ÖZBEKİSTAN ZİYARETLERİ
Bir millet geçmişine sahip çıkıyorsa, aynı zamanda milli kahramanlarını yüceltiyorsa, ecdatlarının yapmış olduğu tarihi geçmişleri ile iftihar ediyorsa ve aynı zamanda geçmiş tarihini yeniden imar ediyorsa o milletin geleceği de parlak olur. Geleceğe umutla bakılmasına vesiledir.
Gelecek nesillerine geçmiş tarihinden en ihtişamlı ve
görkemli tarihi eserlerini restore ederek geleceğine bırakıyorsa o
milletin önü açık geleceği parlak demektir.
Ben bu izlenimlerimi Özbekistan’da gördüm. Semerkant, Buhara
ve Taşkent’i dolaşma imkânım oldu.
Aslında Harezem bölgesinde görmek istiyordum, ancak
imkânlarımız bu bölgeleri görmeye yetebildi. Zaman kısıtlaması ve akrabamızın
İstanbul’da acı haberinin alınması ile ziyaretimizi yarıda kesmek zorunda
kaldık.
Ancak şunu söyleyebilirim ki Özbekistan geçmişi ile barışık
geleceğe de umut veren bir ülke olduğu kanısına vardım.
Nereye gittiysek tarihi eserlerinin en ihtişamlı görkemi ile yeniden canlandırıldığını gördüm. İster tarihi yerler olsun ister kültürel yerler olsun ve ister türbeler olsun o eski ihtişamını ve görkemlerini koruyarak restore etmişler.
Biraz tarihi geçmişi olan ve bu topraklara birazcık hassasiyeti olan insanın o eski ihtişamına kapılmaması mümkün değil.
Her yeri ilim kokan ve her yeri bir tarih kokan bu ata
topraklarımızı görüp de aynı zamanda o eksi ihtişamını görüp büyülenmemek elde
değil.
Hele atalarımızın bu topraklarda ilim tahsil ettiğini bilmek
ve onların nurlu gözlerinin sindiği bu topraklarda dolaşmak ve onların yaşadıkları
atmosferi teneffüs etmek insana ayrı bir hava veriyor.
Buhara’da Semerkant’ta Taşkent’te dolaşmak, insanlar arasına
karışmak ve o insanlarla sıcak diyalog kurmak apayrı bir zevk. Onlarla
dertleşmek, gelecek ile ilgili sohbet etmek, aynı duygu ve düşünceleri
paylaşmak, apayrı bir duygu yumağı.
Ziyaretimizin nasıl geçtiğini anlayamadım bile. Nereye
bakarsan tarih kokuyor. Muhteşem insanların yaşadığı bu toprakların modern alt
yapılarla imar edildiğini görmek insana apayrı bir duygu veriyor.
Modern tarım usullerinin kullanıldığı bu toprakların nasılda
imar edildiğine şahit olmak, tarihi yapılarla modern imarların harmanlandığını
görmek beni şahsen duygulandırdı.
Gelecek neslin çok iyi yetiştiğini görmek müthiş bir duyguydu. Eski tarihi eserler ve ihtişamı içerisinde yetişen bu neslin tarihi ile de barışık olacağı umudunu verdiğine şahit oldum.
Bazı insanlar bu yapılanların tamamen turistik amaçlı
olduğunu düşünebilir, ancak ben hiç de öyle düşünmüyorum.
Bu topraklarda yetişen yeni nesil atalarının kurmuş olduğu ihtişamlı tarihi eserlerin içinde yetiştiklerini düşünün. Bu ihtişamı gördükleri her gün atalarının ruhlarını içlerinde his etmeleri, bu duygu ve düşünce ile yetişin neslin geleceğini aklınıza getirebiliyor musunuz.
Her hali ile muhteşem olan ata diyarı Özbekistan’ın bir tek
noktasını garipsedim. Sadece ülkeden çıkacağın zaman hangi otelde kaldığına
dair bir kanıtın sorulması garibime gitti.
Yoksa her hali mükemmeldi. İnsanlar gelsin tüm tarihi
yerleri gezsin dolaşsın, nerede kalırlarsa kalsınlar. Kimi tanıdıklarının
evinde misafir olarak kalır. Kimileri çadır kurar kalır ancak bu toprakların
ziyaret edilmesi elzemdir.
