26 Eylül 2009 Cumartesi

GÜNEY TÜRKİSTAN'DAN GÜNLÜK YAŞAM FOTOĞRAFLAR




















24 Eylül 2009 Perşembe


HALÎFE KIZILAYAK


Son devir Türkistan velîlerinden. İsmi Âbid Nazar olup oturduğu yerin isminden dolayı "Halîfe-i Kızılayak" diye şöhret bulmuştur.1877 (H.1294) yılında şu anda Rusya'nın Türkmenistan Cumhûriyeti içinde bulunup o zaman Buhâra Emirliğine bağlı olan Kerki şehrinin Kızılayak köyünde dünyâya geldi. İlk tahsîlini âlim bir zât olan babasının da yardımıyla burada tamamladı. Sonra, küçük yaşına rağmen, tahsîlini devâm ettirmek için Buhâra'ya gitti. Burada birçok âlimden çeşitli dallarda ders alarak, talebelikte en yüksek dereceye ulaştı.Kendi anlattığına göre Buhâra'daki tahsîlini daha çok zamânın büyük âlimlerinden Ebü'l-Fazl-ı Sîret'in yanında yapmıştır.
Buhâra'da tahsîlini tamamladıktan sonra kendisine Emir tarafından Buhâra Kâdılığı teklif edildi. Ancak, kabul etmeyip memleketine döndü. Bu teklif ısrarla devâm edince de bir müddet evini, hattâ memleketini terk etmek mecburiyetinde kaldı.Daha sonra tasavvufa yönelerek zamânın meşhûr âriflerinden olup aynı zamanda amcası olan Halîfe Hüdaynazar'dan feyz ve icâzet aldı. Hocası ona icâzet verdikten sonra, kendisine gelenlere; "Artık Âbid'e gidin. Bende olanlar, bendi kaldırılmış bir ırmak gibi oraya aktı, gitti." buyururdu. Fakat o yine de hocası vefât edinceye kadar talebe kabûl etmedi.
Tasavvufta silsilesi Hâce Muhammed Saîd Mücedidî'ye ulaşır.Bir müddet sonra hocası Hüdaynazar ile hacca gitti. O zamânın şartlarında yolculuk çok uzun ve sıkıntılı geçti.
Hüdaynazar hazretleri zâten yaşlı olduğundan hastalandı ve yürüyemez hâle geldi. Sedye ile yol alıyordu. Âbid Nazar hocasının her hizmetine canla başla sarılıyordu. Hocası da devamlı duâ ve niyazda bulunur ve; "Âbid'im inşâallah dolacak ve taşacaksın." derdi.
Nihâyet Mekke ve oradanMedîne'ye vardıklarında Hüdaynazar hazretleri vefât etti. Hocasını Cennetü'l-Bâkî'de defnettikten sonra yanındakiler ona talebe olmak isteyerek kendilerini kabûl etmesi için ricâda bulundular. Fakat o, bir türlü kendini buna lâyık görmüyordu. Çok ısrar edilince bir gece mühlet istedi. Ertesi gün müsbet veya menfî kararını açıklayacaktı.Halîfe-i Kızılayak o geceyi Peygamber efendimizin kabr-i şerîfleri yanında murâkabe ile geçirdi. Ertesi gün çok neşeli bir şekilde talebe kabûl edeceğini bildirdi ve Mescid-i Nebevî'nin mübârek mihrâbında oturarak müsâfeha ile ilk talebesini kabûl etti. Hac sonrası memleketine döndü.
Halîfe-i Kızılayak, Bolşevik İhtilâli sırasında Kalişof hâdisesinden îtibâren Ruslara karşı çok gazâ ve cihâdlarda bulundu. Buhârâ Emirliği Rusların eline geçtikten sonra da cihâdı bırakmadı. Ancak silâh ve gıdâ yetersizliğinden Afganistan'a hicret etmek mecburiyetinde kaldı.Büyük bir kalabalıkla Afganistan'a geçen Halîfe-i Kızılayak, bundan sonra devamlı cihâd hareketini destekledi.
Habîbullah Han zamânında RusyaAfgan sefîri bulunan Gulâm Nebi Han, Rusların yardımıyla Pettekeser mevkîi üzerinden Belh şehrine saldırdı. Burayı işgâl ederek ayrı bir devlet gibi davranmaya başladı. Bunun üzerine Halîfe-i Kızılayak, Ruslara karşı çok iyi savaş tecrübesine sâhib bulunan Türk mücâhidlerini bizzât kardeşi Âlim Han ile Belh'e gönderdi. Büyük mücâdeleler netîcesinde Belh işgâlden kurtuldu ve Âlim Han geçici bir süre için Belh'i idâre etti. Her şey normale döndükten sonra Belh'i hükûmete teslîm ederek geri döndü.
Halîfe Kızılayak, Afganistan'a geçtikten sonra ilk önce Andhoy kazâsının Altıbölek köyünde oturmuşsa da bâzı hâdiseler sebebiyle Cüzcân vilâyetine yakın bir yere yerleşti. Buraya eski köylerinin ismi olan Kızılayak adı verildi.Bundan sonra Kızılayak'ta bir câmi, medrese ve hânegâh inşâ edildi.Burası her taraftan gelen talebelerle dolup taşmaya başladı. Hânegâh, cemiyetin her tabakasından fakir, zengin, âlim, fâzıl, devlet adamı ve her türlü insanın uğrak yeri hâline geldi. Bu hâli gören ve daha önce Afganistan'da oturmakta olan bâzı âlimler ilk önce bu durumu yadırgadılarsa da dergâha geldikten ve Halîfe-i Kızılayak'ı gördükten sonra tam bir teslîmiyetle geri döndüler.
Kâbil'de oturan ve İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin torunlarından olup âlim bir zât olan hazret-i Şûrbâzâr da Kızılayak'a teşrif etmiş ve Halîfe-i Kızılayak'ın sohbetlerinde bulunmuştur.Halîfe Âbid Nazar, Afganistan'a geçtikten sonra, sırasıyla Afganistan Emîri olan Emânullah Han, Nâdir Şâh ve Zâhir Şâh ile gerek şahsen, gerek mektupla irtibâtlar kurmuş ve hepsinden saygı görmüştür.
İnşâ ettiği medrese ve hankâh için devlet tarafından vakıf olmak üzere arâzi tahsis edilmiş ve pekçok maddî yardımlar yapılmıştır.Mânevî yönü pek kuvvetli olmayan Emânullah Han, bir keresinde Belh'e gelerek bir toplantı düzenlemişti. Bu toplantıya Halîfe-i Kızılayak'ı da dâvet etti. Fakat toplantı öncesi oradaki devlet erkânına Halîfe-i Kızılayak içeri girdiğinde ayağa kalkmamaları husûsunda sıkı sıkıya tenbihte bulundu. Halîfe-i Kızılayak, yanında hazret-i Şurbâzâr olduğu halde Belh'e gelerek toplantı yerine gitti. Onun teşrifini gören Emânullah hemen ayağa kalkarak saygıyla karşıladı. Emânullah ayağa kalkınca diğer devlet erkânı da ayağa kalkmak mecburiyetinde kaldılar.Daha sonra bu durum kendisinden sorulduğunda Emânullah şöyle cevap vermiştir:
"Halîfe-i Kızılayak'ı gördüğüm vakit her iki yanında büyük birer arslan vardı. Korkumdan ve kendimde olmadan birden ayağa kalkıverdim."Türkistan'da Enver Paşanın ölümünden sonra onun yardımcısı durumunda olan İbrâhim Lakay Afganistan'a geçerek bütün askerleri ile birkaç gün Kızılayak'ta kaldı. İbrâhim Lakay, Halîfe-i Kızılayak'la yalnız olarak yaptığı görüşmede kendisine bir isteğini iletti.
Elinde bulunan kuvvetiyle Kâbil hükûmetini basarak iktidârı eline alacaktı. Bunun için sâdece izin ve duâ istiyordu. Ancak Halîfe-i Kızılayak, bu isteği kabul etmedi. "Bunun için müslüman kanı dökülmesine râzı olmayız. Ayrıca bize iyilik edene kötülük etmeyiz." buyurdu.
İbrâhim Lakay Belh'e doğru yürüdü. Kunduz vilâyeti civârında biraz savaştıktan sonra isteyen kumandanlarını Afganistan'da bırakarak kendisi Rusya'ya geçti.



