MUHAMMET’İN KAYIĞI
Muhammet bir kayığa biner babası ve annesi var kardeşleri
vardı. Dümenin başında Muhammet oturur
ve aynı zamanda kayığın küreklerini de o çekiyordu. Güya anne baba yaşlı,
kardeşleri de küçüktü. İş bilmezler ne yaparsa Muhammet becerir o götürürdü
eksik veya tam.
Kimse Muhammet’e “sen yoruluyor musun, aç mısın, susuz
musun” sormuyordu. Herkes halinden memnundu.
Canı sıkılan eskimiş kayığın emektar, çürümeye yüz tutmuş ahşabını tırnakları
ile kazıyordu. Sıkı tutunmak için de
aynı şekilde tırnaklarını saplıyor, kızdıkları zaman da tırnakları ile
kazıyordular.
Dıştan bakıldığı zaman kayık değil mübarek sanki saltanat kayığı.
İçine girdiğin zaman ise kayığın su almaya başladığı, zar zor kullanılabildiği
görülebiliyordu.
Kürekleri çeken yine Muhammet’ten başkası değildi.
Muhammet’in halini soran olmaz, aç mısın, susuz musun, halsiz misin, yorgun
musun kimse sormuyordu. Muhammet’in terini gören yok, derdini paylaşan yoktu.
Bir nebze ağzına su dahi veren yoktu. Kayıkta bulunanların hepsi halinden
memnun. Muhammet ara sıra “Yahu ellerim sızlıyor, yoruluyorum” dahi
diyemiyordu.
Durumunu kiminle paylaşmak istese “Söylenmek ne çare, anne baba hakkı isyan olmazdı. Hayırduadan mahrum
kalırsın. Büyük hata işlersin.” deniliyordu.
Ancak Muhammet’in gücü bu kadardı, tekneyi zar zor hareket
ettirebiliyordu. Kimin umurunda. Herkes pozisyonundan memnun. Kimse kimseyi
oturduğu yerden rahatsız etmesin yeter.
Nihayet uçsuz bucaksız dalgalı fırtınalı deniz aşıldıktan sonra kara
görüldü. Görüldü görülmesine de, Muhammet’in babası suda çırpınan bir ihtiyar
fareyi tekneye almasın mı? Fare kayıkta dolaştıkça emektar ahşabında dışarıya
verdiği cezbedici çürük kokusuna kapılıp her yerinden kemirmeye başladı deminki ihtiyar fare.
Bu ihtiyar ve aciz görünen farenin kemirmesi ile kayık yavaş
yavaştan su almaya başladı. Küçük amma görünmez deliklerden gün geçtikçe su
alıyor kayığa zarar vermeye başladı. Kayığın su aldığını gören Muhammet’in
kardeşleri fareyi babaları aldığı için hiç biri ses çıkaramıyorlardı.
Hatta kızdıkça tırnakları ile emektar kayığın ahşabını
kazımaya başladılar. Bu duruma kimsecikler ses çıkaramıyordu. Nihayet kara göründü, liman yaklaştı yaklaşmasına ama kayık da
bayağı su almaya başladı. Kayığın içi farenin açtığı delikler ile ilerledikçe su
alıyor batmak üzereydi.
Bu durumu kürekleri elinde olan bir tek Muhammet görebiliyordu.
Başkasının umurunda bile değildi. İster batsın ister yürüsün umurunda bile
değildi. Kardeşlerin tek bildikleri zar
zor olsa da kayık ilerliyor başka ihsan istemez modundaydılar.
Nihayet zar zor çürük kayık limana ulaştırıldı. Muhammet ve
kardeşleri ve ana babası karaya çıktı çıkmasına ancak, herkes kayboldu.
Biri midem bulandı, biri aç kaldım, bir diğeri ayaklarım
tutuldu ve bir diğeri karaya ulaştık yürümem lazım. Herkes bir bahane buldu da
kimsecikler kalmadı.
Muhammet tek başına kaldı mı ortada? Etrafına bakınıyor
kimsecikler yok. Ayakları sızlıyor, bilekleri yorgunluktan tutulmuş. Başı
ağrıyor, halsiz bezgin bir şekilde yalnız başına çırpınıyor. Muhammet ortada
tek başına kaldı mı?
Muhammet bu durumuna bir anlam veremedi. Sessizce yürüdü zar
zor ulaştırdığı limanın kıyısında. İsyan edemiyordu, hayıflanamıyordu. Sessiz sedasız yürüyordu Muhammet. İçinde bir
fırtına kopuyordu ancak kayığın altı delik olsa dahi karaya ulaştırmanın vermiş
olduğu huzur ve rahatlık onu teselli ediyordu.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Muhammet uzak bir yerden kalabalık insanların sesini duydu. Haykırıyorlardı, kayığı ben çıkardım, bu kayığın
küreklerini çekmek için otuz yıl pencereden bakarak bekledim. Nihayet kayığı bu
kareye getiren benim, kahraman benim. Benim, benim, benim sesleri çoğalmaya başladı.
O kadar çoğaldılar ki mangalda kül bırakmayan kahraman görsün gözün.
Muhammet içinde
kopan fırtınayla bir anlık haykırmak istedi. Kendisini her ne kadar tutmak
istese de bir isyan sesi çıkarmaya kalktı. Sen misin haykıran, Muhammet’in kardeşleri ağzını burnunu
kırdılar.
Ana babayı limana çıkaran benim, benim, benim, sedaları
görsün o kadar çoğaldı ki haddi hesabı yok. Hayır, duaların en makbulünü kapmış kahramanlar görsün gözün.
Muhammet artık kayık, liman, gemi ve kürek düşünmekten bile
korkmaya başladı. Hatta hayalini
kurmaktan bile korkar oldu.
Tek tesellim “Sen bil Allah’ım, bana bu yeter.” diyordu
Muhammet. Kabuğuma çekildim, kendi kabuklarım arasında ayrı bir dünya kurmaya
çalışıyorum. “Şimdi kabuğumu kırmasınlar yeter.” diyordu Muhammet.
Muhammet ”Kırılmış kalbin teselli edeceği ancak Allah olur.
Allah’a sığın, o yeter” diyordu.
(Muhammet Osman Mahdum)
16.05.2022