Şayet art niyetli insanların bu topraklara gelerek abuk
sabuk işlerle meşgul olduğunu gördüğün vakit tutuklayacaksın. Şüpheli
hareketler sergileyen insanları takip ettireceksin.
Bunların dışında her hali çok güzeldi ata diyar Özbekistan’ın.
Semerkant’ta ilk ziyaretimiz Ubeydullah Haruri hazretleri oldu. 1404’te Taşkent’in Bâgıstan köyünde dünyaya gelen Ubeydullah Haruri hazretleri Nakşibendî geleneğinde Hâce-i Ahrâr diye tanınır.
Büyük bir zat olan Ubeydullah Haruri hazretlerinin kabri şerifini ziyaret ettik ve orada hatim duası okuduk.
Çok değişik ve manevi atmosferi yüksek olan ihtişamlı bir
yerdi. Allah ruhunu şad, mekânını cennet eyleye.
İkinci olarak Yerel halkın Göre Emiri olarak anılan büyük
evliya zatın türbesini ziyaret ederek yolculuk turumuza başladık.
Yerel halkın anlattığı rivayete göre Göre Emiri Hazretleri
büyük bir evliya zat olmuş. Kendisi İstanbul’un fetih sırasında büyük bir
keramet göstererek, fetih savaşına yani İstanbul’un fethine katıldığı rivayet
edilir.
Medresesinin yan tarafında bulunan mısır tarlasına kılıcı ile dalan Göre Emiri hazretleri döndüğünde kılıcının kabzasına kadar kan olduğu rivayet edilir.
Kendisinin anlattığına göre emir hazretleri İstanbul’da
büyük bir cenk olduğunu ve orada Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fetih
ettiğini ve bu savaşa bizzat kendisinin de yardım ettiğini ifade ettiği rivayet
edilir.
Yerel halk burada bulunan ziyaretlere çok büyük saygı gösterirler.
Daha sonra İmam Maturidi hazretlerinin huzurundaydık. Yaklaşık
852 yılında Semerkant’ın Mâtürîd köyünde dünyaya gelen İmam Maturudi hazretleri
babasının adının Muhammed ve dedesinin adının Mahmud olduğu dışında nesli ile alakalı
bilgi bulunmamaktadır.
Bununla birlikte Matürîdî’nin kızının torunları olan iki
kişiye kaynaklarda yer verilir. Bunlardan biri Şeyh Kadı İmam Hasan el-Mâtürîdî,
diğeri ise Kadı Ebû’l-Hasen Ali b. Hasen el-Mâtürîdî’dir.
Yaklaşık 100 senelik bir ömür süren Mâtürîdî yaygın kabule
göre 333/944 tarihinde vefat etti.
Güzelim Semerkand, nice evliyaların ve sahabelerin
yerleştiği mekân. Üçüncü olarak ziyaret
ettiğimiz büyük zat, Şeyh Kasım İbn-i Abbas
yani Peygamber efendimizin akrabası, kendisine en çok benzerlik taşıyan sahabe
olarak bilinmektedir. Hz. Peygamber’in amcası Abbas’ın oğludur. Annesi
Ümmü’l-Fazl Lübâbe Bint Hâris el-Hilâliyye, Hz. Hatice’den sonra Müslüman olan
ilk kadın olup Resûl-i Ekrem’in hanımlarından Meymûne’nin kız kardeşidir.
Resûlullah kendisine benzetilen Kusem’i arkadaşlarıyla oynarken görmüş ve bineğinin arkasına bindirmişti.
Kusem Hz. Peygamber’in cenazesi yıkanırken hazır bulunmuş,
cesedi sağa sola çevirmiş, Resûlullah’ı kabrine yerleştirmiş ve kabirden en son
o çıkmıştı. Bu sebeple Resûl-i Ekrem’e en son dokunan kişi olarak tanınır.
Hz. Hüseyin’in sütkardeşiydi. Hz. Peygamber’den ve
babasından, ayrıca kardeşi Fazl ve Talha b. Ubeydullah’tan hadis rivayet etmiş,
kendisinden Hânî b. Hânî, Abdülmelik b. Muhammed b. Amr ve Ebû İshak es-Sebîî
rivayette bulunmuştur.
Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde Mekke valiliğine tayin edilen Kusem onun ölümüne kadar bu görevini sürdürdü.
Fazilet ve takvâ sahibi olan Kusem, Saîd b. Osman’la
birlikte Semerkant seferine katıldı (56/675) ve Semerkant’ta şehid oldu.
Merv’de vefat ettiği de belirtilmiştir. Mezarı zamanla ziyaretgâh haline
gelmiş, etrafına cami ve medrese yapılmıştır.
Kusem’in Semerkantlılar arasında “Şâh-ı Zinde” (Yaşayan Sultan)
diye anılan mezarına Bâbür devrinde Mezar Şah adı verilmiştir.
Şeyh Kasım İbn-i Abbas Hazretlerinin huzuruna vardığında çok
değişik bir atmosfer içerisinde ve aynı zamanda değişik bir koku yayılmaktadır.
Kabri şeriflerinin hemen sağ taraflarında bir adet çille hane yer alır. Buraya
girerek belli bir zaman geçirdik ve hatim dua okuduktan sonra biraz kalbimizi
dinledik. Güzel bir koku, güzel bir atmosfer. Bunu ancak yaşayarak görmek
gerekir. Başka türlü tarifi mümkün değil.
Yine Semerkand’da Hızır Aleyhisselam’ın sık sık geldiği
rivayet edilen Hızır Aleyhisselam camisini ziyaret ettik.
Bu Cami’de olabildiğince eski tarihi yapısına uygun şekilde restore edilmiş ve olabildiğince tarihi yapısına en uygun görünümüne kavuşturularak ziyarete açılmış. Bu caminin en cazip yanı ise Hazreti Hızır Aleyhisselamın buruya her Cuma namaza gelmesi olduğu rivayet edilir.
Güzel bir tepede bölgeye hakim bir yerde olmasının da ayrı
bir önemi bulunmaktadır.
Bu ziyaretimizin ardından İmam Buhari Hazretleri’ni ziyaret ettik. Hadis ilmi alanında tartışmasız otorite olarak kabul edilen Buhari, 20 Temmuz 810'da Buhara’da dünyaya geldi. 1149 yılda vefat etti. Kaynaklardan edinilen bilgilere göre, asıl adı Muhammed bin İsmail olan Buhari’nin babası İsmail, Malik bin Enes ve Abdullah bin Mübarek gibi alimlerden hadis öğrenen bir kişidir.
Buhari henüz çocuk yaştayken babasının vefatı üzerine dindar
bir kadın olarak bilinen annesi tarafından yetiştirildi. Buhari hazretleri
doğduğu zaman kör olarak dünyaya geldi. Annesi üç yıl boyunca oğlunun
gözlerinin açılması için dua etti.
Buhari üç yaşına gelince anne duası ve Allah’ın izni ile
gözlerine kavuştu. Gözleri açılan Buhari hazretleri ilim tahsiline erken
yaşlarda başladı. On yaşına doğru Muhammed b. Selam el-Bikendi, Abdullah b.
Muhammed el-Müsnedi gibi Buharalı muhaddislerden hadis öğrenmeye başladı.
On bir yaşlarında iken hocası Dahili'nin rivayet sırasında
yaptığı bazı hataları tashih etmesiyle dikkatleri çekti.
On altı yaşına geldiği zaman İbnü’l-Mübarek ve Veki b.
Cerrah'ın kitaplarını tamamen ezberlemişti. Bu sırada annesi ve kardeşi Ahmed
ile birlikte hacca gitti. Hac sonrası onlar memleketlerine döndükleri halde
Buhari Mekke’de kaldı ve Hallad b. Yahya, Humeydi gibi alimlerden hadis tahsil
etti.
Daha sonra bu maksatla ilim merkezlerini dolaşmaya başladı.
Bağdat, Basra, Belh, Şam, Humus, Kufe, Nişabur gibi birçok ilim merkezine
seyahatler yaptı.
Buhari uzun seyahatleri sonunda derlediği hadislerle geniş
bir kütüphane oluşturdu. Seyahatleri esnasında da kitaplarının önemli bir
kısmını yanında taşıdı.
