20 Ekim 2010 Çarşamba

Halife Kızılayak


HALİFE KIZILAYAK
(1869-1958)

Son devir Türkistan velîlerinden. İsmi Âbid Nazar olup oturduğu yerin isminden dolayı "Halîfe-i Kızılayak" diye şöhret bulmuştur.

1869 (H.1294) yılında şu anda Rusya'nın Türkmenistan Cumhûriyeti içinde bulunup o zaman Buhâra Emirliğine bağlı olan Kerki şehrinin Kızılayak köyünde dünyâya geldi. İlk tahsîlini âlim bir zât olan babasının da yardımıyla burada tamamladı. Sonra, küçük yaşına rağmen, tahsîlini devâm ettirmek için Buhâra'ya gitti. Burada birçok âlimden çeşitli dallarda ders alarak, talebelikte en yüksek dereceye ulaştı. Kendi anlattığına göre Buhâra'daki tahsîlini daha çok zamânın büyük âlimlerinden Ebü'l-Fazl-ı Sîret'in yanında yapmıştır. Buhâra'da tahsîlini tamamladıktan sonra kendisine Emir tarafından Buhâra Kâdılığı teklif edildi. Ancak, kabul etmeyip memleketine döndü. Bu teklif ısrarla devâm edince de bir müddet evini, hattâ memleketini terk etmek mecburiyetinde kaldı.

Daha sonra tasavvufa yönelerek zamânın meşhûr âriflerinden olup aynı zamanda amcası olan Halîfe Hüdaynazar'dan feyz ve icâzet aldı. Hocası ona icâzet verdikten sonra, kendisine gelenlere; "Artık Âbid'e gidin. Bende olanlar, bendi kaldırılmış bir ırmak gibi oraya aktı, gitti." buyururdu. Fakat o yine de hocası vefât edinceye kadar talebe kabûl etmedi. Tasavvufta silsilesi Hâce Muhammed Saîd Mücedidî'ye ulaşır.

Bir müddet sonra hocası Hüdaynazar ile hacca gitti. O zamânın şartlarında yolculuk çok uzun ve sıkıntılı geçti. Hüdaynazar hazretleri zâten yaşlı olduğundan hastalandı ve yürüyemez hâle geldi. Sedye ile yol alıyordu. Âbid Nazar hocasının her hizmetine canla başla sarılıyordu. Hocası da devamlı duâ ve niyazda bulunur ve; "Âbid'im inşâallah dolacak ve taşacaksın." derdi.

Nihâyet Mekke ve oradanMedîne'ye vardıklarında Hüdaynazar hazretleri vefât etti. Hocasını Cennetü'l-Bâkî'de defnettikten sonra yanındakiler ona talebe olmak isteyerek kendilerini kabûl etmesi için ricâda bulundular. Fakat o, bir türlü kendini buna lâyık görmüyordu. Çok ısrar edilince bir gece mühlet istedi. Ertesi gün müsbet veya menfî kararını açıklayacaktı. Halîfe-i Kızılayak o geceyi Peygamber efendimizin kabr-i şerîfleri yanında murâkabe ile geçirdi. Ertesi gün çok neşeli bir şekilde talebe kabûl edeceğini bildirdi ve Mescid-i Nebevî'nin mübârek mihrâbında oturarak müsâfeha ile ilk talebesini kabûl etti. Hac sonrası memleketine döndü.

Halîfe-i Kızılayak, Bolşevik İhtilâli sırasında Kalişof hâdisesinden îtibâren Ruslara karşı çok gazâ ve cihâdlarda bulundu. Buhârâ Emirliği Rusların eline geçtikten sonra da cihâdı bırakmadı. Ancak silâh ve gıdâ yetersizliğinden Afganistan'a hicret etmek mecburiyetinde kaldı. Büyük bir kalabalıkla Afganistan'a geçen Halîfe-i Kızılayak, bundan sonra devamlı cihâd hareketini destekledi. Habîbullah Han zamânında RusyaAfgan sefîri bulunan Gulâm Nebi Han, Rusların yardımıyla Pettekeser mevkîi üzerinden Belh şehrine saldırdı. Burayı işgâl ederek ayrı bir devlet gibi davranmaya başladı. Bunun üzerine Halîfe-i Kızılayak, Ruslara karşı çok iyi savaş tecrübesine sâhib bulunan Türk mücâhidlerini bizzât kardeşi Âlim Han ile Belh'e gönderdi. Büyük mücâdeleler netîcesinde Belh işgâlden kurtuldu ve Âlim Han geçici bir süre için Belh'i idâre etti. Her şey normale döndükten sonra Belh'i hükûmete teslîm ederek geri döndü.