Zâhir Şâh zamânında bir ara Halîfe-i Kızılayak'ın gözleri görmez olmuş ve tedâvî için Kâbîl'e gitmişti. Yol boyunca halk onu gruplar hâlinde karşılıyor ve bir kerecik bile olsa, müsâfeha edebilmek için can atıyordu. Kâbil'e vardıklarında, onu bizzat Zâhir Şâh karşıladı. Zâhir Şâh Halîfe-i Kızılayak'ı gördüğü anda hemen ayağa fırlayarak ellerine sarıldı ve; "Ben sizi daha önce de görmüştüm." diyerek şunları anlattı:Daha Şah olmamıştım. Babam sağdı. Bir gün av için Dere-i Acer denilen yere gittim. Heyecanla av peşinde koşarken atımla birlikte oradaki bir kuyuya yuvarlandım. O anda; "Yetiş ya pîr." şeklinde haykırmıştım.
Hemen göğsümden kavrayan bir el beni kenâra koymuştu. İşte o vakit karşımda sizi gördüm. "Korkma yavrum." diye beni sâkinleştirdikten sonra nereye gittiğinizi anlayamamıştım.Zâhir Şâh, bundan sonra Halîfe-i Kızılayak'a daha çok hürmet gösterdi ve onu mânevî baba kabûl etti. Ayrıca özel olarak Türkiye'den getirtilen bir doktorun başarılı tedâvisi netîcesinde Halîfe-i Kızılayak'ın gözleri sağlığına kavuştu.
Afganistan'ın siyâsî istikrârı husûsunda pekçok müsbet tesirleri görülen Halîfe-i Kızılayak'ın varlığı müslümanların sulh ve selâmet içerisinde yaşaması husûsunda da büyük bir nîmetti.Bolşevik ihtilâlinden sonra Afganistan'a geçen Türk muhâcirleri ile bâzı Peştun kabîleleri arasında münâzaralar ortaya çıkmıştı. Hattâ ufak çapta çatışmalar da görülmüştü. Bu hâdiseler devâm ederken Peştunların kabîle reisi bütün adamlarını toplayarak bu durumu görüşmek üzere Kızılayak'a hareket etti.Bunu duyan Halîfe-i Kızılayak, kırk elli kadar kişiyi silâhlı olarak yolun iki kenarına yerleştirdi. Adamlarıyla kızgın bir şekilde gelmekte olan han, Kızılayak'a on beş km kadar yaklaştığında ürpermeye ve endişeye kapılmaya başladı. Yaklaştıkça ezilip büzüldü ve âdetâ küçüldü.
Han, nihâyet dergâh kapısına geldiğinde mecalsiz bir halde edeple içeri girdi. Özürler beyân ederek bütün anlaşmazlıklara son vermek üzere huzurdan ayrıldı.Böylece felâkete sebeb olabilecek bir mesele kendiliğinden halledilmişti. Daha sonra yakın adamları reise, kendisinde görülen değişikliği suâl ettiklerinde; "Yolun iki kenarında bir ordu bekleşiyordu." diye bahsetmiştir.
Halîfe-i Kızılayak, gerek sözleriyle, gerek ameliyle Ehl-i sünnet îtikâdı ve İslâm ahkâmına tam uymuş ve onu yaymak için uğraşmıştır. Uzun ömrünü cihâdlarla süslemiştir. Kendisine gösterilen saygılara mukâbil onda kesinlikle bir kibir ve gurur hâli görülmezdi. Her hâliyle çok mütevâzi idi. Herkese iyi davranırdı. Kendisine kötü davrananlara karşı da yumuşak ve merhametli idi. Çocuklar dâhil herkese selâm verirdi.Kimse kendisinden önce ona selâm veremezdi. Birçok defâ daha önce selâm vermek niyetiyle huzûruna çıkanlar bunu başaramamış, hep selâm almak mecbûriyetinde kalmışlardır.Kimseyi incitmemeye çok dikkat ederdi. "Çocukluğumda sapanla bir serçe vurmuştum. Bunu her hatırlayışımda korkudan kalbim titriyor." buyururdu.En küçük müstahaba bile ehemmiyetle riâyet ederdi. Hep kıble tarafına dönerek otururdu. Helâl ve temiz yemeye çok dikkat ederdi. Seyyitleri çok sever ve onlara hürmet gösterirdi. Her hareketi Resûlullah'a tam tâbi olduğunu gösteriyordu. Şöhretin çok zararlı olduğunu söyler, Peygamber efendimizin bu konudaki "Şöhret âfettir." hadîsine istinâden;
"Koşandan yürüyen, yürüyenden duran, durandan oturan, oturandan da yatan daha iyi, daha rahattır." buyururdu.Afganistan halkını bir hicretin beklediğini ve bunda önce davrananların kurtulacağını, sona kalanların ise çok telef olacağını söylerdi.
Rusya ile çok sıkı irtibât kurulacağına hattâ iki yurdun bir olacağına işâret ederdi. "İslâmı yaşamak avuç içinde köz (ateş) tutmaktan daha zor olacaktır." buyururdu.Çocukları çok severdi. Bâzan torunlarını önüne alıp, hem sever hem de hıçkırarak ağlardı. Öyle ki göz yaşları sakalının ucundan damlardı. Sebebi sorulduğunda da; "Onların doğduklarına seviniyorum, ama görecekleri günler için ağlıyorum." buyururdu.
Dünyâ malına tamah edenlere; "Altın alma, duâ al. Duâ altından daha kıymetlidir." buyururdu.Hiç kahkaha ile gülmezdi. Kahkaha atanları gördüğünde; "Sıratı geçmeden nasıl gülebiliyorsunuz, şaşıyorum. Müslüman sıratı geçtikten sonra güler." derdi. Birisi halk arasındaki âdete dayanarak; "Gece tırnak kesmede mahzur var mıdır?" diye sorunca; "Pislik, görüldüğü anda yok edilir." buyurdu.Halîfe-i Kızılayak câmide vâz etmezdi. Fakat ikindi namazından sonra akşam namazına kadar Sûfî Allahyar hazretlerinin Farsça manzûm olarak yazdığı bir fıkıh kitabı olan Meslekü'l-Müttakıyn'ı okur ve açıklardı. Kitap, senede iki defâ bitirilirdi. Böylece herkesin bilmesi gereken fıkıh bilgileri müsâit bir zamanda cemâata anlatılmış olurdu. Diğer vakitlerde ise sohbet dergâhta olurdu. Bu sohbet sırasında daha çok, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât'ı okunurdu. Ramazan aylarında dört gecelik bir hatim düzenlenirdi. Bu hatime ülkenin her tarafından binlerce insan gelirdi. Çeşitli yerlerden gelen âlimler burada buluşurlardı. Ayrı ayrı yerlerde toplanırlar, konuşup tartışırlar, sorulara cevap verirlerdi. Hatim tertîbi şöyle olurdu:
İkişer rekat kılınan terâvih namazında okunacak zamm-ı sûre için Kur'ân-ı kerîm baştan îtibâren okunmaya başlanırdı. Bu işi hâfızlardan kurulu bir ekip yapardı. Hâfızlar ve cemâat tesbihlerden sonra beş on dakika çay içip dinlenirlerdi. Böylece sahur zamânına kadar devâm eden terâvih namazında birkaç cüz okunurdu. Nihâyet dördüncü gecenin sonunda Kur'ân-ı kerîm hatmedilmiş olurdu.Hatîm, bayram havasında geçerdi. Gelen âlimler iftar ve sahur yemeklerini hankâhın avlusundaki sofada Halîfe-i Kızılayak'la birlikte yerlerdi. Buradaki sohbet o kadar tatlı, öylesine bir kudsiyet içinde geçerdi ki, orada bulunanlar kendilerini başka bir âlemde zannederler, içlerinde ulvî bir zevk ve özlem kalırdı.Yine mevlid kandilleri ayrı bir güzellikte ihyâ edilirdi. O gün de her yerden insanlar akın akın gelirlerdi. Herkes toplandıktan sonra Halîfe-i Kızılayak'ın odasında ve kendisinin oturduğu yerde başının üzerinde yüksekte bir yerde duvara yapışık duran özel sandukada bulunan Sakal-ı şerîf ile Şâh-ı Nakşibend hazretlerine âit hırka-i şerîf başlar üzerinde getirilirdi.Emânetler, özel olarak yapılmış ve baş hizâsında bulunan mevkiine konulurdu.
Örtüler edeple ve salevât-ı şerîfe okunarak açılırdı. Sonra belli bir tertîb içerisinde nâtlar okunur, Kur'ân-ı kerîm kırâat edilir ve konuşmalar yapılırdı. En sonunda Hırka-i şerîf oraya gelenlerin arasında dolaştırılır, edep ve ihlâsla öpüp koklanırdı. Daha sonra şerbet ikrâm edilir, duâ ile meclise son verilirdi. Kandile, vâli ve kâdı gibi bâzı devlet adamları da katılırdı.Halîfe-i Kızılayak dergâhında her akşam büyük kazanlarda yemek pişirilerek halka dağıtılırdı. Fakir âileler evlerine buradan yemek götürürlerdi.Ayrıca her Perşembe gündüzleri devâmlı yemek pişer ve dağıtılırdı. Ağır muhâceret şartlarında zayıf düşen âileler için burası bir ümid kapısı idi. Ayrıca fakirler her zaman gelerek çeşitli ihtiyaçlarını buradan giderirlerdi. Bundan başka her gün pekçok misâfir ağırlanırdı. Yemek aynı ölçüde pişmesine rağmen her zaman kâfi gelirdi.Halîfe-i Kızılayak, hayâtının sonlarında felçli olarak üç sene hasta yattı. Sağlığında olduğu gibi, hastalık zamânında da hep şükreder ve; "Beterinden koru yâ Rabbî!" diye yalvarırdı.
Nihayet Buhârâ'daki Gögeldaş Medresesini kerâmet ile inşâ ettiği söylenen büyük velî hazret-i Îşan'ın torunlarından olan hanımı vefât edince, Halîfe-i Kızılayak; "Artık gitme zamânımız geldi." buyurdu. Hakîkaten hanımının vefâtından bir gün sonra kendisi de Hakk'ın rahmetine kavuştu. Vefâtına yakın, Allah ism-i şerîfini devamlı tekrarlamaya başladı. Bu sırada birkaç kez bayıldı. Her zaman gizliliği düstûr edinmiş olmasına rağmen, son anlarında kendisini görülmedik bir muhabbet ve iştiyak hâli kapladı. Dili kımıldamamasına rağmen göğüs kafesinden çıkan Allah lafz-ı şerîfi bitişik odalardan açık şekilde duyuluyordu. Nihâyet 1955 (H.1375) yılı Şâban ayında Hakk'ın rahmetine kavuştu.Vefât ettiği gün mevsim yaz olmasına rağmen hava simsiyah bulutlarla kapandı ve gün boyu ince bir yağmur yağdı.Vefâtı üzerine pekçok insan Kızılayak'a geldi. Araba ve binek hayvanlarına yer bulunmaz oldu. Sokaklar, araba zincirleri ile kilitlendi. Cenâze namazı safları sokaklara taştı. Cenâze namazına katılmak için ağaçlara çıkanlar bile görüldü.Cenâze namazına Zâhir Şah vekâleten yardımcılarından birini gönderdi. Namaz, Mevlevî Abdülvüdûd'un imâmetinde edâ edildi. Kabri, Kızılayak'ta câmi bitişiğinde ve medresenin avlusundadır.
Türbesine kendi isteği ile kubbe yapılmadı, üstü açık bırakıldı. Türbenin üstünde kendisinin gazâlarda yanında taşıdığı bayrak göndere dikilmiş ve üstünde beyaz bir alem dalgalanmaktadır.Vefâtından sonra ikinci oğlu Sirâcüddîn'e Mevlânâ Seyyid Âbid tarafından icâzet verilmiş, ancak bu oğulları çok geçmeden zehirlenerek şehîd edilmiştir. Onun kabri de babasının kabri yanındadır. Daha sonra büyük mahdumları Hamid, icâzet almışsa da birkaç sene sonra o da vefât etmiştir.Son olarak Siracüddîn'in oğlu Nûreddîn'e Buhâra'da Halîfe-i Kızılayak'la berâber medresede okuyan ve yine Halîfe-i Kızılayak'ın emri ile Belh'e yerleşen Mevlânâ Berat tarafından icâzet verilmiştir.
Bundan sonra medrese yine eski güzelliğine kavuşmaya ve âlimlerin uğrak yeri olmaya başlamıştı. Ayrıca bu zamanda câmi ve medrese Cüzcân vâlisi Dr. Muhammed Sıddîk ve sonraki vâli M.Kerîm Furûten'in katkılarıyla yeniden tesis edilmiştir. Yine eskisi gibi hatim ve merâsimler tertiblenmeye başlanmıştı.Fakat, Dâvûd ihtilâli ile bunlara son verildi. Nihâyet 1978'de Afganistan, komünist ihtilâlle çalkalandı. Bir sene sonra Halîfe Nûreddîn de komünist yöneticiler tarafından şehîd edildi.Halîfe-i Kızılayak'ın Türkçe ve Farsça olarak bastırdığı Farz-ı Ayn adında bir risâlesi vardır. Risâle herkesin bilmesi gereken îtikât bilgileri ile bâzı zarûrî vecîbeleri ihtivâ etmektedir.Halîfe-i Kızılayak hazretlerinin sağlığında da, vefâtından sonra da pekçok kerâmetleri görülmüş olup bunlardan birkaçı şu şekildedir:
Halîfe-i Kızılayak doğduğu vakit etrâfa güzel bir koku yayılmıştı. Bunu ilk farkeden komşuları; "Yeni çocuk doğmuş evden bez kokusu gelmesi gerekirken, nedense çiçek kokusu geliyor." diye söylenirlerdi.Afganistan'a hicret etmelerinden önce bu hususta işâret sayılabilecek bir kerâmet zâhir olmuştu. Halîfe-i Kızılayak'ın hücresinin yanında bulunan yeşil bir ağacın, gövdesindeki bir gözden on-on beş dakika gibi kısa aralıklarla su akmıştı.Çok tatlı olan bu sudan her akışında bir ibrik doldurulabiliyordu. Bunu görenler ağaca "ağlayan dut" demişlerdi.Talebelerinden biri içilmesi uygun olmayan maraşotuna (nas) müptelâ olmuştu. Bu talebe bir gün memleketinden Kızılayak'a geldi. Dergâha gelirken de "nas" bulunan kutusunu kimsenin göremeyeceği bir yere gizlice gömdü. Evine döneceği vakit diğer talebelerle birlikte kendisini yolcu eden Halîfe-i Kızılayak bu şahsa dönerek; "Bıraktığınız yoldaşınızı unutmayın." diyerek tembihledi. Hocasının bu sözünden çok utanan talebe, tövbe etti ve bir daha o ottan içmedi.Bir gün dergâhın avlusunda bulunan kuyu temizlenmekteydi. Fakat kuyuya giren şahıs dibe vardığında kuyu çatırdayarak, orta yerinden taşlar harekete başladı. Yukarıdakiler, Halîfe-i Kızılayak'ın rûhâniyetini hatırlayarak kuyuya inen şahsa; "Ne yaptıysan tövbe et." diye bağırdılar.Onun tövbe etmesinden sonra kuyunun taşları geriledi ve çatırdama durdu. Sonra onun boy abdesti almadan kuyuya girdiği anlaşıldı. Kuyunun ortası, hâlâ hafifçe içeri girmiş vaziyettedir.Seyyid bir zât şöyle anlattı: "Bir gün Halîfe-i Kızılayak'ın türbesinde oturuyordum. Bir ara türbe şiddetli bir şekilde sallandı. Kabir sanki birden açılıp kapandı. Bu hâdiseden çok müteessir olmuştum. Gücüm kuvvetim kesilmiş olarak bir müddet oturduktan sonra dışarı çıktım. Hep bu hâdiseyi düşünüyordum. Fakat bu hâlim uzun sürmedi. Çünkü Halîfe-i Kızılayak'ın Belh tarafına seyâhate çıkan oğlu Sirâcüddîn o gün zehir verilerek şehîd edilmiş ve o günün akşamı nâşı Kızılayak'a getirilmişti."Hırsızın biri Halîfe-i Kızılayak'ın çarşıdaki dükkanına girmişti. Eşyâları topladıktan sonra tam pencereden dışarı çıkmaya çalışırken, pencere birden daralmaya başladı ve hırsız sıkışıp kaldı. Çok uğraşmasına rağmen bir türlü kurtulamadı. Nihâyet Halîfe-i Kızılayak'ın ismini anarak yalvardı. O anda pencere genişledi ve açıldı. Hırsız malları bırakarak çıktı ve hemen o sabah huzûra geldi ve yaptığını îtirâf ederek pişmanlığını bildirdi, şeyhin talebelerinden oldu.
1978 yılında komünistler Afganistan'da ihtilâl yapmış, buna karşı cihâdın alevlenmesi netîcesinde Rusları çağırmışlardı. Fakat çatışmalar hızlanarak devâm etmişti. İşte bu savaşlar sırasında Kızılayak'ın bâzı yerleri komünist devlet askerleri tarafından bombalanmıştı.
Bir keresinde iki zırhlı helikopter Halîfe-i Kızılayak'ın hücre ve hânegâhının avlusuna birkaç roket fırlattıktan sonra câmi bitişiğinde ve medresenin içinde bulunan havuza bir bomba attılar. Bu bombadan câmi bir hayli hasar gördü.Helikopterler bundan sonra da câminin diğer tarafındaki Halîfe-i Kızılayak'ın türbesine yöneldiler. Fakat türbeye tam yaklaştıkları an helikopterlerin biri bir anda alevler içinde kaldı ve köyün hemen dışına kadar gittikten sonra yere çakıldı. Helikopterin içindekiler zor kurtarıldılar. Halbuki orada ne uçaksavar ne de mücâhid birlikleri vardı. Bu konuda Kızılayak'ta yaşayan kızlar şöyle bir mani söylerler:

Onsekkiz teyyara Kızlayak'ı vurdu,
Abıtnazar Babam tirseğine galdi
Götünden göterip engere vurdu.
Orusların küren küren gaçışi,
Teyyaranın od alıbam kaçışı

Onsekiz uçak Kızlayak'ı vurdu.
Abıtnazar Babam dirseğine kalktı.
Kıçından tutarak ekine çaktı.
Rusların toplu toplu kaçışı.
Uçağın alev alarak düşüşü.

Yine o zamanla birkaç asker hânegâha gelerek hücrede bulunan bâzı kıymetli kitapları almışlar ve yerine komünizm muhtevâlı kitaplar bırakıp gitmişlerdi. Ayrıca daha önce Ruslara karşı kullanılan ve orada durmakta olan birkaç eski silâhı da götürmüşlerdi. Bu olayın üzerinden çok zaman geçmemişti ki, hânegâha girenler bir bir delirdiler. Durmadan kendi ellerini ayaklarını dişliyorlardı. Hiç bir şekilde de tedâvî edilemediler. Nihâyet durumu anlayan bâzıları tarafından bu kişiler Halîfe-i Kızılayak'ın dergâhına getirildiler. Götürülen silâhlar yerlerine bırakıldı. Böylece tövbe ettikten sonra deliler iyileşebildi.
Diğer taraftan komünistler helikopterlerin uçaksavarla vurulduğunu iddiâ etmelerine rağmen, pilotlar bunu reddetmiş ve şöyle anlatmışlardır:
"Tam türbeyi vurmak üzereydik. Türbe kapısından uzun boylu nohudî elbiseli sarıklı biri çıktı. Avucunun içi ateş doluydu. Elindeki ateşi bize doğru fırlattı. Helikoptere gelen ateş bir anda her tarafımızı kaplayıverdi."



BU YOLDA EDEB GEREK

Bir gün zengin biri, kendisiyle ilgili bir anlaşmazlıktan dolayı, diğer şahıslarla birlikte Halîfe-i Kızılayak'ın huzûruna çıktı. Fakat o, huzurda da edepsiz hareketlerde bulunarak taşkınlık yapmaya devâm etti.
Çıkacakları sıra yanındakiler böyle gitmemesini ve Halîfe-i Kızılayak'ın duâsını alarak çıkmasını kendisine söyledilerse de, gururundan bunu kabûl etmedi ve öylece çıkmak üzere ayağa kalktı. Halîfe-i Kızılayak tam o sırada başını kaldırarak ona bir nazar etti. O andan îtibâren zengin kişinin hâli kötüleşmeye başladı. Evine gittiğinde yakınları doktor getirmek istedilerse de artık buna gerek olmadığını söyleyerek; "Dergâhın kapısından çıkarken Halîfe-i Kızılayak'ın bana baktığı anda içimden bir şeylerin geçtiğini hissettim. Artık son hazırlıkları yapın." dedi. Hakîkaten çok geçmeden vefât etti.

KUSURUNU AFFET

Bir gün Halîfe-i Kızılayak, birkaç talebesiyle birlikte bir mezarlığın yanından geçiyordu. Bir ara yeni gömülmüş bir mezarın başında durdu. Sonra mezarın kime âit olduğunu sorup öğrendi ve mezar sâhibinin evine gitmek istediğini söyledi. Mezar bir gün önce gömülmüş bir gence âitti.
Hep birlikte gencin evine gittiler. Gencin babası çıkıp onları karşıladı. Halîfe-i Kızılayak ondan, ölen oğlunun yerine kendisini evlat kabûl etmesini istedi.
Herkes bu istek karşısında şaşırmış durumdaydı. Halîfe-i Kızılayak; "Eğer istediğimi kabûl ettiysen beni istediğin gibi azarla, hattâ döv. Fakat dün ölen oğlunun kusurunu affet. Çünkü onun azaptan kurtulması buna bağlıdır." dedi.
Bunu duyan baba oğlunu affetti ve gönlü hoş bir şekilde onları uğurladı.

22 Eylül 2009 Salı




-FARKLI BİR LİDER
TÜRKMENBAŞI KİTABI


Görsel ve yazılı basın modern dönemde toplumların demokratikleşmesinde önemli işlevleri yerine getirmektedir. Basının şeffaflığı sayesinde bireylerin doğru haberlere ulaşma hakkı sağlanmış olmakta ve basının elinde bulunan kamuoyu baskısı oluşturma gücü, zaman zaman iktidar tarafından basının manipüle edilmesine yol açmakta. İstenileni doğru ve istenilmeyeni yanlış gösterme, günümüz Türkiye basınının da en ciddi açmazlarından birisidir.

Elinizdeki kitapta da gerek Türkiye gerekse Dünya basınında günlerce yer alan Türkmenbaşı´nın eylemlerinin nasıl çarpıtıldığına tanık olacaksınız. "Türkmenbaşı renkli bir kişiliğiyle özellikle yabancı basın organlarını çok meşgul eden birisiydi. Yapmış olduğu icraatlar, yapmış olduğu devrimler ve inkılâpları yadırgayan yabancı basın mensupları, daima kendilerine göre yorum yaparak yanlı haber yapmaya çalıştılar?. Türkmenbaşı buz pistinin temelini atarken Türkmen dilinde ´´Buz Sarayı´´ yani buz pistini kast etmişti.

Oysa bazı gazeteciler, Türkmenbaşı 60 derece sıcaklığın altında buzdan saray yaptırıyor diyerek spekülatif haberciliklerini konuşturdular. Disneyland haberinde de Türkmenbaşı aynı Disneyland gibi büyük bir park kurulmasını, parka Türkmen masal kahramanlarının heykellerini yaptırmasını istemişti." Elinizdeki kitapta Osman Mahdum, Türkmenbaşı´nın gerçek kimliği ile sizi buluşmaya çağırıyor.


-AFGANİSTAN'DA HAYVANCILIK VE KARAKUL
KOYUNLARI YOK OLMA NOKTASINDA
1978 yılında Sovyetler Birliği destekli bazı grupların Afgan hükümetine karşı başlattığı savaşın ardından yaklaşık 30 yıldan fazla süredir kan ve barut kokusunun hakim olduğu ülkenin gelir kaynakları tek tek yok olmaya başladı.Karakul cinsi koyunların üretimindeki düşüş nedeniyle ülkedeki yün ve deri ticareti durma noktasına gelirken dünyaca ünlü Afgan halı ve postları da yok olma tehdidiyle karşı karşıya kaldı.



Koyun sayısının 30 yıl önce 4 milyondan fazla olduğu, bugün bu sayının 250 bine kadar düştüğü belirtiliyor. Afganistan'daki deri krizi nedeniyle başta devlet başkanı Hamid Karzai'nin kullandığı şapkaların üretiminde düşüş yaşanırken krizin Avrupa'daki kürk üreticileri de etkilediği kaydediliyor. Deri üretimindeki düşüş nedeniyle kuzu derisinin 75 doların üzerine çıktığını belirten yetkililer, bir şapkanın bir kuzu derisinden, bir kürkün ise 20 kuzu derisinden üretildiğini bildiriyor.
Astraganların Avrupa ülkelerindeki satış fiyatlarının deri üretimindeki düşüş nedeniyle arttığı, Karakul cinsi koyunlarının yünlerinden elde edilen ipliklerle dokunan ünlü Afgan halılarının metrekare fiyatının da 150 dolara yükseldiği kaydediliyor.





-KARAKUL KOYUNUNU TÜRKİYE'YE
İLK OLARAK ATATÜRK GETİRTTİ-

Rusya, Türkmenistan, Özbekistan, Afganistan, Pakistan ve İran'da da yetiştirilen karakul koyunları, Türkiye'ye ilk olarak 1929 yılında Atatürk'ün talimatıyla Sovyetler Birliği'nden getirildi.
İsmini Özbekistan'daki ''Karakul'' bölgesinden alan koyunlar, bazı bölgelerde karagül olarak da biliniyor. Karakul ırkı, Türkiye'de koruma altındaki ırklar arasında bulunuyor.
AA

-ÇADIR SINIFTAN MODERN SINIFA

Afganistan'ın Şıvırgan kentinin Kızılayak kasabasında Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığınca (TİKA) yaptırılan Kızılayak Lisesi törenle açıldı.Törende konuşan, Afganistan Devlet Başkanı Hamid Karzai'nin Danışmanı ve Şıvırgan Valisi Muhammet Haşim Zari, dost ve kardeş ülke Türkiye'ye, Afganistan'daki bu ve benzeri girişimleri için minnet duyduğunu, bu okullarda binlerce bilim adamının yetişeceğini söyledi.



Afganistan'da özellikle eğitime önem vermek zorunda olduklarını belirten Zari, ülkenin birçok yerinin harap durumda olduğunu ifade ederek, "Bizim ülkemiz için ilk yapacağımız, okul, yol ve su sorunlarımızı halletmek. Bu konuda dost ve kardeş ülke Türkiye'nin çok büyük katkısını görüyoruz. Eğitim ile cahilliğe karşı galip gelirsek, geleceğimiz de daima parlak olacaktır. Sıkıntımız oldukça çok. 30 yıldır ülkemizde istikrar sağlanmış değil, bunun temeli cahilliğe dayanıyor. Savaş devam ediyor, ölenlerin hepsi bizim evlatlarımız. Halk artık huzur ve istikrar istiyor'' dedi.




-TÜRKİYE'NİN MEZAR-I ŞERİF BAŞKONSOLOSU ARMAN-

Türkiye'nin Mezar-ı Şerif Başkonsolosu Özgür Arman da Şıvırgan'da Türkiye Cumhuriyeti tarafından yaptırılan lisenin açılışını gerçekleştirmekten mutluluk duyduğunu belirterek, Türkiye olarak Afganistan'ın yeniden imarı ve gelişmesi için mümkün olduğunca her türlü destek ve katkıyı sağlamaya devam edeceklerini söyledi.



Afganistan genelinde 30'a yakın okulun yapılıp teslim edildiğini ifade eden Arman, Afganistan'da iki konu üzerinde çok hassas şekilde durduklarını, bunlardan birinin eğitim, diğerinin sağlık olduğunu vurguladı.Kabil'de, Vardak'ta birçok projenin hayata geçirildiğine işaret eden Arman, maliyeti 170 bin dolar olan ve TİKA tarafından yaptırılan Kızılayak Lisesinin Afgan halkına hayırlı uğurlu olmasını diledi.''Eğitim demek insana yapılan yatırım demektir'' diye konuşan Arman, TİKA'nın öncülüğünde Afganistan'da gerçekleştirilecek projelerinin devam edeceğini sözlerine ekledi.


-AFGANİSTAN TÜRKLERİ'NİN LİDERİ MAHDUM-

Afganistan Türkmenlerinin lideri Abdulkerim Mahdum da Türkiye ile Afganistan arasındaki ilişkilerin çok eski tarihlere dayandığını,Türkiye'nin her konuda kendilerini himaye ettiğini söyledi.Ülkesinde cehalet konusunda büyük sıkıntı yaşadıklarına işaret eden Mahdum, Türkiye'nin böyle bir durumda el uzatmasından ve Kızılayak kasabasında TİKA tarafından bir lisenin yaptırılarak teslim edilmesinden çok memnun olduklarını kaydetti.Cevizcan Milletvekili Bazmuhammet Cevizcani ise Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ile Afgan Kralı Amanullah Han arasında başlayan dostlık ve işbirliğinin ebedi olmasını temenni etti.Cevizcani, ''Kızılayak kasabası mertlikle, cihatla, vatan sevgisiyle anılmaktadır. Kızılayak denince şehit Abdulmenna Mahdum, Aşur Pehlivan ve Resul Pehlivan akla gelir, onları da bu vesileyle minnetle anıyorum'' dedi.



Açılış programın kordinesini Dr. Mehmet Sadık Mahdum'un yaptığı törende okulun öğrencisi olan Nesime Muhammedi de öğrenciler adına konuşma yaptı. Muhammedi, Türkiye Cumhuriyeti'ne teşekkür ederek şunları söyledi:
''Okuduğum okulda, kış günlerinde, çadır altında okumak zorunda kaldık. Yine biz tüm bu zorluklara rağmen okulumuzu terk etmedik. Arkadaşlarımdan rica ediyorum, okulumuzun değerini çok iyi bilelim, onu çok iyi koruyalım. Ümit ediyorum ki bu okuldan nice öğretmenler, doktorlar, mühendisler ve mimarlar çıkacar. Türkiye bizi bundan 70-80 yıl önce de himaye etti. Buradan götürdüğü öğrencileri yetiştirerek doktor, asker ve mühendis olarak bu topraklara gönderdi. Bu konuda Türkiye'ye minnet olacağız.''Konuşmaların ardından Şıvırgan Valisi Zari, Mezar-ı Şerif Başkonsolosu Arman ve TİKA Mezar-ı Şerif Koordinatörü Yusuf Akça'ya, okulun açılışına katkılardan dolayı teşekkür belgesi verdi.Açılışa Türkmenistan'ın Mezar-ı Şerif Başkonsolosu Bazarbay Kabayev de katıldı.170 bin dolara mal olan okulun 8 sınıfında 700 öğrenci eğitim görecek. Kızılayak Lisesinde 7'si kadın olmak üzere 19 öğretmen görev yapıyor.