Yazdığı hadisleri yalnızca kitaplara yazmayıp hafızasına da
nakşetmiştir. İbn Adi'nin rivayetine göre, Buhari'nin Bağdat'a geldiğini duyan
muhaddisler 100 hadisin sened ve metinlerini birbirine karıştırarak bunları on
kişiye verdiler. Buhari, sorulan her hadisi sened ve metinleriyle doğrusunu
söyleyerek ilmi birikimini gösterdi.
Valinin oğlunu okutmadığı için memleketinden sürüldü.
Buhari, Semerkant yakınlarındaki Hartenk kasabasında
akrabasına ziyarete gittiği zaman hastalandı ve Semerkant'a gidemedi. 31
Ağustos 870'te ramazan bayramı gecesi vefat etti. Ertesi gün de orada toprağa
verildi.
Büyük bir hadis imamı olarak şöhret bulan Buhari aynı
zamanda bir fakihtir. Hayatı ve ilmi şahsiyetinden bahseden tabakat
kitaplarında kendisinin "fakihlerin efendisi", "bu ümmetin
fakihi" ve "Allah'ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı"
diye nitelendirildiği nakledilir.
Öncelikle bu ilçenin neden kitap adını verdiğini merak ettim. Mevlena Derviş Muhammedin türbesine bakan ağabeyimiz, Kitap adının ‘’Kift-i Ab’’ yani Özbek dilinde kift omuzlara denir. Ab da farsça da su anlamına gelmektedir. Yani omuzlardan gelen su iki büyük nehrin birleştiği, geçtiği yer anlamına gelen Kift-i ab, daha sonra bu isim kitap olarak kalmış.
Mevlana Derviş Muhammet hazretleri 1400’lü yıllarda dünyaya geldiği, 1562 yılları arasında vefat ettiği tahmin ediliyor. Silsile-i Ali’nin devamını sağlayan, Türkistan bölgesinde meşhur âlimlerden biri olarak biliniyor. Silsile-i Ali’nin 21. halkasında yer alan zamanın kutbu olarak bilinmektedir.Aynı yerde yer alan arasında yaklaşık üç dört kilometrelik
bir mesafede ise Mevlana Derviş Muhammet hazretlerinin oğlu Hacce Mevlana
Amgani hazretlerini ziyaret ettik. Silsileyi alide 22. Sırada yer alan Mevlana
Amgani hazretlerinin kabri şerifleri de büyük bir anıt mezarlığı yapılmış ve
çok büyük bir heybet içerisinde duruyordu.
Bu kişilerin ziyaretinde de büyük feyiz alınmaktadır. Burada büyük bir medrese kurmuş ve aynı zamanda 5 bin yıllık bir ulu çınarın bulunduğunu göreceksiniz.
BUHARA
Ah buhara, ah buhara, seni az dinlemedik ah Buhara. Bu topraklarında atalarımız ilim tahsil etmiş ve aynı zamanda sürekli gelip gittikleri yer, anılarda ve manilerde hep bahsedilen yer, ah Buhara, burası Buhara.Buhara’da ayağımızın tozu ile ilk ziyaretimiz Çarbekir türbe
ziyareti olmuştu. Burada Muhammet İslam, Tavettin Hacan, Ebubekir Said, Ebubekir Fazıl bulunmaktadır.
Bu kapıdan tüm dünyalık düşüncelerini silerek gireceksin.
Nefsini öldürerek iki büklüm olarak gireceksin. Bu kapı edep kapısı bükülmeden
geçilmez.
O makale serilerinden Sünnilik Ehl-i Sünnet ve'l Cemaat İslam'da iman ve akide İslam'ın beş şartı Dört Halife İslam mezhepleri İtikadî mezhepler Dini-Siyasî hareketler Hadis külliyatı eserlerinin sahibi olan Abdülhalık Gucdüvani, Buhara yakınında Gucdevan isminde bir küçük kasabada doğmuştur.
Babası Malatya'dan Orta Asya'ya taşınmış bir fakih'dir. Buhara'da tefsir eğitimi alırken Nakşibendi tarikatının silsilesinde yer alan Yusuf Hamedani ile tanıştı. Hamedani'den Nakşibendi tarikatını öğrendi ve daha sonra Nakşibendi tarikatını sistemleştirerek, genişletti.Farsçada "Kelimat-ı kudsiye" denilen On bir ana
tarikat kuralını Nakşibendi tarikat kuralı haline getirmiştir. 1179 yılında
Gucdevan'da vefat etti.