Halîfe Kızılayak, Afganistan'a geçtikten sonra ilk önce Andhoy kazâsının Altıbölek köyünde oturmuşsa da bâzı hâdiseler sebebiyle Cüzcân vilâyetine yakın bir yere yerleşti. Buraya eski köylerinin ismi olanKızılayak adı verildi. Bundan sonra Kızılayak'ta bir câmi, medrese ve hânegâh inşâ edildi.Burası her taraftan gelen talebelerle dolup taşmaya başladı. Hânegâh, cemiyetin her tabakasından fakir, zengin, âlim, fâzıl, devlet adamı ve her türlü insanın uğrak yeri hâline geldi. Bu hâli gören ve daha önce Afganistan'da oturmakta olan bâzı âlimler ilk önce bu durumu yadırgadılarsa da dergâha geldikten ve Halîfe-i Kızılayak'ı gördükten sonra tam bir teslîmiyetle geri döndüler. Kâbil'de oturan ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarından olup âlim bir zât olan hazret-i Şûrbâzâr da Kızılayak'a teşrif etmiş ve Halîfe-i Kızılayak'ın sohbetlerinde bulunmuştur.

Halîfe Âbid Nazar, Afganistan'a geçtikten sonra, sırasıyla Afganistan Emîri olan Emânullah Han, Nâdir Şâh ve Zâhir Şâh ile gerek şahsen, gerek mektupla irtibâtlar kurmuş ve hepsinden saygı görmüştür. İnşâ ettiği medrese ve hankâh için devlet tarafından vakıf olmak üzere arâzi tahsis edilmiş ve pekçok maddî yardımlar yapılmıştır.

Mânevî yönü pek kuvvetli olmayan Emânullah Han, bir keresinde Belh'e gelerek bir toplantı düzenlemişti. Bu toplantıya Halîfe-i Kızılayak'ı da dâvet etti. Fakat toplantı öncesi oradaki devlet erkânına Halîfe-i Kızılayak içeri girdiğinde ayağa kalkmamaları husûsunda sıkı sıkıya tenbihte bulundu. Halîfe-i Kızılayak, yanında hazret-i Şurbâzâr olduğu halde Belh'e gelerek toplantı yerine gitti. Onun teşrifini gören Emânullah hemen ayağa kalkarak saygıyla karşıladı. Emânullah ayağa kalkınca diğer devlet erkânı da ayağa kalkmak mecburiyetinde kaldılar. Daha sonra bu durum kendisinden sorulduğunda Emânullah şöyle cevap vermiştir: "Halîfe-i Kızılayak'ı gördüğüm vakit her iki yanında büyük birer arslan vardı. Korkumdan ve kendimde olmadan birden ayağa kalkıverdim."

Türkistan'da Enver Paşanın ölümünden sonra onun yardımcısı durumunda olan İbrâhim Lakay Afganistan'a geçerek bütün askerleri ile birkaç gün Kızılayak'ta kaldı. İbrâhim Lakay, Halîfe-i Kızılayak'la yalnız olarak yaptığı görüşmede kendisine bir isteğini iletti. Elinde bulunan kuvvetiyle Kâbil hükûmetini basarak iktidârı eline alacaktı. Bunun için sâdece izin ve duâ istiyordu.

