4 Ocak 2011 Salı

SEÇİLMİŞ OLMAK


Cenabı Allah ''muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, takvaca en ileri olanınızdır'' buyurmaktadır. Mutlaka doğrudur. Ama Yine Cenabı Allah'ın kulları arasında seçmiş olduğu bir kabile vardır, oda doğuda yaşar ve Allah yolunda cihat eden ve kılıcını ancak adalet ve hak yolunda hizmet eden millettir. Bu da Anca Türk milleti olduğunu unutmayalım.
Türk ismi ve Türkler ile ilgili Hz. Peygamberimizin bir çok hadis'i ve Allah(c.c)'nin kelamı bulunmaktadır.
Kaşgarlı Mahmut Divanı Lügat-it Türk isimli eserinde, Buhara ve Nişabur hadis imamlarından şu hadis-i kutsi’yi rivayet etmektedir: “Ulu ve Aziz olan Allah diyor ki; Benim Türk ismini verdiğim ve doğuda yerleştirdiğim bir takım askerim vardır ki, her hangi bir kavme karşı gazaba gelecek olursam o Türk askerimi işte o kavmin üstüne saldırtırım.” (Kaşgarlı Mahmut, Divanı Lügat-it Türk, C.1., 294 –1333 İst basımı)
Kostantiyye (İstanbul) mutlaka fetih olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandandır ve o asker ne güzel askerdir. Buhari (et-Trah-ul Kebir, cilt 1, kısım 2, sayfa: 81) Ahmed bin Hanbel (Müsned IV/42, kahire 1313) El-Hakim (el-Müstedrek IV/42-422, Haydarabat 1335)
Tarih açıktır, İstanbul defalarca denenmişse de alınamamıştır ve Fatih Sultan Mehmet gençliğinden beri İstanbul'un fethedileceğini bütün kalbiyle hissetmiştir ve gün geldiğinde ordu Edirne'den İstanbul'a hareket ettiğinde halk onlar için dua ediyor ve Peygamber müjdesini almaya gittiklerini söylüyordu. Nihayetinde İstanbul 21 yaşındaki Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerine nasip olmuştur.
Benim ümmetimi öyle bir kavim sürüp, kovalayacaktır ki; onların yüzleri (yuvarlak ve) enli, gözleri (çekik ve) küçük, çehreleri sanki üzeri derilerle kaplanmış kalkanlar gibidirler. Onlar üç defa Arabistan yarımadasına kadar ilerleyeceklerdir. İlk istilada onların önlerinden kaçanlar kurtulacaktır. İkinci istilada hücuma uğrayanlardan bazıları helak olacak ve bazıları da canlarını kurtaracaklardır. Üçüncü istilada ise onların kökleri kesilecektir (Artık istilalar son bulacaktır) işte onlar Türkler’dir. Nefsim yed-i kudretinde olan Allah’a yemin ederim ki, Türkler (çok yakın bir gelecekte) atlarını Müslüman mescitlerinin direklerine bağlayacaklardır. Ebu Davud (Nuseym b. Hammad, Kitabü’l Fiten, Atıf Ktp. No: 602, V.121122)
Hıfz, on kısma ayrılmıştır: Dokuzu Türkler’de, biri diğer insanlardadır. (Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi (Ramuz’ul-Ehadis 4140 nolu hadis)
Hıfz kelimesi bazı kitaplarda hafızlık, kavrama kabiliyeti olarak tercüme edilmiştir. Merhum Mehmed Vani Efendi’ye göre ise muhafazakârlık yani dinini, milletini, vatanını, maddi ve manevi değerlerini, örf ve âdetlerini, namusunu koruma duygusunun her milletten çok Türk milletindedir.
Resulullah Efendimiz bir gece rüyasında peşine önce siyah bir koyunun, sonrada bir beyaz koyunun takıldığını görüyor. Sabahleyin mescid-i saadete gelip namaz kıldırdıktan sonra sırf iltifat olsun diye bu rüyanın yorumunu Ebubekir Sıddık Hazretlerine bırakıyor.
Bu iltifata hem sevinen, hem de mahcup olan Ebubekir (r.a): “Mademki, öyle arzu buyurdunuz, yorumunu yapayım. Ey Allah’ın Peygamberi Peşinize ilk takılan siyah koyun Arapları, sonra da takılan beyaz koyun beyaz bir ırkı temsil eder. Yani önce Araplar size inanıp peşinize takılacak, sonra da beyaz bir ırk İslam’a girip size uyacak...” rüyadaki siyah koyun Arapları, beyaz koyun ise Türkler’i işaret etmiştir. Çünkü bir müddet sonra beyaz yüzlü olan Türkler İslam’a girmişlerdir.
Türkleri İslamiyete yakınlaştıran en önemli sebep, tevhid inancı olmuştur. Allah'ın birliği inancı Türkler’de çok yaygın olan bir inançtı. Din adamlarını huzuruna çağıran Mengü Kağan, "biz tek Tanrı’nın varlığına, onun sayesinde yaşadığımıza ve onun emri ile öldüğümüze inanıyoruz" demişti. (Süleyman Kocabaş, Adil Türk İdaresi, s.15)
Türklerde Allah'ın birliği inancı "Kök Tengri" (Gök-Kainat Tanrısı) olarak isimlendirilmişti. Türkler’in inançları ile İslam inancı arasındaki benzerlik sadece bununla sınırlı değildi. İslamiyet öncesi Türkler ahiret gününe, öldükten sonra dirilmeye, kaza ve kadere inanırlar ve kurban keserlerdi. Türklerin İslamiyeti kabul etmelerinde İslam öncesi Türklerin inançları ile İslamiyet arasındaki büyük benzerlikler önemli rol oynamıştır.