Bu türbeleri ziyaret ettikten sonra sırasıyla Arifi Rivgiri
hazretleri, Muhmudi İnciri Fevgani hazretleri, Muhammet Baba Semasi hazretleri,
Ali Ramatani hazretleri, Seyit Emin Külali ve Hazreti Bahaveddin Şahı Nakşbendi
hazretlerini ziyaret ettik.
Bahaveddin Şahı Nakşbendi hazretleri 1318 yılında Buhara
yakınlarında daha sonra Kasrıârifân adını alan Kasrıhindûvân köyünde dünyaya
geldi. Bahâeddin Şahı Nakşibendi hazretleri üç günlük bebek iken o sırada
doğduğu köyde bulunan dedesinin mürşidi Baba Muhammed Semmâsî tarafından mânevî
evlât olarak kabul edildi.
BAHAEDDİN ŞAHI NAKŞİBENDİ
Bahâeddin Nakşibend uzun yıllar Emîr Külâl’in yanında kaldı. Henüz kemale ulaşmadığı halde halinden memnun görünmesi üzerine mürşidi onu tekkeye abdest suyu taşımakla görevlendirdi. Tarikat âdâb ve erkânını öğrendiği bu dönemde gördüğü bir rüya üzerine, kendisinin doğumundan yaklaşık bir asır önce vefat etmiş olan Abdülhâliḳ-ı Gucdüvânî’nin ruhaniyetine intisap etti ve Üveysî lakabını aldı. Onun ayrıca uzun yıllar Hakîm et-Tirmizî’nin ruhaniyetinden faydalanması da Üveysîliği ile ilgilidir.
Bir gün Buhara’da mezarları dolaşırken yakın zamanda vefat
eden Semmâsî’den Gucdüvânî’ye kadar ulaşan sûfîleri mâna âleminde müşahede
etti. Bu sırada Gucdüvânî kendisine dinin emir ve yasaklarına uymasını,
ruhsatlara ilgi göstermemesini, azîmetlere sadık kalmasını, Hz. Peygamber ve
ashabının yolundan gitmesini tavsiye etmiştir. Bu olay Bahâeddin’in ruhî
hayatında büyük bir değişiklik yaparak cehrî zikirden hafî zikre yönelmesine
yol açtı.
Bahâeddin’in bu olaydan sonra Emîr Külâl’in mürid halkasından ayrılarak kendisini yalnız hafî zikre vermeye başlaması dervişler arasında tartışmalara ve memnuniyetsizliklere sebep oldu. Fakat şeyhi Emîr Külâl’e gösterdiği saygıda bir değişiklik olmadı ve onun gittikçe artan iltifatını kazandı.
Emîr Külâl de müridlerine Bahâeddin’e karşı olan bu
tutumlarının yanlış olduğunu söyleyerek onu savundu. Emîr Külâl, doğduğu Sûhârî
köyünde yapılan bir camiye tuğla taşımakta olan Bahâeddin’i çağırarak sülûkünü
tamamladığını, artık Türk ve Tacik bütün şeyhlerden faydalanabileceğini
söyledi.
Bundan sonra Hâce Bahâeddin şeyhinin bir diğer müridi
Mevlânâ Ârif Dikgerânî’nin sohbetlerine katıldı. Daha sonra Yûsuf el-Hamedânî’nin
neslinden Yeseviyye tarikatı mensubu iki Türk şeyh ile ilgi kurdu.
Bahâeddin kurduğu tarikatın mensuplarınca özellikle
Türkiye’de Şâh-ı Nakşibend unvanıyla tanınır. Nakşibend unvanın devamlı yapılan
hafî zikrin kalpte bıraktığı “nakş”a ize bir işaret olduğu söylenmiş ve bu
yorum genel kabul görülmektedir.
ÇAR MİNARE CAMİİ
Daha sonra Çar Minare adını taşıyan Çar Minare Camisini ziyaret ettik. Bu Caminin de Halife Niyazkul Baba hazretleri tarafından bir gecede inşaat ettikleri rivayet edilmektedir.
Halife Niyazkul Baba bir iki sofusu ile cami yapmak için el arabası ve küreklerle çalışmaya başlayar. Halife Niyazkul babanın günlerce birkaç tane sofusu ile yer kazdığını çamur hazırladıklarını gören meraklı insanlar sorarlar. Ne yapıyorsun pirim diye. Halifde cami yapmaya başladıklarını söyler. Niyazkul babanın bir iki sofu ile bu yaptığı işin iş olmadığın, babanın kafayı yediğini düşünürler.
Bu olay dönemin emirinin kulağına kadar gider. Dönemin Emiri Halife Niyazkul babanın yanına gelerek, Pirim ne yapıyorsun diye sorar. Niyazkul baba da cami yaptığını söyler. Emir bu iki üç sofu ile ne yapabilirsin bıkar bu işleri biz hal ederiz der.Halife buna kızar. Derki bara izin ver bir gecede hal edeyim der. Emir merak eder nasıl yani diye sorar. Halifa bir gece müsaade ister. Bir gece kimse sokağa çıkmasın ve aynı zamanda dışarı dahi bakmasın der. Bu isteğini emire bildirir. Emirde kabil eder. Bir gece sokağa çıkma yasağı uyguların. O gece aşırı derecede bir rüzgar, çok şiddetli gürültüler ve sesler başlar. Tabi bizim gibi bir meraklı pencereden kafasını çıkararak görmek ister. O gece o adamın kafası yerinden uçar ölür.
Ertesi gün bu gördüğümüz ihtişamlı caminin inşa edildiğini
görürler.
Rivayete göre Halife Niyazkul babanın kerameti, cin ve
perilerin inşaa ettiğine inanılmaktadır.
Bu caminin hikayesi de böyle işte.
MEDRESE GÖGELDAŞ
Son ziyaretimiz de Taşkent’te Medresi Gögeldaş olmuştur. Bu merdresedi ise büyük dedemiz Halife Kızılayak hazretleri eğitim almış ve aynı zamanda medrese eğitimini buruda tamamlamıştır. Burada eğitim aldığı dönemlerde üstadları tarafından fark edilir. Çünki çok zekalı ve dikkat çeken bir talebe olduğu bilinmektedir.
Sekiz yaşından itibaren beş vakit namazını terk etmeyen Halife Kızılayak hazretlerinin medrese eğitimini de üstün bir derece ile okuduğunu gören ve ayna zamanda parlak bir öğrenci olduğu hissedilen Halife Kızılayak abutnazarın ünü dönemin emiri Buhara emirine kadar ulaşır.
Buhara emiri huzuruna çağırarak kendisine kadılık teklif
edecektir. Halife Abutnazar Kızılayak, bu teklifin çok ağır bir yük
getireceğini düşünerek teklifi red eder. Daha sonra emirden çakinerek bölgeden
ayrılır ve hatta Afgan topraklarına geçerek orada yine medrese ve dini
eğitimini pekiştirecektir.
Medrese Gögeldaş’ta halen aynı şekilde medrese eğitiminin devam ettiğini gördük burası restore edildikten sonra aynı şekilde Kur-an, Tecvid, Tefsir, İslam Tarihi, Akaid, Hadis, fıkıh, Mantık, Hitabet, Blağat Arap dili, Hattatlık, Rus ihgiliz ve Felsefe Özbek tarihi, mezhepler ve dini ilimler verilmektedir.
Buranın orijinal hali korunarak yeniden canlı tutulması
insana apayrı bir duygu veriyor. Yine Taşkent’ten ayrılmadan önce Hace Ahmet
Yesevi hazretlerinin en çok sevdiği torunun türbesi olan Zengi Ata türbesini de
ziyaret ettik.
Aynı zamanda Hz. Osman’ın şehit edildiği esnada okuduğu Kuran-ı Şerif olduğu söylenen Kuran’ın sergilendiği müzeyi de ziyaret ettik. Kuran üzerinde Hz. Osman’ın kan izlerinin hala olduğunu gördük.
Özbekistan ziyaretimiz çok verimli geçti. İnşallah Horezem
taraflarına da gitmek nasip etsin. Bir sonraki ziyaretlerimiz buraları
olacaktır.
(Hazırlayan: Muhammet Osman Mahdum)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder