Anadolu'da bir söz vardır "Kuran-ı Kerim, Arabistan'da çıktı, Mısır'da okundu, İstanbul'da da yazıldı" derler.
Bu sözü adeta hayata geçirircesine Osmanlı döneminde Hat sanatı oldukça gelişmiş ve altın dönemini yaşamıştır. Hat sanatı kamış kalem ve is mürekkebinin işbirliğiyle insan elinin vücuda getirdiği bir çizgi saltanatıdır. Bu mucizevî yazıya hak ettiği emeği vermek ise Osmanlı Türklerine nasip olmuştur.

Amasyalı Şeyh Hamdullah, nesih ve sülüs yazılarının en seçkin örneklerini vermiş ve uzun yıllar diğer Türk hattatların örnek aldığı, izinden gittiği bir sanatçı olmuştur.
Ahmet Karahisarî, Yakutü’l-Musta’sımî’nin yazı üslûbunu yeniden canlandırmışsa da, Türk hattatları, onun ölümünden sonra yeniden Şeyh Abdullah’ın üslûbuna dönmüşlerdir.
Türk hattatların yazdığı Kur’an-ı Kerîm’lerin ana metinlerinin hemen hemen tümü nesih yazı, büyük yazılar ve başlıklar ise genellikle sülüs yazı ile yazılmışlardır. Kur’an yazısını geliştiren ve doruğuna ulaştıran Hafız Osman’dır.
Türk hat sanatı, diğer sanat dallarının tersine gelişimini 19.yy’da da sürdürmüş, kendini dış etkilerden korumuştur. Celî sülüs yazıyı geliştiren Mustafa Rakım ve onu izleyen Sami Efendi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi ve bir İran yazı türü olan Ta’lik yazıyı yeğleyen Yesarizade Mustafa İzzet Efendi gibi hattatlar, yazı sanatını geliştirmişlerdir.

XV. asrın ikinci yarısından beri kullandığımız Ta’lik yazısınnı bizde akademik olarak ele alınışı, İran’ın mâruf Ta’lik üstadı İmâdü’l-Hasenî’den sonra olmuştur. Türk hattatları bu üslûbu öylesine benimsemişlerdir ki, üstün başarı gösterenlere imâd-ı Rûm (Anadolu’nun imâdı) denilmesi adet olmuştur.
Görülüyor ki, yazı sanatımızda devamlı bir süzülüp arınma ve üsluplaşma vardır ve bunlar esas bozulmadan yapılmıştır (Anonim)