''ALLAH ONLARI SEVER, ONLAR DA ALLAH'I''

... "Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah onların yerine öyle bir kavim getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever. Onlar mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibidirler. Allah yolunda cihat ederler ve dil uzatanların kınamasından da korkmazlar..." (Mâide 54)
..."Resulullah aleyhissalâtu vesselâm buyurdular ki:-
... "Sizler, gözleri küçük, yüzleri geniş yuvarlak bir kavimle savaşmadıkça Kıyamet kopmayacaktır. Onların gözleri çekirge gözleri gibi olup yüzleri de kat kat deri ile kaplanmış kalkanlar gibidir. Kıl ayakkabılar giyerler, deriden mamul kalkanlar edinirler ve atlarını hurma ağaçlarına bağlarlar."
Tasvir ettiğimiz şekilde çarık ayakkabılar 1950'li yılların ortalarına kadar giyilirdi. Çarığın alt kısmını ve etrafını besleyen keçe vs.'ye de DOLAK denirdi.

TÜRKLER DAİMA MUHAFAZAKAR OLMUŞTUR

Günümüz dünyasında Bosna'da, Gazzede ve Afganistan'da acımasızca insan suçları işlenmektedir. Bu bölgelere yardım elini uzatmaya çalışan Türkiye'nin ''Türkler'in'' bakın genlerinden gelen bir duygu olduğunu anlayacaksınız. Gazze'de meydana gelen insanlık suçuna dünya şahit oluyor ancak ses çıkaran olmazken, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın oradaki ezilen insanların hislerine tercüman olarak o meşhur ''One Minut'' sözleri ile dünyaya seslenmiştir.
''Hıfz, On kısma ayrılmıştır: Dokuzu Türklerde biri diğer insanlardadır.'' (Ahmet Ziyaeddin Gümüşhanevi. Ramuz-ul-Ehadis.''4140'' nolu Hadis)
(Sakın ola bu Hadis-i Şerifteki anlatılan mevzuyu, hiç kimse bazı siyasi düşüncelerle ve milli menfaatleri de göz önüne alarak bir siyasi ve milli duygularını kabartıp bunu (Irkçılıkla) süslendirip başka bir tarafa çekiştirmesin! Çünkü bu bir Hadis-i Şerif yani Peygamber Efendimizin sözüdür.
Hadis-i Şerif: Hadis-i Şerifte geçe ''Hıfz'' kelimesi, bazı kitaplarda ''hafızalık'' ve ''kavrama kabiliyeti'' olarak tercüme edilmiştir. Bu hadis-i şerifte ''muhafazakarlık'' manasına geldiğini Merhum Mehmet Feyzi Efendi belirtmiştir. O zaman muhafazakarlığın yani; dinini, milletini, maddi ve manevi değerlerini, örf ve adetlerini, kültürünü, devlet çıkarlarını ve namusunu koruma duygusunun her milletten çok Türk milletinde bulunduğu anlaşılır.
İbn-i Hassul derki “Seceat ve cesaret bakımından Türklerden üstün; büyük hedeflere ulaşmak bakımından da onlardan dirayetli hiç bir kavim yoktur. Cenab-ı Hak onları aslan sıfatında yaratmıştır” buyurmaktadır.

HZ. DAVUT'UN KILICI

Bakın daha neler anlatacağım, Hz. Davut'un kılıcındaki kitabede neler anlatılıyor ve Hz. Davut'un yapmış olduğu bu kılıç Yavuz Sultan Selim Han'ın eline nasıl geçiyor. Hz. Davud ebediyete intikal ettikten sonra, kılıcı elden ele, peygamberlerden peygamberlere ve hükümdarlardan hükümdarlara geçti. Ve en sonunda kılıç mukaddes emanetlerle birlikte Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden sonra İstanbul'a, Topkapı Sarayı'na getirildi. Bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nin 21/137 numaralı envanterine kayıtlı olan bu kılıcın yolculuğu şöyle gelişti:
İstanbul'u fetih eden, Peygamber efendimiz Hz. Muhammet'in övgülerine nail olan Fatih Sultan Mehmet'in torunu Yavuz Sultan Selam Han'da Türklere ilk halifeliği getiren padişahlardan biridir. İslam kılıcını kuşanan ve ele geçirdiği tüm topraklara adaleti getiren Yavuz Sultan Selim Han çoğu geceleri uyumaz, hep nedimi Hasan Can ile kitap okuyup ilim konuşurlardı.
Hasan Can'ın uyuyakalıp padişahın hizmetine gidemediği gecenin sabahında Yavuz Sultan Selim, Hasan Can'a sordu: İmdi ne düş gördün beyan eyle."Fakat sonradan anlaşıldı ki söz konusu rüyayı Hasan Can değil, Kapı Ağası Hasan Ağa görmüştü. Rüyasını hemen padişahına anlatan Silahdar ağası Hasan Ağa,
"Padişahım, rüyamda gecenin bir vakti kapı çalındı, kalabalık halde gelenler Arap elbiseli ve Arap şimali şahıslardı. Kapının yanında dört kişi durmaktaydı. Kapıyı vuranın elinde ise sizin ak sancağınız bulunmaktaydı. O bana dedi ki; ''Bu gördüğün Resul'ün Ashabıdır. Bizi gönderip buyurdu ki; Kalkıp gelsin! Haremeyn (Mekke ve Medine) hizmeti ona verildi. Bu gördüğün dört kimseden bu Ebu Bekr-i Sıddık, bu Ömerü-l Faruk, bu Osman-ı Zinnureyn'dir. Seninle konuşan ben ise Ali bin Ebu Talib'im. Var Selim Han'a selam söyle'" dedi. Yavuz Sultan Selim ise bu rüyayı yüzü kızararak ve gözyaşları içinde dinledi.
Bu hadiseden sonra hazırlıklar tamamlandı ve Mısır seferine çıkıldı. Sina çölünde yüzlerce yıl bir damla yağmayan yağmur Yavuz Han'ın askerlerini serinletmiştir. Ordusunun önünde Hz. Muhammet eşlik eder, cengini mukaddes kılmıştır. 20 Şubat 1517 Cuma günü Kahire'de Yavuz Sultan Selim adına hutbe okunmasıyla ise Mısır ve Hicaz artık Osmanlı padişahının yönetimi altına girdi. İçlerinde Hz. Muhammed'in Hırka-i Şerif'i, nalını, oku, Kabe'nin altın oluğu, Yusuf peygamberin sarığı ve Hz. Davud'un kılıcının da bulunduğu bir çok kutsal emanet de Yavuz tarafından Mısır dönüşü İstanbul'a getirildi. Bu sayede Hz. Davud'un kılıcı ve üzerinde kılıcın son sahibi İsa Mesih olacak yazan kılıcın bakır kitabesi de İstanbul'a getirilmiş oldu.
Söz konusu kitabede Osman oğullarının Mısırı fetih edeceğini, mukaddes emanetlerin sahibi de Osman oğulları olacağını kitabeyi muhafaza eden bir rahip tarafından takdim edilir. Levhânın fasih bir Arapça ile yazılmış 32 satırlık yüzünün tercümesinin bir bölümü şöyledir: "Muvaffâkiyet ancak Allah 'tandır. Ali buyuruyor ki: Bu kılıcı ve levhâyı Mısır'ın sâhibi Melik Mukavkıs'ın hazînesinde buldum. Onda Süryânice ve İbrânice olarak Dâvud'dan (AS) bir rivâyet vardı.
Hz. Dâvud buyuruyor ki: Câlut bana düşmanlığa kalkıştığında, Rabbimin bana öğrettiği şekilde bir kılıç ve ok yaptım. Ve Allah bana nusret ve zafer nasîp etti. (...) Bu mübârek kılıç Yusuf (AS)'a O'ndan sonra da Melik Sancar'a intikâl edecek. Melik Sancar vefât ettiğinden sonra bu kılıcı gizli kalacak. Kılıcı Firavun'un hanımı Âsiye bulacak. Ve Âsiye îmân edecek. Âsiye'den Hz. Musa'ya, O'ndan kardeşi Hârun'a, Hârun'dan Yûşâ'ya (...) ve nihâyet Peygamber Zekeriyyâ ve Yahyâ'ya, geçer. Daha sonra da İsa'ya ulaşır. Sonra Nebî (SAV)'e arz olunur. Ve O da savaşlarda bu kılıcı kuşanır.
(Derleyen: Osman mahdum)

Hiç yorum yok: