEM MUHLİS

(1931-1981)

Afganistan Türkmenleri arasında en seçkin şairlerinden biri olan Rüstem Muhlis, Şıvırgan’ın Kızılayak kasabasında 1931 (Hicri 1309) yılında dünyaya geldi.
Eğitimini Kızılayak kasabasında Türkmenlerin ileri geleni Halife Kızılayak tarafından yaptırılan Kızılayak Medresesi’nde tamamlar. Damullah Yazberdi Karamkul tarafından eğitilen Rüstem Muhlis, dini eğitimi yanı sıra Türkmen edebiyatı ile de yakından ilgilenmeye başlar.
Yaklaşık 300 öğrencinin eğitim aldığı medresede, aydın görüşü ve kıvrak zekası ile dikkat çeken Muhlis, medresede Kuran-ı Kerim hafızlığı, Hadis, Nahu ve Fıkıh ilimlerini alır ve aynı yerde öğrencilere eğitim vermeye başlar.
Dini eğitimi ile yetişen Rüstem Muhlis aydın görüşü sayesinde Türkmen edebiyatı ile de ilgilenmeye başlar.
Muhlis lakabını da yazmış olduğu şiirlerinde kullandığı adı ile anılmaya başlayacaktır. Muhlis’in yazmış olduğu şiirlerinin konusu ve veznesinin çok yüksek olduğu gibi aynı zamanda şekil ve ozanlık derecesi de oldukça gelişmiştir.
Aydın düşünceli, gelecek nesiller için çok endişeli ve olabildiğince ileri görüşlü olan Rüstem Muhlis, halkının da aydın görüşlü olmasını isterdi. Halkın daha bilimli olması için aydın görüşlü kişilerin daha çok yetişmesi yönde daima halkını teşvik eder, onları daima bilime davet ederdi.
Halk arasında saygın bir yeri olan, fakir bir aileden gelen Rütem Muhlis, yazmış olduğu şiirlerinin çoğu halkının günlük hayatta karşılaştığı dertler, sorunlar ve bölgede yaşanan eziyetler, insaflı olmayı, insanlara iyilik etmeyi, mahşer günü, zalimlerin yapmış oldukları eziyeti eleştiren bir çok şiirler yazmıştır.
Afganistan Türkmenlerinin dertlerini, karşılaştığı sorunları çok iyi bilen Muhlis, kendi dönemlerinde yaşadıkları eziyetleri de yazmış olduğu şiirlerde açık bir şekilde dile getirmiştir.
Yaşamının son zamanlarında bazı ard niyetli insanların ‘’Mücahit’’ ismini kullanarak insanlara eziyet verenleri hiç çekinmeden cesurca eleştiren Muhlis, aynı zamanda kendi ölümünü de böylece hazırlamış olur..
Afganistan'da iktidar boşluğu ve Sovyetler Birliğinin işgali döneminde bir gurup kendini bilmez insanlar Rütem Muhlis’i öldürürler. (1981)
Aşırı derecede Türk milliyetçi olan Rüstem Muhlis’in Türkhan isminde bir oğlu, Hayrunisah, Nurcemal ve Ayşe isminde üç kızı var. Oğlu Türkhan da aynı Rüstem Muhlis gibi çok iyi yetişmiş ve sayısız şiiri bulunmaktadır.


YARANLAR

Bir mün üç yüz dokuzuncu at yılı
Dünya gelip gözüm açtım yaranlar
Gam hane geldim diyip ağladıp dili
Göz yaşımı yere saçtım yaranlar.

Çarşamba günü bir Cevza ayında
Gelip gözüm açtım gam serayında
Vatan tuttum bir harabat cayında
Gede yanıp gede üçtüm yaranlar.

Ağlap indim bu gaygılı caya
Gam bilen gelip men fani seraya
Sataştım yaranlar acap govgaya
Gaygıli şerbetten içtim yaranlar.

Bildim bu dünya ken sraydır
Gelip otir herkim kim bu gul baydir
Ertesi göçmeli duşulgah caydir
Nesiben gelip duşdum yaranlar.

Dünya gelip yağşi güni görmedim
Gaflatımda bir maksada yetmedim
Bihuda kerlere ömrümi satdım
Toba edip Allaga gaçdım yaranlar.

Muhlis aydar geldim doli gam bilen
Anadan doğuldum gözüm nem bilen
Aşık oduna dovam bolmazam bilen
Gaygi deryasında akdım yaranlar.


AĞLAR MEN

Ey Hudaya talmurup men zar ağlap
Bir munasıp hemdem diyip ağlar men
Bul garip gönlüni huar eylep her dem
Özüm yani fırğam diyip ağlar men

Yalan aytman doğruluk süren bolsa
Aht fimanında rast duran bolsa
Arzu bilen dosti den gören bolsa
Şohil yari görsem diyip ağlar men.

Gamli günimi şirin sözden şad etse
Dostum diyip arttır ağşam yat etse
Yöreğimi mehirden abadan etse
Şona boyun eğsem diyip ağlar men

Bir yıldan göründek bolsa her günde
Söhbet etsen bolsa hormati sende
Şolar yali aşna bolsa dil zinde
Cani nısar atsam diyip ağlar men

Muhlis aydar gönlüm dolu gam bilen
Otur boldi ömrüm gam matam bilen
Yörek ah o gözüm doli nem bilen
Bahtli devran sürsem diyip ağlar men


13 Ekim 2009 Salı

(Meşhur Akmemet Çopandoz)
OĞLAK OYUNU ‘’BUZKAŞİ’’

Davut Şah döneminde, Türkistan bölgesinde iki ayrı sünnet düğünü olmuştu. Bu düğünlerde atlarla oynana OĞLAK oyunu da oynanmıştı. (1975)Biri köyümüzde en ileri gelenlerden Rehmet Hacı amcanın, bir diğeri de bizim köyümüze komşu köy Saltık'tan Seytim Çatak'ın düğünü olmuştu.Seytim Çatak’ın en ufak oğlu İsmail Çatak aynı zamanda benim sınıf arkadaşım oluyor. Türkistan bölgesinde sayılı zenginlerden biri olan Seytim Çatak, namına ve şanına layık düğün yapmıştı.Bir diğeri de Rehmet Hacı amca idi. Oda Türkmenistan’dan geçmiş Ruslara karşı Bolşevik ihtilaline karşı savaşmış eski direnişlilerden biri.Oğlaklı düğün verecek kişiler, sırf oğlak için yetiştirdikleri ‘’Bakadaki’’ dedikleri atları eğiten kişilere, bir yıl ve ya en az yedi sekiz ay öncesinden haber verirler.Oğlak oyunu kış ayında yapıldığı için Bakadaki atı olan şahıslar atlarını ona göre hazırlarlar. Bu atları hiçbir yerde kullanmazlar. Ancak oğlak oyununda oynatırlar. Yıl boyunca yoncadan yapılmış ‘’Bede’’ adını verdikleri kuru yonca, saman, arpa, yumurta ve tereyağı ile beslerler.Oğlak oyunu olan düğün, ilk önce bizim köyümüzde Rehmet Hacı amca vermişti. En küçük oğlu Ernezar’ın sünnet düğünü idi. Bu düğün için seyisimiz Bayram atlarımızı bir yıl önceden hazırlamaya başladı.Oğlak oyununda kullanılacak yaklaşık 7 atımız vardı. Bayram bu atlarla tek tek ilgilenirdi. Günün 24 saati onlarla geçirirdi. Bazen atlarla konuşur, her birine ayrı bir isim vermişti. Bazen kızar yanağına şamar atar, bazen de anlını okşar onlarla bir şeyler konuşur güler eğlenirdi.Rehmet Hacının oğlaklı sünnet düğünü için atımızı nasıl hazırlandığına şahit olmuştum. Yıl boyunca hiçbir iş yaptırılmadan bakılan atlar, artık bağlandığı kazığın etrafından beş on tur attırılmaya başlandı.Bayram, düğün tarihini çok iyi bildiği için atları da ona göre hazırlıyordu. Her gün ayrı bir safhadan geçiriyor.Atlar bağlı kaldığı kazıkları etrafından her gün arttırılarak turlar attırıyordu. Bu turlar bir iki haftayı bulduktan sonra, yavaş yavaş üzerine binilerek köyün dışına çıkarılıyor biraz daha dolaştırılıyordu. Daha sonra her geçen gün arttırılarak koşturuluyor.Bu uygulama oğlak oyunu yaklaşana kadar devam ederdi.

-YÜZ KİLOLUK PEHLİVANLAR

Oğlak oyununda bu atlar üzerlerinde yüz kilodan aşkın pehlivanları taşıyacak aynı zamanda yine yüz yüz elli kilodan fazla buzağıyı çekecekler.Bayram’ın atlarımızı oğlak oyununa nasıl hazırladığını ve her gün bu atların oğlak oyununu heyecanla beklediklerini insan hissedebiliyordu. Hele atlar dışarı çıktığı zaman şöyle gururlu bir şekilde yan yan yürümeleri yok mu? İnsan bu atların hallerini gördükçe heyecanlanıyor. Yıl boyunca sabit kalan atlar artık en usta oldukları marifetleri göstermenin telaşına kapılır gibi daha saldırgan, daha çok heyecanlanmaya başlarlardı.Artık düğüne birkaç gün kala, oğlak oyununa katılacak başka vilayetlerden pehlivanlar da gelmeye başlar. Tabi pehlivanlar yanlarında iki üç atını da beraberinde getirirlerdi.Bayram’ın hazırladığı atların yanına rakip atlarda bağlanmaya başlandı. Oğlak oyununda kendisi ile büyük çekişmeye girecek atları gören Bayram’ın atları, kişnemeye yerinde duramaz hale gelmişti. Bağlandığı kazıklara yakın olan atlar arasında bazen kavga çıkardı. Kişneme ile bağırma karışımı bir ses çıkarır, ön bacaklarını kaldırarak şaha kalkarlardı.Biz çocuklar atların bu hallerini büyük bir keyifle izlerdik. Devamlı 7 atın kaldığı at ahırımızda şimdi neredeyse 20-25 at bulunuyordu. Tabi bunların yemi bazılarının özel gıdaları da mihmandar yerine aitti. Bayram’ın dışında diğer seyisler, atları için bizden yumurta, tereyağı ve taze ekmek isterlerdi.Kurutulmuş yonca verilerek yetiştirilen bu atlar artık oğlak oyununa kadar sürekli hareket halinde tutarlardı. Bu durum sadece bizde değil, köyün diğer ileri gelen zenginlerin evlerinde de aynı durum mevcuttu.Düğün gününe kadar neredeyse yüzlerce, binlerce at toplanırdı.Bu arada bu atları koşturacak pehlivanların kaldığı odaları ziyaret ederdim. Onlar için özel yemekler hazırlanırdı. Çeşit çeşit yemekler, meyveler verilirdi. At sahipleri zenginler ayrı bir yerde kalırlardı. Oğlak oyununu oynayacak pehlivanlar ayrı bir odada kalırlardı.Bir gün öncesinden hazırlıklarına başlarlar, ‘’Sümmen’’ dedikleri miğfer görevini yapacak deri ve sıkı yünden yapılmış şapkaları vardı. O şapkalarının bağcıklarını sağlamlaştırıyor, ‘’Edik’’ dedikleri çizmelerini kuyruk yağla yağlıyorlar, her biri apayrı bir telaşta olurlardı. .Pehlivanlar buzağının bacağını tuttuğu zaman kaymaması için değişik bir eldiven kullanıyorlardı. Benim en çok dikkatimi çeken bu eldivenler olmuştu. Eldivenin her parmaklarının boğumu ayrı, kenarları da iplerle bağlıydı. Normal bir eldiven olursa mutlaka terler kayardı. Bu şekilde hem elin terlemesi önlenmiş oluyordu, hem de kayma olmuyordu. Pehlivanlar bu eldivenlerin iplerini kumaşlarındaki yırtıkları filan tamir ediyorlardı.Bazıları da hazırlıksız gelmişti. Yani ‘’Sümmen’’ denen şapkası yoktu. Babam biz çocuklar için bir zamanlar almıştı. Pehlivanlardan biri sizde mutlaka olmalı getirsenize çocuklar demişti. Bende pehlivanlardan birine sümmenimi vermiştim. Amcamın oğlu İbrahim birine vermişti. Seracettin abim de bir pehlivana sümmenini vermişti. Artık oğlak oyununda bizim favorimiz o şapkamızı giyen pehlivanlar olmuştu.Sümmenimizin kenarlarına sağlam pamuk ipliği ile bağcıklar yaptılar. Başlarına giydikleri zaman düşmemesi için bu bağcıkları sağlam bir şekilde bağlıyorlardı.

Herkes ertesi günü yapılacak Oğlak oyununun düşünüyor, onun verdiği heyecan ve telaşındaydı.Sabah erkenden kalktım. Babam da tabi oğlak oyununun hazırlığı için erkenden kalkmıştı. Düğün yapan Rehmet Hacı amcanın evine gittik. Oğlak oyununda ortaya atılacak buzağıları gördük, hangisi birinci kez ortaya atılacak hangisi ikici kez sıralamasını işçilere söyledi.Buzağılarda en az 100-120 kiloluktu. Pehlivanların kaldığı misafir hanemize geldik atlarımızı şöyle bir göz gezdirdik. Atlar zaten etrafında bulunan misafir atların vermiş olduğu heyecanla yerlerinde duramıyordu.Pehlivanlar güzel bir şekilde kahvaltılarını yaptıktan sonra atlarına bindiler oğlak oyunu oynanacak bölgeye doğru ilerlemeye başladılar. Özellikle atların bağlı kaldıkları ahırlardan dışarı çıkmaları, üzerlerine oyunda adeta bütünleşeceği pehlivanları alarak gururlu bir şekilde yan yan yürümeleri yok mu? Tam görmeye değer bir manzara.Ben de babamın arabası ile Oğlak oyunu için kurulan Çardek’e doğru gittik. O sabah oğlak oyununun heyecanı ile kahvaltı yaptığımı bile hatırlamıyorum. Çünkü oğlak oyunu öğlenden önce başlar akşam saatlerine kadar devam eder. Çardekte babamın yanında oturdum. Oyun için alana binlerce at toplanmıştı. Oğlak oyunu oynayacak pehlivanların dışında seyircilerde daha yakından görebilmek için atlarla geliyorlar öyle seyrediyorlardı.Oğlak oyunu, çardekte protokol alanının tam önünde büyük bir daire çiziliyor. Bu daireden yaklaşık bir kilometre uzaklıkta da direk dikilir ve ucuna da bayrak asılıyor. Çardekin önünde çizilen daire içine atılan 120 kiloluk kesilmiş buzağıyı bayrağa kadar götürülüyor. Daha sonra da bayraktan, çardek önündeki çizgiye getiriliyor. Pehlivanların at sırtında yaptıkları bu oğlak oyunu mücadelesi, adeta canlı bir şekilde seyredilmiş savaşı andırıyordu.Pehlivanların at sırtında buzağıyı aşağıyı doğru eğilerek çıkarması, daha sonra da onca atların arasından sıyırarak çıkarılması çok güç oluyor. Bazen bu çekişme yarım saat sürüyordu.Atların kişneme sesleri, kamçı sesleri ve pehlivanların sesleri tam anlamıyla canlı bir savaşı andırıyor. Bazen buzağın bacakları kopuyor. Bazen pehlivanlar at sırtından düşerek ezilme tehlikesi atlatıyorlar. Toz toprak tam savaş gibi, mertlerin ve güçlülerin sahası bu saha.Bir ara buzağının bir bacağından bir pehlivan bir diğer bacağından da bir başka pehlivan çekiştiriyordu. Bu duruma oğlak oyununda takım diyorlarmış. Atların üzerinde epey çekiştirdikten sonra buzağının bir bacağı koptu. Buzağının bacağı koparak elinde kalan pehlivan sinirlenerek bacağı havaya fırlattı.

Bu manzarayı görünce, ancak bıçakla keserek koparılabilen buzağının bacağını kollarıyla çekiştirerek ayıran pehlivanların ne denli güçlü olduğunu tahmin etmek herhalde kolay olmasa gerekir.
Bu oğlak oyunu üç gün boyunca böyle devam eder.
Oğlak oyununun başlangıcı ile finali çok çekişmeli geçer. Finalde kazanan pehlivan bir sonraki oğlaklı düğününe kadar kendisinden bahsettirir. Finali kazanan pehlivana at, jip, deve sayısız altın da kazanıyor.
Bayraktan çardek önüne getirene ödül veriliyor. Çardak önündeki çizgiden bayrak a kadar götürene ödül veriliyor. Bu getirip götürmede yıpranan buzağının yenisi atılıyor. Bir günde oynanan oğlak oyununda yaklaşık iki üç buzağı ziyan oluyor.
Şimdi sabahın erken saatlerinde kişneyen atların yukarıda bahsettiğim oğlak oyununu oynamalarını hatırladıkça bu atlar benim gözümde adeta kahramanlaşıyordu.
Ahırının başında masum masum oturmuş yüzüne sırtına konan sinekleri kovarak tembellik eden atlarımızın oğlak oyunundaki marifetlerini görünce onlara hayran kalmamak elde değil.
Bir ara bizim köyümüze Alman turistleri gelmişti. Atlarımızı gördüler, adeta hayran kalmışlardı. Yüzlerini okşayarak, onlarla resim çektirdiler. Bende içimden diyordum ‘’çektirecekseniz insanlarla resim çektirin, hayvanlardan ne buluyorlar. Onlar güzelim masum hayvanlar.’’
Meğerse o atların zarafeti, duruşu ve iri yapılarından etkilenmiş olmalılar ki, yanlarından bir türlü ayrılmak istemediler. Devamlı olarak yanaklarından okşuyor, onlarla ilgilenmişlerdi.
Osman Mahdum

12 Ekim 2009 Pazartesi



TÜRKİSTAN TÜRKLERİ'NİN KURTULUŞ SAVAŞI'NA VE CUMHURİYET'E KATKILARI

Türkistan Türkleri Atatürk'ün başlattığı Kurtuluş Savaşı'na ve yeni Türk Devletinin kuruluşuna kayıtsız ve ilgisiz kalmamışlardır. 1917 yılında Çarlık Rusyasını yıkan Bolşeviklerin estirdiği hürriyet havasında kendi milli devletlerini kurma gayret ve sıkıntısı içinde olan Kazak, Kırgız, Özbek, Türkmen, Tatar ve Azeri Türkleri başlangıcından itibaren Anadolu'da yürütülen mücadeleye de olağanüstü büyük ilgi ve yakınlık göstermişlerdir. Bu yakınlığın artmasına Rusya'da 1905 ve 1917 ihtilallerinden sonra ortaya çıkan hürriyet havasında, Rusya Türkleri arasında büsbütün kuvvet bulan Türkçülük cereyanları sebep olmuştu.
Bu dönemde Türkistan Türkleri arasında siyasi faaliyet ve bilhassa dergi ve gazete yayınları artmıştı [1] . Milli şuur kuvvetlenmişti. 1908 İkinci Meşrutiyet'ten sonra Türkiye ile Rusya'daki Türk aydınları arasında fikir alış verişi de hızlanmış [2] ve Türkistan Türkleri arasında Türkiye'ye olan ilgi ve sevgi tarihin hiçbir döneminde görülmemiş bir biçimde artmıştı. Bu durumu Türkistan Türklerinin Türkiye'ye Balkan Savaşı'ndan Kurtuluş Savaşı'nın sonuna kadar olan sıkıntılı dönemde yardımcı olma ve onun hayatta kalmasını sağlama gayretlerinden açıkça görmek mümkündür.
Türkistan Türklerinin Anadolu Türklerine çeşitli şekillerde vermeye çalıştığı yardım ve destekleri,
I. Askeri yardım,
II. Para yardımı,
III. Fikri veya siyasi destek olarak üç başlık altında incelemek mümkündür.
I. Askeri Yardım: Türkistan Türklerinin her ne kadar Türkiye'nin düşmanlarıyla yaptığı silahlı mücadeleleri desteklemek üzere düzenli bir ordu gönderme imkânları olmadıysa da, savaşa ferdi katılımlar olmuştur.
Bilhassa hacca giden Türkistanlıların hacca giderken veya dönüşte Türkiye'nin saflarında tereddüt etmeden savaşa katıldıklarını görüyoruz. Bu konuda en eski kayıt 1788 Osmanlı-Rus savaşına kadar uzanmaktadır. Arşiv kayıtlarına göre, Hicri 1202 ramazan (1788 haziran) ayında Türkistanlı Mehmed Bahadır, Hokand'dan hac niyetiyle yola çıkar. Erzurum'a geldiğinde Osmanlı'nın savaş için asker topladığını işitir.
O sırada I. Abdülhamid Rusya'ya harp ilan etmiştir. Bunun üzerine hacca gitmekten vazgeçen Mehmed Bahadır 4 arkadaşıyla beraber savaşa katılmaya karar verir. Başbakanlık Devlet Arşivindeki belgelere göre, Mehmed Bahadır Divan-ı Hümayun'a müracaat ederek savaşmak için 5 at, 5 kılıç, 3 tüfek ve azık verilmesini ister [3] . Balkan Savaşı (1912-1913) sırasında da Hac için Mekke ve Medine'de bulunan Türkistanlı Hacılar ile talebelerden bazıları gönüllü olarak Osmanlı ordusuna katılmışlardır.
Türkiye'ye yakınlık özellikle Balkan harpleri sırasında kendisini belli etmiştir. Kazan Türklerince Hilal-i Ahmer'e çokça para yardımı yapıldığı gibi, Türk ordusunda hizmet görmek üzere gönüllü asker ve hemşireler de gitmişti [4] . Bundan başka 1912 senesinde Medine'de tahsilde bulunan 400 kadar genç Balkan muharebesine gönüllü katılmak üzere İstanbul'a gider ve Edirne düşmandan geri alındıktan sonra Medine'ye geri dönerler [5] .
I. Dünya Savaşı sırasında Medine'de Osmanlı ordusuna gönüllü katılmak isteyen Türkistanlılar ayrıca beş Osmanlı altını vermişlerdir. Niçin böyle yaptıkları sorulunca, Arapların Türkistanlılar aç kaldıklarından dolayı Osmanlı ordusuna katıldığını zannetmemeleri için böyle bir tedbir aldıklarını söylemişlerdir. Bu suretle 51. Alay'a gönüllü kaydolan Türkistanlılar Avali harbine iştirak etmişlerdir [6] .
I. Dünya Savaşı (1914-1918) sırasında Türkiye'ye askeri yardımın ilginç bir şekli Kadı Abdürreşid İbrahim Efendi tarafından gerçekleştirildi. Kadı Abdürreşid Almanya'ya esir düşen Rusya Türklerinden (Kazan Türkleri ve Başkurtlardan) İngilizler ve gerekirse Ruslara karşı da savaşmak üzere gönüllü kıtalar topladı. Bunlardan bir tabur (Asya taburu) Irak cephesinde savaşmak üzere Türkiye'ye geldi ve Irak cephesinde bir çok şehit verdiler [7] .
Bir grup Türkistanlının hac dönüşü Kurtuluş Savaşı'na da katıldığını görmekteyiz. Mekke ve Medine'de hac ibadetini tamamlayarak Türkistan'a dönmekte olan 40 kadar hacı Çukurova'da iken I. Dünya Savaşı başlar ve yurtlarına dönemeyip orada kalırlar. Harp esnasında burada bazı işlerde çalışarak geçimlerini temin ederler. Osmanlının savaşta yenilmesi üzerine Çukurova Fransızlar tarafından işgal edilir.
Türkistanlılar Tarsus'ta Fransızlara karşı ilk silahlı mücadeleyi başlatanlar arasında yer alırlar. Türkistanlılardan Hacı Yoldaş başkanlığındaki grup, karakol basarak, trenlere saldırarak Fransızlara zarar verdirir.
Daha sonra Kavaklıhan cephesi kumandanı Zeki Baltalı'ya müracaat ederek, Türk ordusuna katılırlar. Grup kumandanı Halil Süllü'nün emrinde Fransızlara karşı çarpışan 26 Türkistanlıdan 16 sı şehit düşer [8] . Azeri Türkleri ise Kurtuluş Savaşı'na kendi bağımsızlıkları pahasına askeri yardım sağlamak istemişlerdir. Azerbaycanlı ilim adamı Prof. Vagıf Arzumanlı'nın Bakü'de 1998 senesinde yayınlanan makalesinde belirttiğine göre, 28 nisan 1920'de Azerbaycan Parlamentosu hakimiyeti bolşeviklere vermeyi kabul ederken koyduğu şartlardan birisi Rus ordusunun Bakü'ye girmeden önce demiryolu vasıtasıyla Anadolu'nun yardımına gitmesi idi [9] . Bu hakikatin TBMM Gizli celse zabıtları ile Polonyalı araştırmacı Tadeusz Swietochowski'nin eserinde de teyit edildiğini görmekteyiz [10] .
Bu durum Azeri Türklerinin kendileri bağımsızlıklarını kaybetseler bile, Türkiye'nin bağımsız yaşamasını istediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Ancak Ruslar kabul ettikleri bu şartı yerine getirmediler. Türkistan Türklerinin 1914-1917 yılları arasında Kafkas cephesinde Ruslara esir düşen Osmanlı subay ve askerlerine yaptıkları yardımları da, dolaylı da olsa Kurtuluş Savaşı'na askeri yardım olarak görebiliriz. Zira bu askerlerden yurda dönenlerden bir çoğu daha sonra Kurtuluş Savaşı'na katılmışlardır. 29 Ekim 1914 15 Aralık 1917 arasında Kafkas cephesinde Ruslara yaklaşık 60 bin Osmanlı subay ve askeri esir düşer [11] .
Bu esirlerin büyük bir kısmı Hazar Denizi'nde Bakü'ye yakın Nargin adası ile Kuzey ve Güney Kafkasya'ya nakledilmişlerdir. Bunlar 1918'de Güney Kafkasya'ya giren Osmanlı ordusu tarafından kurtarılarak Türkiye'ye getirilmiştir [12] . Ancak henüz Moskova'nın kontrolüne tam olarak girmemiş Sibirya'da bulunan 9 bin kadar Türk esirini kurtarma girişimleri sonuçsuz kalmıştır [13] .
Çok zor şartlarda yaşamaya mahkum edilen bu esirlerin büyük bir kısmına Rusya Türkleri sahip çıkarak, yardım etmişlerdir [14] . Bunun için Moskova, Petrograd, Kazan, Ufa ve Orenburg'da özel komiteler teşkil edildi [15] . Rusya müslümanlarının Moskova'da 1-11 Mayıs 1917 tarihinde yapılan ilk genel toplantısında da Türk esirlerinin içinde bulunduğu zor durum görüşüldü. Kurultay bu hususu Rusya Harbiye bakanı Kerensky'ye telgraf çekerek bildirdi [16] . Esirlerden yaklaşık 1000 kadarı kendi çabaları ve Türkistanlıların yardımıyla Afganistan üzerinden Türkiye'ye dönmüştür [17] .
Türkiye'ye dönen esirlerden biri olan Tahsin İybar, hatıratında “Ruslar Sibirya'daki kampta esirlere geniş Rus topraklarından çıkamazsınız demişlerdi. Buna rağmen Rus topraklarından çıkmaya muvaffak olduk. Çünkü bize Türkistanlılar zengin, fakir ihtiyar genç demeden adeta birbirleriyle yarışırcasına yardım etmişlerdi” demektedir [18] . Daha sonra uluslararası alanda yapılan çalışmalar neticesinde kalan esirler de kurtarılarak, yurda getirilmiştir. 1925 Yılından sonra Rusya'da hiç esir kalmamıştır [19] .

II. PARA YARDIMLARI
Türkistan Türkleri daha Balkan Savaşı yıllarında Türkiye'ye para yardımı yapmaya başlamışlardı. Mesela, Kazan Türkleri bu yıllarda Hilal-i Ahmer'e hatırı sayılır ölçüde para yardımı yapmıştır [20] . Kazak Türkleri de bu konuda ellerinden geleni esirgememişlerdir. Berlin'de 1930'lu yıllarda Çağatay Türkçesinde yayınlanan "Yaş Türkistan" dergisinde yer alan bir makaleye göre, Balkan harbi yıllarında (1912-13), Türkistan'ın Akmeşit şehrinden Sadık Ötegenov isimli bir ihtiyar Kazak, küçük heybesinin iki gözüne doldurmuş olduğu altınları Rusya'nın başkenti Petersburg'a getirir.
Burada tahsilde bulunan hemşehrisi Mustafa Çokay'ın evine gider ve ondan kendisini Osmanlı elçisine götürmesini rica eder. Elçilikte, ihtiyar Kazak Osmanlı elçisi Turhan Paşa'dan, Türkistanlı Türk kardeşlerinin sevgi ve sempatisinin küçük bir ifadesi olmak üzere getirdiği yardımı gerekli yere ulaştırması için ricada bulunur. Bunun üzerine gözleri dolan Turhan Paşa her ikisini kucaklayıp öper ve emaneti kabul ederek yerine ulaştıracağına söz verir [21] .
Yine bu dönemde Medine'de tahsil görmekte olan Kazak öğrenciler Osmanlı askerine yardım için harçlıklarından 200 lira toplarlar. Balkan harbi yıllarında Kazakistan'da yayınlanmakta olan "Aykap" gazetesinin bu konudaki haberine göre, öğrenciler topladıkları paraları Medine valisi Basri Paşa'ya teslim ederek, ondan bu yardımı Hilal-i Ahmer cemiyetine ulaştırmasını isterler [22] . Yardım küçüktür, ama Türkistanlı öğrencilerin dahi Balkan Savaşı sırasında Türkiye'ye yardım etme arzusunda bulunduğunu göstermesi açısından önemlidir. I. Dünya Savaşı sırasında Andican zenginlerinden Mir Kamil Mir Mumanbayoğlu Rusya'ya karşı Osmanlı devletine 200 bin ruble yardım gönderir [23] .
I. Dünya Savaşında Türkiye'ye ilginç, ilginç olduğu kadar şuurlu bir katkı Türkistanlı pamuk tüccarlarından gelir. I. Dünya Savaşı sırasında Rusya'da ulaşım ve üretimdeki sıkıntılardan dolayı, Türkistan'daki pamuk alıcı bulamadığından stoklar büyümüştür. 1918'de Brest-Litovsk'da Sovyet Rusya ile ittifak devletleri arasında barış imzalanınca, Rusya'ya giden ilk Alman sefirinin mümessili pamuk almak için Türkistan'a gider. Pamuk tüccarları ticari pazarlıklara girmeden evvel alıcıdan milliyetini belgelemesini isterler. Alış-verişle alakası olmayan böyle bir talep karşısında Alman temsilci hayrete düşer. Diğer taraftan Rusya'nın eski düşmanı olan bir devletin temsilcisi olduğu için de endişelenerek ürker. Bu talebin ticaretle alakası olmadığını ileri sürerek, doğrudan doğruya fiyat ve kalite meseleleri üzerinde görüşmeyi teklif eder. Bu meselelerde uzlaşmanın kolay olduğunu söyleyenTürkistanlı tüccar, alıcının milliyetinin kendileri için çok daha önemli olduğunda ısrar ederler. Bunun üzerine temsilci, alıcının Alman olduğunu gösteren vesikaları çekinerek göstermek zorunda kalır.
Alıcının Almanya olduğunu öğrenen Türkistanlı tüccar, kendisine büyük iltifatlarda bulunarak, mallarını başkasına verdiklerinden daha ucuza vereceğini ifade eder. Hayretler içinde kalan temsilci, bu iltifatın sebebini sorduğunda şu cevabı alır:
"Biz pamuğun mühim bir harp maddesi olduğunu biliyoruz. Bu maddeyi beş-on kuruş kazanmak pahasına, Türkiye'nin düşmanlarına satmaktansa, yakıp imha etmeyi yeğleriz. Siz Almanlar Türkiye'nin müttefikisiniz. Size pamuğu ucuza vermekle, Türk kardeşlerimizin menfaatlerine hizmet ettiğimiz inancındayız" [24] .
Kurtuluş Savaşı'na gerçek anlamda para desteği, 100 milyon altın ruble gibi bir meblağı verme çabası Buhara Halk Cumhuriyeti'nden gelmiştir. 1873'ten Sovyet hükümeti tarafından istiklalinin tanındığı 1918 yılına dek Çarlık Rusyasına bağlı, yarı müstakil devlet konumunda olan Buhara o dönemde Türkistan'ın en zengin Hanlığı idi. Ticari faaliyetler sayesinde Buhara Hanlığı büyük bir zenginliğe ve altın rezervine sahip olmuştu [25] . Bu zenginlik sayesinde Buhara emiri Petersburg'da büyükçe cami yaptırabilmiştir [26] .
Kızıl Ordu tarafından 2 Eylül 1920'de yıkılan Buhara Hanlığı'nın yerine 6 Ekim 1920'de Buhara Halk Cumhuriyeti ilan edilmesinden [27] sonra, Buhara Halk Cumhuriyeti'nin Osman Kocaoğlu başkanlığındaki temsilcileri Moskova'ya giderek Lenin ile görüşme yaparlar. Bu görüşmede Buhara heyeti, Lenin'e Türkiye için 100 milyon altın ruble yardım vermeyi taahhüt ederler. Heyet Buhara'ya döndükten sonra, bu konu parlamentoda oylanır ve Türkiye'ye yardım tek itiraz sesi yükselmeden oy birliği ile kabul edilir. Vaat edilen 100 milyon altın da en kısa zaman zarfında Moskova'ya ulaştırılır [28] . Bu teslimat konusunda elimizde herhangi vesika yoktur. Ancak Türkistan'da o devrin olaylarını yaşamış şahsiyetlerden ve Türkistan tarihi mütehassısı Z. V. Togan [29] ve Türkistan'daki esir Osmanlı subaylarından Raci Çakıröz [30] bu yardımın yapıldığını teyit etmektedir. Ne yazık ki bu yardım hedefine ulaşmamıştır. Sovyetlerin Türkiye'ye Eylül 1920 ile Mayıs 1922 tarihleri arasında yaptığı nakdi yardımlar da Buhara Cumhuriyeti'nin teslim ettiği 100 milyon rublenin çok altında, 11 milyon ruble civarındadır [31] .

III. FİKRİ VE SİYASİ DESTEKLER
I. Dünya Savaşı'ndan önce Rusya'da ve Osmanlı'da yaşanan 1905 ihtilali ve 1908 II. Meşrutiyeti'nden sonra Anadolu ve Rusya Türkleri arasında kuvvetli bir kültür bağı kurulmuştu. Bunun neticesinde I. Dünya Savaşında Türkistan Türklerinin bütün sempatileri Türkiye ile beraberdi [32] . Bu sempatinin büyüklüğünü Tahir Çağatay'ın I. Dünya Savaşı sırasında yaşadığı bir anısından görmek mümkündür. Taşkent'te kalabalık seyirci arasında Umumi Vali Matson'un bulunduğu bir sinemada, savaşla alakalı belgesel film gösterilmekteydi. Perdede ilk olarak Rus ordularının seferberliği ve resmi geçidi gösterildi. Bunu takiben bütün büyük devletlerin askeri resmi geçitleri izlendi. Hepsi de sükunet içinde seyredilerek geçirildi. Fakat beyaz perdede başta sancağı ile bir Türk süvari alayı gözükmeye başlayınca, o muazzam binayı dolduran halk ani bir hareketle ayağa kalktı ve alkışlamaya başladı. Bu kalkma hareketi o kadar ani ve tesirli bir şekilde vuku bulmuştu ki, seyirciler arasında bulunan Ruslar da gayri ihtiyari olarak bu kitle temayülüne uymak zorunda kalmışlardı. Bu durum karşısında sinirlenen umumi vali derhal salonu terketti ve film bir daha gösterilmedi [33] .
Yine Çağatay'ın belirttiğine göre, I. Dünya Savaşı esnasında Taşkent'te halk bütün heyecanıyla olayları takip ederdi. Türklerin muvaffakiyetini, Rusların mağlubiyetini belirten herhangi bir haberi ihtiva eden gazete derhal karaborsaya düşüyordu [34] . Bu dönemde Türkistan Türkleri I. Dünya Savaşını çok yakından takip ediyor ve Türkiye'nin bir ölüm-kalım savaşı verdiğini farkediyorlardı. Mesela o dönemde Kazak Türklerinin önde gelen siyaset ve fikir adamlarından biri olan Mir Yakup Duvlat dünyadaki 300 milyondan fazla müslümanlar arasında en güçlüsünün Türkiye olduğunu ve bu Türkleri parçalamak için çeşitli devletlerin fırsat gözlediğini yazar. Kazakistan'da I. Dünya Savaşı yıllarında yayınlanmakta olan “Kazak” gazetesinin 1918 eylül sayısında yer alan yazısında Duvlat, bu fırsat beklemenin birkaç asırdan beri süre geldiğine işaret ettikten sonra, devam etmekte olan
I. dünya savaş sırasında düşmanların İstanbul'u almak ve Ayasofya'ya asmak üzere haçı da hazırladıklarını ifade eder. Fakat Türklerin boş durmadığını, ülkelerini korumak için asırlardan beri mücadele ettikleri gibi, dört seneden beri de diz boyu kanlar içinde, milyonlarca yiğidini kurban ederek, mal-mülkünü feda ederek savaştıklarını yazar [35] . Görüldüğü gibi, Mir Yakup Duvlat'ın yazısı, Kazak bozkırlarından Türk topraklarında yapılan mücadelenin çok yakından takip edildiğini açıkça ortaya koymaktadır.
Türkistan Türklerinin I. Dünya Savaşı'nda olduğu gibi, Türk Kurtuluş Savaşını da her safhasına destek vererek yakından takip etmeye çalıştıklarını görmekteyiz. Türkistan içinde aydınlar ve şairler halkı aydınlatıcı ve Kurtuluş Savaşını destekleyici yazılar yazmışlarsa, Türkistan dışına çıkabilmiş aydınlar uluslararası platformda kendi siyasi meseleleriyle beraber, Türkiye'nin bağımsızlığını ve reformlarını da destekleyici çalışmalar yapmışlardır. Sovyetler Birliği dışında, Avrupa ülkelerinde bulunan Türkistanlı siyaset ve devlet adamları başından itibaren Atatürk'ün siyasi faaliyetlerini benimsedikleri görülmektedir. İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından işgal edildiği günlerde, İdil-Ural Türklerinden Ayaz İshaki, Sadri Maksudi ve Fuad Toktar Paris'te bulunmaktaydı. Onlar, Bolşeviklerin İdil-Ural'da hakimiyeti ele geçirmesinden sonra, mücadelelerini yurt dışında devam ettirmek üzere Fransa'ya gelmişlerdi. Burada Fransız Dışişleri Bakanı ve Başbakanı Millerand ile görüşme gününü beklerlerken Türkiye Ayan Meclisi Üyesi Ahmet Rıza Bey ile karşılaşırlar. Ahmet Rıza Bey de Fransa hükümetinin isteği ile Türkiye'nin gayriresmi vekili olarak Paris'te bulunmaktadır.
Kazanlı devlet adamları Ahmet Rıza Bey ile uzun uzun görüşmelerde bulunurlar. Görüşmenin yapıldığı 4 Nisan 1920 günü, İngilizlerin Padişah'a baskı yapıp, Mustafa Kemal'i asi ilan etmesini istediği günlere rast geliyordu. Kazanlı devlet adamları, Ahmet Rıza Bey'i Padişah'ın böyle bir isteği yerine getirerek Mustafa Kemal gibi bir kahramanı asi saymasının ülkeye büyük zarar vereceğini anlatarak, Padişah'a bu yönde telkinde bulunması hususunda ikna ederler [36] . Hokand Muhtar Hükümeti'nin sabık başbakanı Mustafa Çokay da Türkiye'nin uluslarası alandaki politikalarına destek veren çalışmalar yapmıştır. Çokay bilhassa Ermeni meselesinde Türkiye'nin haklarının savunulmasında büyük gayretler göstermiştir. Şubat 1918'de Hokand hükümetinin Kızıl Ordu tarafından yıkılmasından sonra, 1919-1921 seneleri arasında Gürcistan'da bulunduğu sırada, Ermeni meselesine vakıf olan Çokay, ayrıca Tiflis'te Kuvayi Milliye temsilcisi olan Kâzım Bey (sonradan İzmir valisi, Trakya umumi müfettişi Kâzım Dirik) ile temasta bulunarak Ermeni meselesi hususunde devamlı surette makaleler neşretti [37] . Mustafa Çokay 1919-1921 yıllarında Tiflis'te bulunduğu yıllarda Vol'nıy Gorets, Gortsı Kavkaza gibi rusça dergilerde ve kendi yönetiminde Türkçe çıkan Şafak gazetesinde Kazım Bey'den temin ettiği malumatları “Anadolu Mektupları” namı altında yayınladı [38] . Çokay bu işlerle meşgul olduğu sıralarda, Ermenistan'daki Amerika misyon başkanı ve Türkiye aleyhtarı General şiddetli bir beyanatta bulunur. Bu beyanata Mustafa Çokay, o kadar vazıh ve şiddetli cevap vermiştir ki, şahsi dostları bundan doğabilecek akibetlerden endişe ederek, bir takım koruyucu tedbirler almışlardır [39] . Çokay, Ermeni meselesi konusundaki makalelerini Gürcistan'dan Fransa'ya geçtikten sonra da yazmaya devam ederek, bunları fransızca ORIENT et OCCIDENT dergisinde yayınladı [40] . Mustafa Çokay Şubat 1921'de Gürcistan'dan Türkiye'ye geçer. İstanbul'a varır varmaz müttefik makamlar vasıtasıyla İtilaf Devletleri nezdinde Türkistan meselesinde teşebbüslerde bulunur.
Ancak Türkiye'yi de unutmaz. İstanbul'da gördükleri, Türkiye hakkındaki müttefik tasarıları ve Türkiye'nin geleceği hakkında Türkistan Türklerinin görüş ve dileklerini belirten bir memorandum hazırlayarak, müttefik kuvvetler komutanlığına verir [41] . Mustafa Çokay Berlin'de 1933 yılında yayınladığı "Yaş Türkistan" dergisinde Ermenilerin Türkiye aleyhindeki oyunlarından birisini nasıl bozduğunu da teferruatıyla anlatmaktadır. Çokay'ın belirttiğine göre, Lozan konferansı yıllarında (1922-1923) Ermeni Cumhuriyeti Heyeti Reisi A. Aharonyan düzmece bir iddia hazırlayarak, Hindistan, Kafkas ve Türkistan müslümanlarının dahi Türkiye'yi Sevr anlaşmasına uymadığı için eleştirdiklerini ve Ermenileri haklı gördüklerini söylüyordu. Mustafa Çokay ve Ayaz Kafkasyalılar, İdil-Urallılar, Kırımlılar ve Türkistanlıları temsilen bu iddianın asılsızlığı konusunda bir memorandum hazırlayarak, Fransız dışişleri bakanlığına ve Lozan konferansına gönderirler [42] .
Çokay yazısında şöyle demektedir: "Ahoranyan'ın Hindistan müslümanları hususunda söyledikleri ne kadar doğrudur, bilemem. Fakat biz, Kafkasyalılar, İdil-Urallılar, Kırımlılar ve Türkistanlılar adına 22 Mart 1922 günü Sevr anlaşması ile alakalı memorandumu teslim ettik. Onu Fransız Dışişleri Bakanlığına Ayaz İshaki ile beraber götürüp verdik" [43] Çokay bununla da yetinmez. Kendisi maddi sıkıntılar içinde olmasına rağmen, yol parasını borçla tedarik ederek Lozan'a da gider. [44] . Diğer yandan Türkistan'dan Anadolu'daki mücadeleyi yakından takip etmeye çalışan aydınlar, bilhassa halkın duygu ve düşüncelerini dile getirmekte mahir şairler Kurtuluş Savaşı hakkında şiirler yazmışlardır. Bunlar, böylece şiir diliyle Atatürk ve Kurtuluş Savaşı'na destek vermek istiyorlardı. İşin enteresan yanı böyle şiirleri Türkistan'daki hemen her Türk boyunun önde gelen şairleri kaleme almışlardır.
Mesela Kazak Türklerinin milli şairlerinden Mağcan Cumabay bunlardan biridir. Osmanlı mağlup edilerek işgaline karar verildiği sıralarda, Sovyet Rusya'sında iç karışıklıklar ve savaş sebebiyle açlık felaketi yaşanıyor ve halk sıkıntı içinde yaşıyordu. Buna rağmen Türkiye'nin işgale uğramak felaketi Türkistan halkı için çok derin bir yeis ve heyecanla karşılanmıştı. Kazak Türklerinin milli şairlerinden Mağcan Cumabay, ilk baskısı 1923 yılında Taşkent'te yayınlanan eserinde yer alan "Alıstağı bavrıma" yani "Uzaktaki kardeşime" isimli şiirinde bu duyguları açıkça ortaya koymaktadır [45] .
Magcan 12 dörtlükten oluşan uzun şiirine şöyle başlıyor: Alısda azap çekken bavrım, Quvarğan bayşeşektey kepken bavrım. Qamağan qalın cavdın ortasında, Köl qılıp közdin casın tökken bavrım. Anadolu Türkçesiyle ifade edersek: Uzakta azap çeken kardeşim, Kurumuş lale gibi solan kardeşim. Kuşatmış kalabalık düşmanın ortasında, Göl gibi göz yaşı döken kardeşim. Magcan şiirini şu mısralar ile bitiriyor: Bavrım! Sen o cakda, men bu cakda Qaygıdan kan cutamız, bizdin atka. Layıq pa qul bop turuv, Kel ketelik Altayğa ata miras altın taqqa. Anadolu Türkçesiyle ifade edersek: Kardeşim! Sen orada, ben burada Kaygıdan kan yutuyoruz. Bizim adımıza layık mıdır köle olmak, Gel gidelim Altay'a ata yadigarı altın tahta [46] . Kırgız şairi İsmail Sarıbayoğlu da, 1921 yılında Kurtuluş Savaşı için bir şiir yazmıştır.
Hayatı hakkında fazla bir malumatımızın olmadığı bu Kırgız şairi, "İngilizler Türklere saldırırken yazılan şiir" ismini taşıyan şiirinde, Anadolu Türklüğünün ölüm-kalım savaşına Kırgız Türklerinin dikkatini çekmek ve gerekirse yardımına koşmak gerektiğini ifade etmekte ve şöyle demektedir: Ekçeme içip kölösün, Bar önörün ordo atmak. Musulmandın işi emes, Kılıç çappay cön catmak. Koldon kelse kayrat kıl. Oygon Kırgız uykudan. Stambul türktön ayrıldın. Bolup aldı ar bölök, Ak cinister bölök. Amerika, sarı orus Aydap cürdü türkündü. Aylan kelse, sen boluş. Anadolu Türkçesiyle ifade edersek:
Ayran içerek eğleniyorsun, Bütün hünerin eğlenmek. Müslümanın işi değildir, Kılıç sallamadan boş yatmak. Elinden geliyorsa çaba göster. Uyan Kırgız uykudan. İstanbul Türk'ten ayrılıyorsun. Oldular grup grup, Beyazlar bir grup. Amerika, Sarı Rus Önüne kattı Türk'ünü. İmkanın varsa, koş yardım et [47] . Türkistan'ın önde gelen şairlerinden Abdülhamid Çolpan da (1897-1938) bir taraftan Türkistan'ın hürriyeti için halkta mücadele ruhu uyandırmaya çalışırken, diğer taraftan Türkiye'yi ihmal etmiyor ve Türk istiklal harbi için şiir yazıyordu. Onun Tufan adlı şiiri Anadolu'da milli mücadeleyi yürüten Türk ordusuna ithaf edilmiştir. Şiirde Türk ordusu "mazlumlar tufanının öç alıcı sellerine", işgalci kuvvetler ise "medeniyet beşiğinde oturan cellatlara" benzetilir. 1920'lerde yazılan şiirin başında ve sonunda Türk ordusuna hitap eden iki mısralık şu bölüm: Ey İnönü, Ey Sakarya, ey İstiklal Erleri Milli Misak alıngança totalmasdan ilgeri, heyecan ve çoşkunluk yaratmaktadır. Şiir, Ey istiklal, ey Sakarya, ey İnönü Erleri Yür, mazlumlar tufanının öç alguçı selleri! mısralarıyla sona ererken Çolpan, Türk İstiklal harbini batılı sömürücü ve işgalci güçlere karşı mazlum milletlerin öç alması olarak görmektedir [48] .

SONUÇ
Üç ana başlık altında incelediğimiz Türkistan Türklerinin Türkiye'ye yaptığı bu yardım ve desteklerin maddi boyutları, belki milli mücadelenin başarısına büyük etkiler yapacak ölçüde görülmeyebilir. Ancak onların o devirde içinde bulunduğu şart ve durumlar göz önüne alındığında büyük fedakarlıklar içinde ifa edilmiş olduğu muhakkaktır. Bu fedakarlıklar ve Türkiye'ye karşı beslenen sevgi ve muhabbet Balkan Savaşından itibaren artarak devam etmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında had safhaya ulaşan bu sevgi ve muhabbet Ankara'nın da dikkatlerinden kaçmamıştır.
Mesela bu yakın alakayı farkedenlerden biri Ankara Hükümeti'nin Maliye Bakanı Yusuf Kemal Tengirşek'tir. 1920 yılında Moskova'da bulunan ve Buhara, Hive, Türkistan, Tataristan ve Azerbaycan temsilcileriyle görüşmeler yapan Yusuf Kemal Bey 16 Ekim 1920'de TBMM'de yaptığı konuşmada bu konuda şunları söylemektedir: “Onların bizlere itimadları var... Bizleri muhterem ve mukaddes yerlerden gelmiş insanlar addediyorlar... Bizim milletin mukadderatına bizden ziyade alakadar oluyorlar...
Türkiye köktür, burada bulunan onun dallarıdır, diyorlar” [49] . Netice olarak Türkistan Türklerinin 1920'lerdeki Türkiye'ye bakış açısı, ona yardım etme ve destek olma gayretlerini büyük idealist İsmail Gaspıralı'nın “dilde, fikirde, işte birlik” şiarının bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Bu da Gaspıralı'nın XIX. yüzyılın son çeyreğinden XX. yüzyılın başlarına kadar yayın hayatını sürdüren ve Balkanlardan Doğu Türkistan'a kadar bütün Türkçe konuşan halklar tarafından okunan "Tercüman" gazetesindeki fikirlerini Türk Dünyasına yaymada belli ölçüde başarıya ulaştığını göstermektedir. Bu sebeple, Türkiye Cumhuriyeti ile Türkistan'daki Türk Cumhuriyetleri arasında sağlıklı ilişkiler için kardeş ülkeler arasında hızlı ve tarafsız iletişimi sağlayıcı ortak televizyon ve diğer basın araçlarının varlığının çok önemli görevler ifa edebileceğini söyleyebiliriz.
Abdulvahap KARA *

* M. S. Ü. Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Araştırma Görevlisi
[1] Akdes. N. Kurat, Türkiye ve Rusya XVII Yüzyıl Sonundan Kurtuluş Savaşı'na Kadar Türk-Rus İlişkileri (1789-1919) , Ankara 1970, s. 415-416
[2] Bu konuda geniş malumat için bkz. Nadir Devlet, Rusya Türklerinin Milli Mücadele Tarihi (1905-1917) , Ankara 1985, s. 151-163; A. E. Oba, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu , İstanbul 1995, 141-174.
[3] Başbakanlık Osmanlı Arşivi Hatt-ı Hümayun no: 56210, 56129, 56206, 56118. Bu konuda bkz. S. Aynuralp, “Belgelerle Türk Birliği”, Türk Dünyası Tarih Dergisi , sayı 12, İstanbul, Aralık 1987, sayfa 5-7.
[4] Kurat, s. 416
[5] Ç. Koçar, “Çukurova'nın Kurtuluşuna İştirak Eden Türkistanlılar”, XI. Tarih Kongresi, Ankara 5-9 Eylül 1990, Kongreye Sunulan Bildiriler , c. VI, Ankara 1994, s. 2382.
[6] a.g.e., s. 2385
[7] Kurat, s. 505
[8] Koçar, s. 2377-2383.
[9] V. Arzumanlı, “Azerbaycan Halg Çumhuriyeti İçtimai-Siyasi Fikir Tarihimizde Yeni Merhale Kimi”, Azerbaycan Halg Çumhuriyetinin Milli Siyaseti , Bakü, 1998, s. 12.
[10] TBMM Gizli Celse Zabıtları , cilt I, Ankara 1985, s. 172 ; T. Swietochowski, Müslüman Cemaatten Ulusal Kimliğe Rus Azerbaycanı 1905-1920 , İstanbul 1988, s. 241.
[11] Kurat, s. 440; Esin Güven, I. Dünya Savaşı'nda Rusya'daki Türk Esirleri ve Rusya Türkleri , İstanbul 1996, (Marmara Üniversitesi, Türkiyat Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisan Tezi), s. 21.
[12] E. Güven, s. 25-26.
[13] TBMM Gizli Celse Zabıtları , s. 169; Oğuz Karakartal, “I. Dünya Savaşı Sonunda Sibirya'daki Esir Türk Askerleri Sorunu ve Türk Dünyası Gazetesi”, Sibirya Araştırmaları (Haz. Emine Gürsoy-Naskali), İstanbul, 1997, s. 317-322; E. Güven, s. 116.
[14] Kurat, s. 416.
[15] Kurat, s. 447.
[16] Bütün Rusya Müslümanlarının 1917. Yılda 1-11 Mayda Meskevde Bolgan Umumu Seyzdinin Protokolları , Petrograd 1917, s. 326-329; Devlet, s. 282.
[17] K. Karabekir, İstiklal Harbimizde Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı , İstanbul 1967, s. 313.
[18] Tahsin İybar, Sibirya'dan Serendib'e , Ankara, 1950, s. 85.
[19] E. Güven, s. 102.
[20] Kurat, s. 416.
[21] H. Oraltay, “Mustafa Çokay”, Türk Dünyası Tarih Dergisi , Ocak 1997, sayı 121, s. 15-16; Y. T., Türkistan'da Türkçülük ve Halkçılık , İkinci Bölüm, İstanbul, 1954, s. 61-62.
[22] Ayqap Gazetesi 1914'den naklen Ayqap , (Haz. Ü. Subhanberdina-S. Davitov), Almatı 1995, s. 288.
[23] Voprosı İstorii , 1953, sayı 3, s. 33-49'dan naklen A. İnan, “Türkistan'da 1916 Yılındaki Ayaklanma”, Türk Kültürü , sayı 12, Ekim 1963, s. 29-30.
[24] Y. T.s. 69-70.
[25] Stephane A. Dudoignon, “Orta Asya'da Siyasal Değişmeler ve Tarihyazımı, Tacikistan ve Özibekistan 1987-1993”, Unutkan Tarih Sovyet Sonrası Türkdilli Alan , (Haz. Semih Vaner), İstanbul 1997, s. 115.
[26] Kurat, s. 425.
[27] Buhara Halk Cumhuriyeti 19 Eylül 1924'te Moskova'ya muhalif güçler temizlenerek Buhara Sosyalist Cumhuriyeti ilan edilinceye kadar, milli güçler tarafından Moskova'dan bağımsız bir şekilde idare edildi. Bu konuda bkz. İ. Yarkın, “Buhara Hanlığı'nın Sovyet Rusya Tarafından Ortadan Kaldırılması ve Buhara Halk Cumhuriyeti'nin Kuruluşu”, Türk Kültürü , sayı 76, Ankara, Şubat 1969, s. 297-303; B. Hayit, Türkistan Rusya ile Çin arasında , s. 264.
[28] Yakın Tarihimiz , 3 Mayıs 1962, Cilt I, sayı 10, s. 292-293; N. Öktem, “Osman Kocaoğlu'nun Ardından”, Türk Kültürü , Eylül 1968, sayı 71, s. 878; M. Saray, Milli Mücadele Yıllarında Atatürk'ün Sovyet Politikası , İstanbul, 1984, s. 55-57.
[29] Z. V. Togan, Hatıralar , İstanbul, 1969, s. 363.
[30] T. Kocaoğlu, “Türkistan'da Türk Subayları (1914-1923)”, Türk Dünyası Tarih Dergisi , Ağustos 1987, sayı 8, s. 47.
[31] Saray, s. 57.
[32] Kurat, s. 416.
[33] Y. T., s. 62-63.
[34] a.g.e., s. 63
[35] Mir Yakup Duvlat, “Qaytsek Curt bolamız”, Qazaq , 10 Eylül 1918'dan naklen Qazaq (Haz. Ü. Subhanberdina-S. Davitov-Q. Sahov), Almatı, 1988, s. 440.
[36] “Günlük Notlarından Önemli Parçalar”, Muhammed Ayaz İshaki Hayatı ve Faaliyeti , Ankara, 1979, s. 216-223; T. Çağatay, “Büyük Türklük Mücahidi Ayaz İshaki”, a.g.e., s. 94.
[37] Y. T. , s. 66.
[38] aynı yer; Yaş Türkistan , 1933, sayı 40'dan naklen Yaş Türkistan , sayı 3, Almatı, 1998, s. 27.
[39] Y. T., s. 65-66.
[40] Yaş Türkistan , aynı yer.
[41] Y. T., s. 66-67
[42] Yaş Türkistan , Berlin, 1933, sayı 41'den naklen Yaş Türkistan , sayı 3, Almatı, 1998, s. 30; Y. T., s. 67-68; Çağatay, s. 94.
[43] Yaş Türkistan , sayı 3, Almatı, 1998, s. 30.
[44] Y. T., s. 67-68;
[45] a. g. e., s. 78-79; Yaş Türkistan, Berlin, 1930, sayı 3-4, s. 38-42; G. Kayhan, Magcan Jumabayulu'nun Hayatı ve Eserleri (Basılmamış Yüksek Lisans tezi), Hoca Ahmet Yesevi Uluslararası Kazak-Türk Üniversitesi, Türkistan, 1998, s. 45-48.
[46] M. Cumabayev, Şığarmalar , c. I, Almatı 1995, s. 72.
[47] M. Şen, “Milli Mücadelemizi Anlatan Bir Kırgız Şiiri”, Bağımsız Kırgızistan, Düğümler ve Çözümler (Haz. Prof. Dr. Emine Gürsoy), Ankara, baskıda, s. 119-126.
[48] Hüseyin Özbay, Çolpan'ın şiirleri, Metin, Aktarma, İnceleme, Ankara 1994, s. 141-142, 329-331.
[49] TBMM Gizli Celse Zabıtları , c. II, s. 171-1