Ancak Halîfe-i Kızılayak, bu isteği kabul etmedi. "Bunun için müslüman kanı dökülmesine râzı olmayız. Ayrıca bize iyilik edene kötülük etmeyiz." buyurdu. Bunun üzerine İbrâhim Lakay Belh'e doğru yürüdü. Kunduz vilâyeti civârında biraz savaştıktan sonra isteyen kumandanlarını Afganistan'da bırakarak kendisi Rusya'ya geçti.

Zâhir Şâh zamânında bir ara Halîfe-i Kızılayak'ın gözleri görmez olmuş ve tedâvî için Kâbîl'e gitmişti. Yol boyunca halk onu gruplar hâlinde karşılıyor ve bir kerecik bile olsa, müsâfeha edebilmek için can atıyordu.

Kâbil'e vardıklarında, onu bizzat Zâhir Şâh karşıladı. Zâhir Şâh Halîfe-i Kızılayak'ı gördüğü anda hemen ayağa fırlayarak ellerine sarıldı ve; "Ben sizi daha önce de görmüştüm." diyerek şunları anlattı: Daha Şah olmamıştım. Babam sağdı. Bir gün av için Dere-i Acer denilen yere gittim. Heyecanla av peşinde koşarken atımla birlikte oradaki bir kuyuya yuvarlandım. O anda; "Yetiş ya pîr." şeklinde haykırmıştım. Hemen göğsümden kavrayan bir el beni kenâra koymuştu. İşte o vakit karşımda sizi gördüm. "Korkma yavrum." diye beni sâkinleştirdikten sonra nereye gittiğinizi anlayamamıştım.

Zâhir Şâh, bundan sonra Halîfe-i Kızılayak'a daha çok hürmet gösterdi ve onu mânevî baba kabûl etti. Ayrıca özel olarak Türkiye'den getirtilen bir doktorun başarılı tedâvisi netîcesinde Halîfe-i Kızılayak'ın gözleri sağlığına kavuştu.

Afganistan'ın siyâsî istikrârı husûsunda pekçok müsbet tesirleri görülen Halîfe-i Kızılayak'ın varlığı müslümanların sulh ve selâmet içerisinde yaşaması husûsunda da büyük bir nîmetti.

Bolşevik ihtilâlinden sonra Afganistan'a geçen Türk muhâcirleri ile bâzı Peştun kabîleleri arasında münâzaralar ortaya çıkmıştı. Hattâ ufak çapta çatışmalar da görülmüştü. Bu hâdiseler devâm ederken Peştunların kabîle reisi bütün adamlarını toplayarak bu durumu görüşmek üzere Kızılayak'a hareket etti.

Bunu duyan Halîfe-i Kızılayak, kırk elli kadar kişiyi silâhlı olarak yolun iki kenarına yerleştirdi. Adamlarıyla kızgın bir şekilde gelmekte olan han, Kızılayak'a on beş km kadar yaklaştığında ürpermeye ve endişeye kapılmaya başladı. Yaklaştıkça ezilip büzüldü ve âdetâ küçüldü. Han, nihâyet dergâh kapısına geldiğinde mecalsiz bir halde edeple içeri girdi. Özürler beyân ederek bütün anlaşmazlıklara son vermek üzere huzurdan ayrıldı.

Böylece felâkete sebeb olabilecek bir mesele kendiliğinden halledilmişti. Daha sonra yakın adamları reise, kendisinde görülen değişikliği suâl ettiklerinde; "Yolun iki kenarında bir ordu bekleşiyordu." diye bahsetmiştir.

Halîfe-i Kızılayak, gerek sözleriyle, gerek ameliyle Ehl-i sünnet îtikâdı ve İslâm ahkâmına tam uymuş ve onu yaymak için uğraşmıştır. Uzun ömrünü cihâdlarla süslemiştir. Kendisine gösterilen saygılara mukâbil onda kesinlikle bir kibir ve gurur hâli görülmezdi. Her hâliyle çok mütevâzi idi.

Herkese iyi davranırdı. Kendisine kötü davrananlara karşı da yumuşak ve merhametli idi. Çocuklar dâhil herkese selâm verirdi. Kimse kendisinden önce ona selâm veremezdi. Birçok defâ daha önce selâm vermek niyetiyle huzûruna çıkanlar bunu başaramamış, hep selâm almak mecbûriyetinde kalmışlardır.

Kimseyi incitmemeye çok dikkat ederdi. "Çocukluğumda sapanla bir serçe vurmuştum. Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor." buyururdu. En küçük müstahaba bile ehemmiyetle riâyet ederdi. Hep kıble tarafına dönerek otururdu. Helâl ve temiz yemeye çok dikkat ederdi. Seyyitleri çok sever ve onlara hürmet gösterirdi. Her hareketi Resûlullah'a tam tâbi olduğunu gösteriyordu.

Şöhretin çok zararlı olduğunu söyler, Peygamber efendimizin bu konudaki "Şöhret âfettir." hadîsine istinâden; "Koşandan yürüyen, yürüyenden duran, durandan oturan, oturandan da yatan daha iyi, daha rahattır." buyururdu.

Afganistan halkını bir hicretin beklediğini ve bunda önce davrananların kurtulacağını, sona kalanların ise çok telef olacağını söylerdi. Rusya ile çok sıkı irtibât kurulacağına hattâ iki yurdun bir olacağına işâret ederdi. "İslâmı yaşamak avuç içinde köz (ateş) tutmaktan daha zor olacaktır." buyururdu.

Çocukları çok severdi. Bâzan torunlarını önüne alıp, hem sever hem de hıçkırarak ağlardı. Öyle ki göz yaşları sakalının ucundan damlardı. Sebebi sorulduğunda da; "Onların doğduklarına seviniyorum, ama görecekleri günler için ağlıyorum." buyururdu.

Dünyâ malına tamah edenlere; "Altın alma, duâ al. Duâ altından daha kıymetlidir." buyururdu. Hiç kahkaha ile gülmezdi. Kahkaha atanları gördüğünde; "Sıratı geçmeden nasıl gülebiliyorsunuz, şaşıyorum. Müslüman sıratı geçtikten sonra güler." derdi. Birisi halk arasındaki âdete dayanarak; "Gece tırnak kesmede mahzur var mıdır?" diye sorunca; "Pislik, görüldüğü anda yok edilir." buyurdu.

Halîfe-i Kızılayak câmide vâz etmezdi. Fakat ikindi namazından sonra akşam namazına kadar Sûfî Allahyar hazretlerinin Farsça manzûm olarak yazdığı bir fıkıh kitabı olan Meslekü'l-Müttakıyn'ı okur ve açıklardı. Kitap, senede iki defâ bitirilirdi. Böylece herkesin bilmesi gereken fıkıh bilgileri müsâit bir zamanda cemâata anlatılmış olurdu. Diğer vakitlerde ise sohbet dergâhta olurdu. Bu sohbet sırasında daha çok, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı okunurdu.

Ramazan aylarında dört gecelik bir hatim düzenlenirdi. Bu hatime ülkenin her tarafından binlerce insan gelirdi. Çeşitli yerlerden gelen âlimler burada buluşurlardı. Ayrı ayrı yerlerde toplanırlar, konuşup tartışırlar, sorulara cevap verirlerdi.

Hatim tertîbi şöyle olurdu: İkişer rekat kılınan terâvih namazında okunacak zamm-ı sûre için Kur'ân-ı kerîm baştan îtibâren okunmaya başlanırdı. Bu işi hâfızlardan kurulu bir ekip yapardı. Hâfızlar ve cemâat tesbihlerden sonra beş on dakika çay içip dinlenirlerdi. Böylece sahur zamânına kadar devâm eden terâvih namazında birkaç cüz okunurdu. Nihâyet dördüncü gecenin sonunda Kur'ân-ı kerîm hatmedilmiş olurdu. Hatîm, bayram havasında geçerdi.

Gelen âlimler iftar ve sahur yemeklerini hankâhın avlusundaki sofada Halîfe-i Kızılayak'la birlikte yerlerdi. Buradaki sohbet o kadar tatlı, öylesine bir kudsiyet içinde geçerdi ki, orada bulunanlar kendilerini başka bir âlemde zannederler, içlerinde ulvî bir zevk ve özlem kalırdı.

Yine mevlid kandilleri ayrı bir güzellikte ihyâ edilirdi. O gün de her yerden insanlar akın akın gelirlerdi. Herkes toplandıktan sonra Halîfe-i Kızılayak'ın odasında ve kendisinin oturduğu yerde başının üzerinde yüksekte bir yerde duvara yapışık duran özel sandukada bulunan Sakal-ı şerîf ile Şâh-ı Nakşibend hazretlerine âit hırka-i şerîf başlar üzerinde getirilirdi. Emânetler, özel olarak yapılmış ve baş hizâsında bulunan mevkiine konulurdu. Örtüler edeple ve salevât-ı şerîfe okunarak açılırdı. Sonra belli bir tertîb içerisinde nâtlar okunur, Kur'ân-ı kerîm kırâat edilir ve konuşmalar yapılırdı. En sonunda Hırka-i şerîf oraya gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlâsla öpüp koklanırdı. Daha sonra şerbet ikrâm edilir, duâ ile meclise son verilirdi. Kandile, vâli ve kâdı gibi bâzı devlet adamları da katılırdı.

Halîfe-i Kızılayak dergâhında her akşam büyük kazanlarda yemek pişirilerek halka dağıtılırdı. Fakir âileler evlerine buradan yemek götürürlerdi. Ayrıca her Perşembe gündüzleri devâmlı yemek pişer ve dağıtılırdı. Ağır muhâceret şartlarında zayıf düşen âileler için burası bir ümid kapısı idi. Ayrıca fakirler her zaman gelerek çeşitli ihtiyaçlarını buradan giderirlerdi. Bundan başka her gün pekçok misâfir ağırlanırdı. Yemek aynı ölçüde pişmesine rağmen her zaman kâfi gelirdi.

3 SENE FELÇLİ YATAR

Halîfe-i Kızılayak, hayâtının sonlarında felçli olarak üç sene hasta yattı. Sağlığında olduğu gibi, hastalık zamânında da hep şükreder ve; "Beterinden koru yâ Rabbî!" diye yalvarırdı.

Nihayet Buhârâ'daki Gögeldaş Medresesini kerâmet ile inşâ ettiği söylenen büyük velî hazret-i Îşan'ın torunlarından olan hanımı vefât edince, Halîfe-i Kızılayak; "Artık gitme zamânımız geldi." buyurdu. Hakîkaten hanımının vefâtından bir gün sonra kendisi de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vefâtına yakın, Allah ism-i şerîfini devamlı tekrarlamaya başladı. Bu sırada birkaç kez bayıldı. Her zaman gizliliği düstûr edinmiş olmasına rağmen, son anlarında kendisini görülmedik bir muhabbet ve iştiyak hâli kapladı. Dili kımıldamamasına rağmen göğüs kafesinden çıkan Allah lafz-ı şerîfi bitişik odalardan açık şekilde duyuluyordu. Nihâyet 1958 (H.1375) yılı Şâban ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu.

VEFATI

Vefât ettiği gün mevsim yaz olmasına rağmen hava simsiyah bulutlarla kapandı ve gün boyu ince bir yağmur yağdı.

Vefâtı üzerine pekçok insan Kızılayak'a geldi. Araba ve binek hayvanlarına yer bulunmaz oldu. Sokaklar, araba zincirleri ile kilitlendi. Cenâze namazı safları sokaklara taştı. Cenâze namazına katılmak için ağaçlara çıkanlar bile görüldü. Cenâze namazına Zâhir Şah vekâleten yardımcılarından birini gönderdi. Namaz, Mevlevî Abdülvüdûd'un imâmetinde edâ edildi. Kabri, Kızılayak'ta câmi bitişiğinde ve medresenin avlusundadır. Türbesine kendi isteği ile kubbe yapılmadı, üstü açık bırakıldı. Türbenin üstünde kendisinin gazâlarda yanında taşıdığı bayrak göndere dikilmiş ve üstünde beyaz bir alem dalgalanmaktadır.

Vefâtından sonra ikinci oğlu Sirâcüddîn'e Mevlânâ Seyyid Âbid tarafından icâzet verilmiş, ancak bu oğulları çok geçmeden zehirlenerek şehîd edilmiştir. Onun kabri de babasının kabri yanındadır. Daha sonra büyük mahdumları Hamid, icâzet almışsa da birkaç sene sonra o da vefât etmiştir. Son olarak Siracüddîn'in oğlu Nûreddîn'e Buhâra'da Halîfe-i Kızılayak'la berâber medresede okuyan ve yine Halîfe-i Kızılayak'ın emri ile Belh'e yerleşen Mevlânâ Berat tarafından icâzet verilmiştir.

Halîfe-i Kızılayak'ın Türkçe ve Farsça olarak bastırdığı Farz-ı Ayn adında bir risâlesi vardır. Risâle herkesin bilmesi gereken îtikât bilgileri ile bâzı zarûrî vecîbeleri ihtivâ etmektedir.

Büyük Türkmen şairi Rüstem Muhlis'in Halife Kızılayak'ın ebediyete intikali ile ilgili Türkmen dilinde yazdığı mersiyesini sizlerin dikkatinize sunuyorum. Telaffuz ve ses uyumunda çok zorluk çektiğim için yanlışlıklar olacağı gerekçesiyle şimdiden özür diliyorum.
(Hazırlayan: Osman mahdum)




Rüstem Muhlis

Gızlayak Halipa Mersiye

Gitdi dünyadan azızlar, çün hakikat babalar.
Etdiler niçe meşayıl panidan baki gözer.
Her beyi göz asırda nobat-ba nobat ser-be ser.
Ahiri nobat yetip, Pir'i cahan etti sapar.
Gelse peygami acal, yokdur yaranlar çere ger
Gitdi dünyadan dariğa, piri yek dene gövher.
Rövşenerdi alama, manandi tabana kamar.
Çın bulardan nemene amayı halk erdi daim bahri gör.
Ilmıdan mive bererdi işinde raksi basemer.
Eylesem ismişerifni zikrini Abıtnazar.
Bir mün üç yüz yetmişbeş, erdi hicretden nişan.
Çün hemelden yiğirmi, erdi şo gün gopdi figan.
Hem musibatdan bolup, cümle halayık bağri gan.
Rehnamamız boldilar diyip, çün garayer nagehan.
Şeyhi alem yaşi garrip, barçağa yetdi eser.
Mayi şaban erdi yiğirmi sekkiz, çün düşemme gün.
Bir musibat kett halk bin gövniğe daği düğün.
Eyledi mahzun dilini, ahiri dünyayi dun.
Aybi mestür eylesek, göz yaşımız misli hun.
Ayrılıpmız pirimizden çün bolup bi-balıper.
Etdiler ahbabı cenaza, her taraf adam övan.
Geldiler vavueyle tabırlan habar yetgin haman.
Abı ha barça yığılıp, bay pahiru acizan.
Eyleyip çün güfti gün, çün boldu bul kandagıl zaman.
Yaş dökigan sıtlı dilden, ağlayıp huni ciğer.
Geldiler ehli sülug, alım be şeher cem bolup.
Kaziyuv nail hökümran, Amir hem ol dem gelip.
Barçasi mahzuni dil çün, sinesi pur gam bolup.
Hassayi ehli meşayır, güni gül rengi solup.
Ayrılıp bul pirimizden, manın ağlap ruha ger.
Piri büzrük vana soyi, kabra alıp bardılar.
Niçe mün adam namaza, intizar olturdular.
Tört taraftan narayi, Allah_u ekber berdiler.
Zülzüle şoruş bilen, cümle namaza durdular.
Boldu mabaynı adam, çapmayın durmakka yer.
Barça adamlar didiler, durdular sap sap bolup kayım namaz.
Şişuru etti imam, Allah-u ekber dip ağaz.
Hey neden bir niçe yer, çıkdi tekbir sovtu bar.
Hem yetirmeklik üçin, mecmua adamga ovaz.
Yokdur imkanı adamın, sanın şu mereslemer.
Durdi kabır etrafıda, karılar ayad okup,
Şeyhi alım hem Emir, alımnı göz yaşi akıp.
Ak puratsız pirimiz diyip, hakka bakıp,
Hem musibat odiğa barça bağrıni yakıp.
Türkmen Özbek ehli islam, erdiler bağriğa ser.
Bahri amet eyyesine, hak pirimizin kabrıni.
Ya da salsak gan döker göz, ak düzülle dövrüni.
Bergen-erdi bir niçeğe irşad-i hak meşhurnuri.
Eylesin hak ba-kelam evladı pirden birini
Kayta baştan evladığa, salgay Huda evzdem nazar
Haknın emri bilen seğsen dokguz yıl tapıp hayat
Taat eylep gice gündiz adati saovmuşalap
Seğsen tokkuzlanci yılda, boldilar cümle vefat.
Erdi Şaban ayi likin, labzi Türkide barap
Eylediler Pirimiz çün mahilar ......
Birne-çayıl takdiri Allah'ıni
Etmediler naşukürlük, gövnide bir ahini
Tutdilar Eyyüp Peygamberdek sabrının rahiri
Daima oldu zaban, eylep hamd Allah'ıni
Şunça da etdiler gönülge Hak'dan diyer
Kılmayan terkine terk, zindelik vahdında emrini mıdam
Zikri Haknı eyleyip gövnünde daim çün hoşan
Çün doğayı lap halayık barı barça hazı am
Lutf edip Hak eylesin evladıden kay-ı makam
İnşaallah gögerer de tohmi şecerdir ba-semer
Gitdi alamnın şunun dek, mürşidi piri cahan.
İnşaalah boldular cennetge vasıl bi-güman.
Erdiler öz asrıda, bişek olar kutbi zaman
Garki rahmet bolgay erdi, çün şolar bargan mekan.
Kim ki akıl bolsa yetgey Pirimiz diyp diydi ter.
Tam edip mane hakikat, aripi billah-idi
Hem tarikat hem şeriat, el mıdam aga idi
Gice gündiz dilde yadi daima Allah-ı diyp
Tekge eylep bir Huda'ga hümmeti ala idi.
Gittiler eylep daimi şar yoliğa kemer,
Eylegen Tanri tala rutbasın nabdın ziyat.
Çün Halipa Gızlayak diyip, dini millet çıkdi ad
Kim ki şek gek bolsa boldi, hanasi berbadı bat
Her haziya bolsa vaha eyleler diler küşap
Atsalardi çün şu lardan keypiyet deşvatıter
Gitdi dünyadan yarnlar, vadariğ enver celam
Erdi pürre mövci bahrin, ilmi halu ilmi hal
Madeni ilmi Buhara dan tapgan kemal
Sabıri şekir-edi Tanriga çün külli hal
Erdiler bidari hap daim kılıp ahu seher
Sineyi pekinde erdi, ilmi behreynden rovan
Gövnülge hoşluk düşerdi, yüzlerin görgen heman
Ezberayi yadiger etsem eger vaslın beyan.
Bolmagay sap yüz yıl aytsam men kibi köta zaban
Haknın özi eyleyipdir, barçadan meşhur per
Dilde erdi daima güftalari zikri sema
Birniçe acil delil erdiler puştu-u pena
Haki payi didemize bolgay erdi totiya
Bolmağay hiç çere bolmaz, bolsa takdiri Huda
Bolgay erdi bir niçe gümralarga rehber
Gitdi dünyadan yaranlar, Piri büzrük enveri,
Erdiler öz ağzığa cümle mesayık serveri.
Bizne dek nadan nabiğalara erde rehberi
Eyledi bul söznülükden Muhlis'i yadavari
Çün dilim acıl .....ve pir vaspın deka serbeser
(Hazırlayan: Osman Mahdum)